İradesizliğin tesadüfi iradesi

-
Aa
+
a
a
a

9 Aralık 2007H. Gökhan Özgün

Belki de asıl mesele faşizanlığın ve muasır medeniyete ulaşma arzusunun Türkiye'de aynı ruhlarda birbirine değmeden var olması. Yani tam ve kusursuz bir kişilik bölünmesi. Psikologlar tam ve kusursuz kişilik bölünmesinin sanılanın aksine çok nadir rastlanır bir vaka olduğunu belirtiyorlar. Kişilik bölünmesinin şizofreniyle karıştırılmaması gerektiğini söylüyorlar. Kişilik bölünmesini kişinin çocukluk döneminde maruz kaldığı ağır ama çok ağır tacizlere bağlıyorlar. Bu tacizin o kadar ağır olması gerekiyor ki, çocuk gerçek hayatta varlığını sürdürebilmek için birbiriyle ilişkisiz ve iletişimsiz birden fazla hafızaya sahip olmak zorunda kalsın. Yani bir tam unutuştan diğer bir tam unutuşa geçerek hayatını sürdürebilsin. Bir ev hafızası, bir okul hafızası olsun mesela. İkisinin de birbiriyle alakası olmasın. Birbiriyle sınırları hiçbir noktada kesişmeyen hafızalar birbirinden bütünüyle ayrı kişilikler demek. Bir de hepsinin aynı kişide olduğunu düşünün. Bu millet 'siyasi çocukluk' döneminde ağır ama çok ağır tacizlere maruz kalmadı mı? Emekli komutanlarla yapılan her mülakat Türkiye'yi hep aynı şaşkınlıktan aynı şaşkınlığa düşürüyor. Tacizci baba meğer epey demokrat ruhluymuş. Tacizci babanın da meğer 'halktan kopuk marjinal' düşünceleri olabiliyormuş. Tacizci baba meğer zaman içinde fikrini değiştirebiliyormuş. İşte bu anda hep aynı tiyatro sahneye konuyor. Babadan alınan liyakatla herkes birbiriyle bir süre didişiyor. 'Bak asker bile PKK'yla Kürt meselesini ayırıyor.' 'Bak asker bile azınlık haklarını ihsas ediyor.' Karşı taraf başı önünde bir süreliğine tırsıyor ve sesini kısıyor. Derken, gelsin büyük unutuş. Bir dahaki mülakata kadar. Bu anlamda İsmet Berkan'ın dün yayımlanan yazısı bence önemli bir yazı. Çünkü bu yazı Türkiye'de askere sorulmamış bir soruyu sormak istiyor. Madem böyle düşünüyordunuz, niye düşündüklerinizi gerçekleştirmeye çalışmadınız? Hesaplaşmak istiyor. Unutmak istemiyor. Deliliği sürdürmek istemiyor. Hesaplaşmak biraz fazla kaçıyorsa, artık en azından terapiyi başlatmak istiyor. Üniversite mezunu kocadan yenen dayak nasıl daha ağır ve vahim bir dayaksa, düşüncelerinden 'daha ilkel' davranan askerden gelen taciz de bu tacizi çok daha ağır ve vahim kılıyor. Hem dayak atanın hem de yiyenin sorumluluğunu büyütüyor. Madem öyle, niye böyle? Otoritenin ve baskının muhtemel 'naiv'liği, daha da önemlisi meşhur 'kaçınılmazlığı' bu soruyla bir anda buharlaşıyor. 'İnsan olduğundan çok farklı olabilirdi. İnsanı insan yapan budur.' Bir filozof böyle diyor. Türkiye olduğundan çok farklı olabilirdi. Hâlâ olabilir. Türkiye'yi insani yapacak olan da budur. Kader kurbanı (victim) bir millet olmaktan tercih sahibi bir millet olmaya geçmeye çalışıyoruz. İki hakiki tercih hakkı kullandık. İkisini de doğru kullandık. İkisinde de dünyayı şaşırttık. Biri 1 Mart tezkeresinde. Dünya hâlâ bu yüzden Türkiye'ye saygı duyuyor. İkincisi de son Kuzey Irak meselesinde. Dünyayı planlamaya çalışanlar BU İRADE yüzünden Türkiye'yi planlarına artık değişmez bir sabit olarak koyamıyor. Güç şaşırtabiliyorsa bir güçtür, yoksa olsa olsa, kolay ya da zor aşılabilen bir güçlüktür. Şimdi allahaşkına bakın. Bu iki tercihi de Türkiye'ye birer 'tercihsizlik' olarak sunmak isteyenler kimler? İçimizdeki başkumandanlar. İşte Türkiye'de gerçek siyasi bölünme burada yaşanıyor. Siyasi irade sahibi bir Türkiye'yle, sürekli büyük bir savaşın içinde olan ve kaçınılmaz olanı kahramanca gerçekleştiren kader kurbanı bir Türkiye. Ama bu arada sakın unutmayalım. 1 Mart tezkeresinin Meclis'ten geçmemesi neredeyse bütünüyle siyasi iradeden uzak bir olaydı. Erdoğan ve Gül tezkerenin geçmesi için son ana kadar çabalamışlardı. Baykal ise Amerika'nın Türkiye üzerinden harekâtına karşı çıkmış ve/fakat Türkiye'nin Kuzey Irak'a asker çıkarması için ayrı bir tezkere talep etmişti. Yani siyasi iradenin başarısızlığı Türkiye'yi uluslararası irade sahibi yapmıştı. Üç oy farkla. Son Irak ve PKK meselesinde de hükümetin ağzından çıkan ateşli sözlerle yaptığı arasındaki farka bakarsak, yine epey tesadüfi bir görünüm var. Ya da hükümet, milliyetçilik yangınından mal kaçırır gibi masa altından bir irade koydu. Eğer Türkiye irade sahibi bir ülke olacaksa, artık bu iradenin hakiki bir siyasi söylemi olmalı ki duyalım, görelim. Bu irade çokkişilikli hastalıklı bir ruhun tasadüfi bir eseri gibi durmamalı. Bu iradenin kendine has 'herkese açık bir aklı' olmalı. Yekpare bir felsefesi olmalı. Yoksa çekirge bir sıçrar iki sıçrar. Derken ceset isteyen bir şahin olur. Mehmet Ali Şahin.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=238296