"İlintili" Ortadoğu Cehaleti

-
Aa
+
a
a
a

Erdal Güven,  27 Şubat 2005'teki Radikal'de "Ortadoğu nereye, Türkiye nereye?" başlıklı yazısına Ortadoğu'da yaşanan "değişimler"den duyduğu memnuniyeti özetleyerek başlıyor: "Filistinliler, şiddeti siyasi mücadele aracı olarak görmeyen birini başbakan yapıyor" diyor. Sanki, diğer adaylara demokratik ve özgür bir seçim atmosferi yaratılmış gibi, sanki Abbas'ın temsil ettiği El-Fetih çizgisi, seçimlere tek vücut olarak katılabilmiş gibi. Keza, yazının devamında da bizzat kendisinin bahsettiği Ortadoğu'da yükselen "sivil toplumun" en önemli simalarından başkanlık adayı Dr. Mustafa Barghouthi'nin seçim çalışmaları sırasında başına gelenlere bakmak , Marwan Barghouti'nin hangi koşullarda adaylıktan çekildiğini incelemek, meselenin özünü anlamakta yeterli olacak. "Hayır, sonuç itibariyle, halk yine Abbas'ı büyük çoğunlukla seçti" diyecektir. Desin, ki o zaman şöyle bir soru da son derece manidar olacaktır: Son yerel seçimlerde oldukça yüksek oy oranları ile, başta Gazze Şeridi olmak üzere birçok bölgede seçimi kazanan, "şiddeti siyasi mücadele" yöntemi olarak benimseyen HAMAS'ı seçen aynı Filistin halkı değil miydi?

 

Demek "terörist" deyip kurtulamıyoruz. Yoksa, silahlı kanadının yanında, çok sayıdaki taban örgütleri ile toplumsal hizmet vermek kadar, yardımları da organize eden ve hatta Birleşmiş Milletler bölge sorumluları tarafından yardım dağıtımlarında en güvenilir örgütlerden biri olarak gösterilen HAMAS'ın ne menem bir şey olduğunu anlamak için "başka türlü bir çaba" gerekiyor. Desteklemek başka, "destek"in nedenleri üzerine ("şiddet sarmalı ve çaresizlik" ezberi dışında) kafa yormak başka. Ama ne gereği var o kadar yoğun mesaiye, düğmeye basıldı bir kere, "okumak gerekir bildik teraneyi, bildik dilden".

 

Doğu'yu anla(ma)mak

 

Güven, devam ediyor; "Irak'ta serbest seçim düzenleniyor". İşgal topraklarında, metrekareye sivilden çok işgal askerlerinin, direnişçilerin, çetelerin ve silahın düştüğü yerde "serbest seçim"! (bkz. Naomi Klein, The Nation...)

 

100.000 Iraklının hayatına mal olan işgal seçiminde, "milyonlarca Iraklının" hangi serbest ve özgür araştırma raporuna göre sandığa gittiği de meçhulken.Olası "serbest" araştırma uzmanları üniversitelerde gözaltındayken, işgal başladığından beri başta tıp ve mühendislik alanlarında öldürülen akademisyenlerin neden ve kim tarafından öldürüldüğü, işgal kuvvetlerince araştırma gereği bile duymazken, "milyonlarca Iraklı" seçime katıveriliyor! (Irak Ulema Konseyi Üyesi İsam El-Rawi ile yapılmış bir görüşmeyi okumak için tıklayın) O vakit, böylesi seçime "serbest" denirse, böylesi yoruma da ya "serbest atış" ya da "post-Rice" güdümlü yorumun endam-ı arzı diyebiliriz.

 

Öte yandan, Irak'ın kimlik temsiliyetleri üzerinden bölünmesini her ne kadar sadece ABD güdümlü bölge haritalandırması ile açıklamak mümkün değilse de, klasik bir "böl, yönet"e varan bu çizgiden nasıl bir "demokrasi" çıkacağı da şüphelidir. Madem, Doğu'yu anlama yolculuğumuz inatla "Batı Ekspresi" ile yapılacak, o vakit demokrasi tarihi, dolayısıyla seçimler meselesini de o minvalde tartışmak elzem oluyor. Hani, toplumsal sınıflar ve çıkarlar üzerinden kurulan ilişkiyle biçimlenen temsiliyetlerin özgür, demokratik ve güvenli bir seçim ortamında, iktidarın ne için, hangi sınıf için istendiği klasik Batı demokrasisi rutini var ya... Ama daha o kadarı için erken deniyorsa, o vakit bu tartışmaya daha başından koca bir soru işareti koymak gerekiyor mu?

 

Korkulan değişim

 

Devam edelim; Güven hızını alamıyor; "Hıristiyan'ı, Müslüman'ı, Dürzüsüyle Lübnanlılar sokağa dökülüp Suriye'den ülkedeki siyasi ve askeri varlığını sona erdirmesini istiyor..." diyor. Uzun zamandır sesi sedası çıkmayan Lübnan'da, kimliği belirsiz bir bombalama, oldukça sofistike şekilde korunan eski başbakan Hariri'yi öldürüyor, hiçbir kurtulma şansı vermeden. (Bu konuda daha fazla okumak için: Stephen Zunes, Jim Lobe, Robert Fisk)

 

Ne korkutmak, ne yıldırmak, alenen yok etmek amaçlı bir eylem. Oldukça tanıdık bir yöntemle, oldukça "karanlık" bir imzayla. Peki, tüm gözler Suriye'ye çevrilmişken, böylesi bir eylemi Suriye'ye adreslemek, nasıl bir aceleci "siyasi analiz"in ürünü olabilir. Her şey Ortadoğu'nun Balkanlaştırılması (bkz. 28 Şubat tarihli Gilbert Achcar söyleşisi) ve kontrolü planlarına, hadi bunun teorik imzasını da koyalım; Büyük Ortadoğu Planı'na, ne kadar uygun. Kendi ülkesinde, herhangi etnik temsiliyete zerre tahammül gösteremeyenler, mesele Ortadoğu olunca her türlü okumayı etnik ve dini kimlikler üzerinden yapıveriyor. Irak'ta ABD güdümlü etnik ve dini temsiliyet talebinden sonra, Lübnan'da bu kimlikleri sertleştirecek provakatif bir eylem gerçekleştiriliyor. Ortam, bu kadar karanlıkken, bu kadar "komplo teorileri"ne açıkken, Ortadoğu nur topu gibi bir "değişim" doğuruyor! Yazar böyle buyurunca, "üstümüze iyilik sağlık" demeden edemiyoruz. "Bombalı değişimler" uzak dursun diyoruz!

 

The Andich

 

Ve öldürücü darbeyi vuruyor: "Kulağa klişe gelse de gerçek o ki değişim rüzgârları esiyor Ortadoğu'da". Kulağa "klişe"den çok "gerçek" vurgusu batıyor. Bahis konusu olan Ortadoğu mu,  yoksa Yüzüklerin Efendisi'nin Ortadünya'sı mı belli değil! Sanki esen, sosyal hareketleri ile, sivil toplumu ile aşağıdan yukarı  kendiliğindenci değişim rüzgârları! Doğu'nun değişimine Batı'lı kodlarla yaklaştığı için, kendisine o terminolojide cevap vermek durumunda kaldığımız için anıyoruz, sivil toplumu, sosyal hareketleri...

 

Güven'in yazısı, yayımlandığı anda bildik bir yan anlamlar bütününün parçası oluyor. Washington Post'taki "malum" yazının sonrasında Condeeleza Rice'ın ziyaretiyle taçlanan, "adresli hizaya sokma"nın potasında toplanıyor. Durum vazifesini, bu tip "tekmillere" verdiği hızlı reflekslerle malum basınımız nezdinde çıkarıyor. Bir başka Ortadoğu çıkıveriyor, bir an Ortadoğu'nun içinden. Radikal "dış haberler"in köşesinde vücut buluyor ve yine bildik oryantalist bakış beliriyor memleket gazetelerinde! Hele Doğu'ya bu kadar yakınken, yazmadan önce az biraz daha çaba göstermek gerekirken. Olmuyor, olamıyor! Yazı aynen şöyle bitiyor: "Iraklılara 50 yıl sonra kimlerce ve nasıl yönetilmek istediklerine ilişkin söz hakkı verildi. Milyonlarca Iraklı sandığa gidip oy kullandı. Türkiye'den akılda kalan tek 'tepki' Erdoğan'ın seçimlerin meşruiyetini sorgulayan demeciydi..."

 

Washington mahreçli "The Andich" (Andıç) sonrası, Türkiye-ABD ilişkilerini yeniden yapılandırmanın söylemi böyle olacak anlaşılan. Lakin, işleri biraz zor gözüküyor. "Yeni bir ilişki mümkün" derken, yeni bir söylemi yaratmak hiç de kolay değil. Hele eldeki malzeme buysa!

 

Yazı ilk olarak www.haysiyet.com'da yayımlanmıştır.*Fotoğraf: Ghaith Abdul-Ahad/Getty Images