10 Ağustos 2008Sema Gül
Size bunları yazmamın sebebi, öldürmenin değil de öldürmeye karşı çıkmanın "suç" olarak kabul edildiği bir hukuk sisteminde Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi'nde maruz kaldığım bir uygulamayı paylaşmak. Benim tutuklanma sebebim, devletin deyimiyle "suçum", insan olmanın gereği olduğunu düşündüğüm 26 Eylül 1999 tarihinde Ulucanlar Hapishanesi'nde 10 siyasi tutuklunun "devlet görevlilerince" öldürülmesini protesto etmek. Bu durum TBMM tarafından da belgelendirildiği halde bugün hâlâ sorumlular cezalandırılmadı. Sorumlulardan Albay Ali Öz'ü son günlerde Hrant Dink'in katledilmesi olayında da ihmali olduğu gerekçesiyle ve kendisine verilen istihbaratı neden değerlendirmediği sorusuna verdiği "hatırlamıyorum" cevabıyla bir kez daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Onun hafıza problemi olabilir, ancak bizler hiçbir zaman unutmadık.Ben, öldürülen tutuklulardan "Ümit Altınbaş'ın cenazesine katılmak ve katliamı protesto etmek suçu"ndan dolayı 9 yıl sonra tutuklandım. 40 kişiyle birlikte yargılandığım bu dava, Yargıtay'da zamanaşımına uğradığı için düştüğü halde hukuksuz bir şekilde sadece benim tutuklanma kararımın kesinleştiğini, 2007 Aralık ayında ziyaret için geldiğim Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi'nde "aranmam olduğu" gerekçesiyle gözaltına alındığımda öğrendim. Trajikomik bir şekilde ziyarete geldiğim hapishaneye bir hükümlü olarak girmiş bulundum. Ve şu anda da mahkemenin verdiği "ceza süresi" dolduğu, tahliye olmam gerektiği halde, hapishane idaresince "iyi halli olmadığıma" karar verilerek tahliyem engelleniyor. Gerekçe ise verilen "disiplin cezaları".
Mahkemeler üstü yetkiCeza içinde ceza uygulaması, verilen keyfi disiplin cezaları, buralarda yaşadığımız en büyük sorunlardan biri. En ufak bir hak talebimiz, hakkımızı savunmamız, en üst boyuttan disiplin cezalarıyla karşılık buluyor. 2005 yılında hapishanelerde uygulamaya konulan Ceza İnfaz Kanunu (CİK) hapishane idarelerine hükümlülerin infazını yakma yetkisi veriyor. Yani normal tahliye olması gereken tarihte kaldırılmamış "disiplin cezası" varsa hükümlünün tahliyesi hapishane idaresi tarafından engelleniyor. Ve idare de bu "yetki"sini kullanmaktan asla imtina etmiyor!
"Disiplin cezası" verilme nedeni ise maruz kaldığımız hak ihlallerini, yasaların idarelerce nasıl keyfi bir şekilde uygulandığını göstermesi açısından çok çarpıcı bir örnek. Olayın gelişimi şöyle:11 Nisan 2008 tarihinde normalde açık olması gereken saatte havalandırma kapımızın kilitlenmesini istemememiz, havalandırma hakkımızın gasp edilmesine karşı çıkmamız üzerine darp edilerek zorla hücrelerimize kapatıldık. Ve ardından hakkımızda "aramaya engel olmak"tan disiplin soruşturması açılarak "iki ay ziyaret yasağı" ile cezalandırıldık. Bu da yetmiyormuş gibi, darp edildiğimiz doktor raporlarıyla belgelendiği halde "görevli memuru darp ettiğimiz" iddia edilerek C. Savcılığı'nda da dava açıldı.
Kısacası hapishane idaresinin verdiği "disiplin cezası" nedeniyle 17 Temmuz'da tahliye olmam gerekirken, hapishane idaresi kendisine verilen "mahkemeler üstü yetki"ye göre "iyi halli olmadığıma" karar vererek infazımı yakıp "disiplin cezası" süresi 8 Temmuz'da dolduğu halde bir de üç ay kaldırılma tarihini ekleyerek 6 Ekim'e kadar tahliyem engellenmiş oldu. Tabii bu arada yeni bir "disiplin cezası" daha verilmeye gerek duyulmazsa...
Şu anda trilyonlarca yolsuzluklarla devleti dolandıranlar, insanları katledenler ellerini kollarını sallayarak dışarda yeni katliamlarının, yolsuzluklarının planlarını yaparken, bizler insan olmanın gereği olarak sesimizi yükselttiğimiz için tecrit hücrelerinde tutuluyoruz. Üstelik de mahkemenin verdiği süre dolduğu halde bir de hapishane idaresinin keyfi verdiği cezaları nedeniyle...
SEMA GÜL: Ankara Kadın Kapalı Cezaevi