"Bu, köktencilik değil işgalin sonucu."
18 Temmuz 2005The American Conservative Dergisi
Geçen ay Scott McConnell, intihar terorizmi üzerine yaptığı araştırmalar sonucu “Dying to Win/Kazanmak İçin Ölmek” adlı kitabı kaleme alan ve bu kitabı büyük ilgi görmeye başlayan Chicago Universitesi doçent’iRobert Pape’le görüştü. Pape, sıradan Amerikalı’nın bakış açısıyla kimin, neden terorist olduğuna yanlış karar verildiğini ortaya çıkarmış durumda. Dünyanın en büyük intihar terorizmi bilgi bankası durumundaki bürosunda çeşitli dillerde koca dosyalar arasında Pape ve üniversite öğrencilerinden oluşan ekibinin yaptıkları analiz ve sınıflandırmaların sonucu, Bush hükumetinin şu anki stratejisini yeniden gözden geçirmeye büyük ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Aşağıda, intihar teroristleri hakkında tüm Amerikalılar’dan daha fazlasını bilen biriyle yapılmış röportajı okuyacaksınız.
The American Conservative: Yeni kitabınız Dying to Win’in bir de alt başlığı var: İntihar Terorizminin Mantığı. Bize kısaca, kitabın hangi sava dayandığını, kitap için hangi araştırmaların yapıldığını ve çıkardığınız sonuçları anlatır mısınz?
Robert Pape: Geçtiğimiz iki yıl boyunca, 1980’le 2004 yılı ortaları arasında gerçekleştirilen bütün intihar saldırılarını kapsayan ilk küresel arşivi oluşturdum.
Bu araştırma sadece İngiliz dilinde yapılmadı, bir çok yerel dil de –Arapça, İbranice, Rusça, Tamilce ve diğerleri– kullanıldı. Böylece, yalnızca gazetelerden değil, terorist grupların ürettiklerinden de bilgi topladık. Terorister çoğunlukla yaptıkları işten büyük gurur duyar, yaptıklarının yaşadıkları bölgede bilinmesi için albümler de dahil her çeşit bilgi kaynağını üretirler; bunlar da intihar-terör saldırılarının anlaşılmasında çok yarar sağlar.
Bu çeşitli ve bol bilgi, intihar terorizminin ardında yatan saikler konusunda ortaya yeni bir resim ortaya koyuyor. Bir çok insanın düşündüğünün aksine, intihar terorizmi, İslamî köktencilikle yakın ilişkili bir konu değil. Bu konuda dünya şampiyonu, yakından tanımıyor olabileceğiniz bir gruba ait: Sri Lanka’daki Tamil Kaplanları.
Bu, Marksist, dinle alakası olmayan bir grup. Ülkenin Tamil bölgelerinde yaşayan Hindu ailelerden adam devşiriyor. Ünlü intihar yeleğini, Mayıs 1991’de gerçekleştirdikleri Rajiv Ghandi suikastini yapmak için onlar icat etti. Filistinliler intihar yeleği fikrini Tamil Kaplanları’ndan aldılar.
TAC: Eğer İslamî köktencilik, bu grupların eylemlerinde temel nokta olmuyorsa, temel sebep nedir?
RP: İntihar-terör saldırılarının ezici çoğunluğu dinî sebeplerle değil, açık bir stratejik amaçla gerçekleştiriliyor: Modern demokrasileri (teroristlerin) kendi anavatanları olarak gördükleri bölgeden çekilmeye zorlamak. Lübnan’dan Sri lanka’ya, Çeçenistan’dan Keşmir’e, Gazze Şeridi’ne kadar gerçekleştirilmiş olan bütün büyük intihar saldırıları –olayların %95’inden fazlası– demokratik devletleri bölgeden çekilmeye zorlamayı kendilerine temel hedef olarak görüyordu.
TAC: Amerikan seçimleri sırasında Bush’un politikalarını destekleyenler tarafından ileri sürülmüş bir iddia vardı. Teroristlerle burada savaşmamak için orada savaşmamız gerekiyor diyorlardı. Oysa, bulgularınız bu iddiaların tam aksini gösteriyor.
RP: İntihar terorizmi temelde İslamî köktenciliğe değil de yabancı işgaline bir cevapsa, oradaki Müslüman toplumları dönüştürmek için kullandığımız ağır askerî güç –tabii eğer dönüştürülebilirlerse– sadece bize karşı düzenlenen intihar saldırılarını artırmaya yarıyor gibi görünüyor.
1990’dan itibaren Birleşik Devletler (ABD) onbinlerce askerini Arabistan Yarımadası’nda konuşlandırıldı. Bu, Usame Bin Ladin ve El Kaide’nin seferberlik için temel çekim noktası oldu. Onların bize orada saldırmalarının daha iyi olduğu önermesini ileri süren insanlar, şunu gözden kaçırıyorlar: İntihar terorizmi tüm dünyada sayıları birkaç yüz kadar olan köktendincinin buna talip olduğu, kısıtlı insan kaynağına sahip bir olgu değil. Bu, talebe dayalı, itici gücünü talebin oluşturduğu bir fenomen. Yani, teroristlerin anavatan olarak gördükleri topraklarda yabancı güçlerin varlığıyla harekete geçen bir süreç. Irak’taki operasyon, intihar terorizmini kışkırttı ve ona yeni bir yaşam kaynağı sağladı.
TAC: Irak’ın işgalinden biraz geriye, 11 Eylül saldırılarına dönecek olursak, Usame Bin Laden ve El Kaide’nin yaptığı ajitasyonn ve propagandanın insanları çeken yönü neydi?
RP: Usame Bin Laden’in konuşma ve vaazları 40, 50 sayfa uzunluğunda olur. Hepsinin girişinde de Arabistan Yarımadası’na savaşmak üzere gelmiş onbinlerce Amerikan askeri bulunduğunun altı kalın kalın çizilir.
Bin Laden 1996’da ABD’nin büyük bir planı olduğunu söylemeye başladı. Buna göre, Amerikalılar, savaş güçleriyle Irak’ı fethedecek, ülkeyi 3 parçaya ayırıp birini İsrail’e verecek, böylece İsrail topraklarını genişletecek, ardından aynı plan Suudi Arabistan’da uygulanacaktı. Gördüğünüz üzere, biz de onun öngörülerini yerine getiriyoruz ve bu durum, onun davasını yayma amacına muazzam fayda sağlıyor.
TAC: Arabistan Yarımadası’nda konuşlandırılmış birliklerimiz olduğu gerçeği, Amerika’da hiç de hararetli bir tartışma noktası değildi. Körfez’de yaşayan insanların ve Suudiler’in ne kadarı bu durumun farkındaydı?
RP: Biz, eğer birliklerimiz ortalarda çok görünmezlerse, onları yabancı ülkelere konuşlandırmakta bir sakınca yoktur şeklinde düşünmeyi seviyoruz. Gerçek şu ki, oralarda ortalarda görünmeme işini gayet iyi idare ettik. Askerlerimizi Suudi toplumundan olabildiğince uzak tuttuk. Ancak, burada mihenk noktası Amerikan birliklerinin bariz savaş gücü. Hava kuvvetleriyle bütünleşen onbinlerce Amerikan askeri, korkunç büyüklükte bir güçtür.
Tabii, şimdi Arabistan Yarımadası’nda 150 bin askerimiz var. Arabistan Yarımadası daha önce hiç olmadığı kadar denetimimiz altında.
TAC: Problemi kabaca iki parça olarak ele alırsak, Batı’nın kültürel olarak red edilmesinin etkisi ile Müslüman topraklarında Amerikan askerlerinin bulunmasının etkisini nasıl oranlarsınız?
RP: Kanıtlar açıkça gösteriyor ki, Amerikan birliklerinin varlığı, intihar terorizminin temel nedeni.
Eğer temel sebep İslamî köktencilik olsaydı, İslami köktenciliğin en yoğun olduğu ülkelerden grupları da en aktif biçimde bu eylemlerin içinde görürdük. Mesela İran 70 milyonluk nüfusuyla Irak’tan da, Suudi Arabistan’dan da üç kat fazla nüfusa sahip. Ancak, şu ana kadar El Kaide’nin İran kaynaklı intihar teroristi hiç olmadı. Ayrıca Irak’ta da İranlı intihar teroristi olduğuna dair hiç belge yok.
Sudan 21 milyon nüfuslu bir ülke. Aşırı dinci bir hükumet tarafından yönetiliyor. Sudan’ın ideolojisi Usame Bin Laden’e o kadar yakındı ki, 1990’lı yıllarda kendisi Sudan’da üç yılını geçirmişti. Ne var ki, şu ana kadar El Kaide’nin Sudan’dan da intihar teroristi çıkmadı.
1995 ile 2004’ün ilk ayları arasında El Kaide adına intihar eylemi gerçekleştirmiş her kişi ile ilgili tam bilgiyi ilk kez ben topladım. Görünen o ki, İslamî köktenciliğin yoğun olduğu büyük ülkelerden değiller. Bunların üçte ikisi 1990’dan itibaren ABD’nin ağır askerî yığınak yaptığı ülkelerden çıkmış.
Burada bir diğer önemli nokta da Irak’ın kendisi. Bizim işgalimizden önce Irak tarihinde hiç intihar-terorist saldırısı olmamıştı. Bir tane bile. Irak’ı işgal ettiğimizden beri intihar terorizmi büyük bir hızla tırmandı. 2003’te 20, 2004’te 48, 2005’in ilk beş ayında 50 saldırı gerçekleştirildi. ABD’nin Irak’ta 150,000 asker tuttuğu her sene, saldırı sayısı ikiye katlandı.
TAC: Yani sizin değerlendirmeniz, bugün 2003’tekine oranla daha fazla intihar teroristi ya da potansiyel intihar teroristinin bulunduğu yönünde.
RP: Dünyanın çeşitli yerlerinde 1980’den beri görevini tamamlamış, yani kendini öldürmüş, 462 intihar teroristinin saldırısıyla ilgili demografik bilgi topladım. Topladığım bilgiler çoğunun yeni gönüllüler olduğunu ortaya koyuyor. Çok azı daha önce suç işlemiş. Çok azı uzun zamandır terorist bir gruba mensup. Pek çoğu için şiddetle ilk tanıştıkları an, kendi intihar-terör saldırılarını gerçekleştirdikleri an oluyor.
Bizim Irak’ı işgalimizden önce Irak’ta beklemede olan intihar-terör grupları olduğuna dair hiç bir delil yok. Olan şey şudur: İşgal; intihar teroristlerini yaratmıştır.
TAC: Irak’ta kimlerin intihar saldırılarına teşebbüs ettiğini biliyor muyuz? Daha çok Iraklılar mı, yoksa bölgedeki diğer ülkelerden sızan gönüllüler mi bu tip saldırıları gerçekleştiriyor?
RP: Şu an elimizde bulunan bilgilere göre, Irak’taki intihar teroristleri iki gruptan geliyor. Iraklı Sünniler ve Suudiler. Bu iki grubun ait olduğu cemaatler Amerika’nın Arabistan Yarımadası’nda konuşlandırdığı büyük askerî gücün yaratacağı dönüşümden en fazla etkilenen gruplar. Bu durum, intihar terorizminin stratejik mantığıyla tam bir tutarlık içinde.
TAC: El Kaide’nin ABD’de saldırı gerçekleştirebilme kapasitesi var mı? Böyle bir kapasiteye sahip değillerse, bu durumun sebebi Irak’taki durumun ellerini bağlıyor olması mı? Yoksa Amerika’ya saldırmamak gibi bir stratejik karar mı aldılar? Bu kararı neden almış olabilirler?
RP: El Kaide yakın zamanda ABD’ye saldırmamak üzere karar almış gibi görünüyor. Böyle söylememin sebebi sadece gerçekleştirilen saldırılardan edinilen deneyimlere dayanmıyor, Norveç istihbarat servisinin ele geçirdiği bir El Kaide belgesi sayesinde bunu biliyoruz. Belgede El Kaide’nin Amerika kıtasına saldırı gerçekleştirmemesi gerektiği, enerjisini Amerika’nın müttefikleri üzerinde yoğunlaştırarak koalisyonu bölmeye çalışması gerektiği yazılıydı. Belge El Kaide; İngiltere, Polonya ya da İspanya’nın vurulmasını uygun buluyor, Mart 2004 seçimlerinden hemen önce İspanya’ya saldırı düzenlenmesinin iyi olacağı sonucuna varıyordu. Kelimesi kelimesine şöyle yazıyordu: “İspanya’nın koalisyondan çekilmesi için iki ya da en fazla üç saldırı gerekir, ardından diğerleri de domino taşları gibi düşeceklerdir.”
Olan tam da bu oldu. Bu belgenin kaleme alınmasından altı ay sonra El Kaide İspanya’da Madrid saldırılarını gerçekleştirdi. Bu saldırılar sonucunda İspanya koalisyondan ayrıldı ve diğerleri de onu takip ettiler. Böylece, El Kaide saldırı gücünü net bir şekilde göstermiş oldu. Aslında bu güç zaten ortadaydı. 11 Eylül’den önce gerçekleştirdiklerinden fazla sayıda saldırıyı 2002 yılından beri gerçekleştirmeyi başardılar. 2002’den beri 15 intihar saldırısı düzenlediler. El Kaide zayıflamadı, aksine güçlendi.
TAC: Terörle savaşta zafer, en azından Amerika’nın durumunda düzelme olması için ne gerekiyor?
RP: Bizim için zafer, hayatî çıkarlarımızdan feragat etmeden, Amerikalılar’ın intihar saldırılarına maruz kalmasını engellemektir. Basra Körfezi olayında bunun anlamı, petrolü güvenlik altına alırken yeni bir intihar teroristleri kuşağının ortaya çıkmasını teşvik etmememizdir.
ABD 1970 ve 1980’lerde çıkarlarını Arabistan Yarımadası’na tek bir asker konuşlandırmadan korudu. Bunun yerine, bugün de yapabileceğimiz gibi, Irak ve Suudi Arabistanla bir birlik oluşturduk. Günümüzde denizdeki hava kuvvetlerimiz daha fazla iş görüyor, daha az değil. Ayrıca, bir kriz çıkması durumunda bölgeye çok sayıda asker sevkedebilmek için birçok askerî üs kurduk.
“Offshore balancing” (dışarıdan dengeleme) olarak adlandırılan bu strateji 1990’da Saddam Hüseyin’e karşı gayet iyi işlemişti. Bugün hem petrol kaynaklarını korumak, hem de yeni intihar teroristlerinin ortaya çıkmasını engellemek için elimizdeki en iyi strateji de bu.
TAC: Usame Bin Laden ve diğer El Kaide liderleri “Haçlı-Siyonist birliğinden” bahsettiler. Bugün Irak’ta olmasaydık, intihar saldırılarını beslemeyecektik. Hatta uygun politikalar yardımcı olmuş olsaydı, bir Filistin Devleti olacaktı. Ancak bunlar İsrail’i istemeyenleri yatıştırmazdı.
RP: Ben sadece inthar saldırısı gerçekleşen yerlerde değil, intihar saldırısı geçekleşmeyen yerlerde de çalıştım. Her yabancı işgali inithar terorizmini doğurmuyor. Neden bazıları doğuruyor da diğerleri doğurmuyor? Pek çok insanın düşündüğü şekilde olmasa da, işte burada din devreye giriyor. Bir işgalin intihar terorizmi yarattığı her olayda, işgalciyle işgal edilenin dininin farklı olduğunu görüyoruz. Bu sadece Lübnan ve Irak gibi yerlerde değil, Sri Lanka’da da oluyor. Sinhâlâ Budistleri Hindu Tamillerle problem yaşıyor.
İşgalciyle işgal edilenin dinlerinin farklı olması terorist liderlere işgalciyi en vahşi şekillerde şeytanlaştırma şansını veriyor. Tabii hâlâ işgalcinin orayı işgal ediyor olması gerekiyor. Usame Bin Laden fikirlerini yabancı birliklerin varlığı olmadan da ortaya koyabilirdi, ancak bu pek gerçekçi ve inandırıcı görünmezdi. Bu suçlamalara gerektiği gibi cevap veremiyor olmamızın sebebi, bizim gerçekten de Arabistan Yarımadası’nda onbinlerce asker bulunduruyor olmamızdır.
TAC: Anti Amerikan intihar teroristlerinin yeni kuşağı şimdiden yaratılmış durumda mı? Analizlerinizin doğru olduğunu ve Irak’tan çekildiğimizi varsayarsak, durumu yavaşlatmak için yine de çok mu geç kaldık?
RP: Her ne kadar son 20 yılın tarihi tam tersini söylese de, bir çok insan intihar teroristleri kitleler halinde saldırmaya başladığında artık bu saldırıları durdurmanın imkânsız olduğunu düşünür. İşgalci güçler vatan toprağını terk ettiğinde, bu saldırılar çoğu zaman hemen kesilir.
Mesela 1982 1986 yılları arasında 41 intihar saldırısı düzenlenmiş olan Lübnan’da, ABD ile Fransa silahlı güçlerini çektikten ve İsrail altı millik tampon bölgeye çekildikten sonra, intihar saldırıları kesildi. Tamamen durmadılarsa da, intihar terorizmi furyası bitti. İsrail birliklerini Lübnan’dan tamamen çektiğindeyse, İntihar teroristleri İsrail’i Tel Aviv’e kadar takip etmediler.
İkinci Filistin intifadasının gelişimi de aynı çizgiyi izledi. İsrail, Filistin kontrolündeki bölgeden çekileceğini, en azından vaad ettiğinde (başka faktörlerle birlikte) bu vahşi intihar-terör saldırılarında gözle görülür bir azalma oldu. Bu, askerî güçlerin bölgeden çekilmesinin terorist liderlerin daha fazla intihar teroristi bulmasına engel olduğuna dair bir başka kanıt.
Tabii bu, varolan intihar teroristlerinin devam etmek istemeyeceklerini göstermez. Ben Usame Bin Laden’in hayatında yeni bir sayfa açıp, birdenbire George Bush’a oy vermeye başlayacağını iddia etmiyorum. Yine de davaya bağlı küçük bir grup kalacak, ancak konu Usame Bin Laden’in varlığıyla bağlantılı değil, kimsenin pek onu dinlediği de yok. Konu, bu saldırıların durması ve Amerikalılar’ın intihar saldırısı tehditinden kurtarılması gerektiğidir.
TAC: Müslüman olmayan bir çok intihar teroristi örneği gösterdiniz; peki, hiç Hıristiyan intihar teroristi oldu mu?
RP: Hıristiyan gruplardan böyle bir saldırı gelmedi, ancak 1980’lerde Lübnan’da intihar saldırganlarından sadece sekizi İslamcı militandı. 27’si komünist ve sosyalist gruplardan çıktı, üçü de Hıristiyandı.
TAC: IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) intihar terorizmini hiç kullandı mı?
RP: IRA kullanmadı. İntihara kalkışan IRA militanları oldu: ünlü açlık grevi 1981’de olmuştu. IRA vakasında eksik olan şey, intihar etmeyi, kendilerini öldürmek istememeleri değil, başkalarını öldürmeye çalıştıkları intihar- terorist saldırıları idi..
IRA’nın şiddet kullanma çizgisine baktığımızda, çoğu öldürme amaçlı saldırının 1970’lerde yoğunlaşmış olduğunu görürüz. 1980’lerin ortalarından 1990’lara doğru bu saldırılarda dramatik bir düşüş yaşanır. Bunun önemli bir sebebi İngiliz hükumetinin tutumudur. 1980’lerin ortalarından başlayarak IRA’nın sıradan şiddet eylemleri karşısında birçok ödün verdi. Aslında, 1980’lerde gizli görüşmeler başlamıştı. Bu görüşmeler açık görüşmelere, onlar da Good Friday Accords’a/ Kutsal Cuma Anlaşması’na (ateşkes) yol açtı. Eğer IRA vakasının gelişimine bakarsak, örgütün neredeyse istediği her şeyi sıradan şiddet yoluyla elde edebildiğini görürüz.
Bir intihar teroristinin amacı ölmek değil, öldürmektir. Amaç, hedef toplumdan olabildiğince çok sayıda insanı öldürerek, o toplumun politikaları değiştirmesi için hükumete baskı yapmasını sağlamaktır. Hükumet politikayı zaten değiştiriyorsa, en azından 25 yıldır kullanıldığı şekliyle, intihar terorizmi ortaya çıkmaz.
TAC: Sizce, El Kaide’nin bir stratejik karar değişikliği yaparak Körfez’deki Amerikan asker ve gemilerine saldırmayı bırakıp, ABD’de yaşayan sivillere saldırmaya başlaması yolunda bir kararı olmuş mudur?
RP: Buna evet diye cevap verebilmeyi çok isterdim. Çünkü o zaman insanlar bu mülakatı okurken daha rahat olurlardı.
Gerçek şu ki, sadece El Kaide vakasında değil, genel olarak tüm intihar terorizmi saldırılarında, örgütlerin bazı durumlarda askerî, bazı durumlarda sivil hedeflere saldırmak gibi bir kurala bağlı hareket ettiklerini gösteren bir kanıt yok ortada.
Aslında, intihar terörünü kullanan grupların rutin bir şekilde hem sivil, hem de askeri hedeflere saldırdıklarını görüyoruz çoğu zaman. Ve çoğu zaman askerî hedeften kasıtları da mesaisini tamamlamış, dolayısıyla bir saldırı beklemeyen, polis memurları oluyor. İntihar-terör saldırısı düzenleyen gruplar, gerçekte savaşmak üzere hazırlanmıyorlar.
İntihar teroristlerinin hedef seçerken dikkate aldıkları noktalar, belli kurallardan çok operasyonel durumlara ve kriterlere göre belirleniyor. Zayiat sayısını azamî düzeye çıkarabilecekleri hedefler arıyor gibiler.
Mesela Batı Şeria örneğinde, Hamas ve İslamî Cihad’ın, çoğu yerleşimcilere karşı olmak üzere, intihar saldırıları yerine sıradan gerilla saldırıları düzenlediklerini görüyoruz. İntihar saldırılarını ise İsrail topraklarında eylem yapabilmek için kullanıyorlar. İkinci İntifada’da gerçekleştirilen intihar saldırılarının %75’i İsrail toprağında, sadece %25’i Batı Şeria’da oldu.
TAC: Sizce Kitle imha silahlarının (WMD) bir Amerikan şehrinde kullanılması olasılığı nedir?
RP: Bence bu sorunun cevabı, tümden değilse bile ağırlıklı olarak, silahlı kuvvetlerimizin Basra Körfezi’nde ne kadar kalacağına bağlı. Amerika’ya karşı terör, intihar terorizmi ve felaket terorizminde temel saik, yabancı işgaline, yani askerlerimizin varlığına, cevap verme ihtiyacıdır. Askeri güçlerimiz Arabistan Yarımadası topraklarında ne kadar uzun süre kalırlarsa, yeni bir 11 Eylül saldırısı olması riski de o kadar artacaktır. Bu, ister intihar saldırısı, ister nükleer saldırı, isterse de biyolojik saldırı şeklinde olsun.
Çeviren: Avi Haligua