Hrant Dink Cinayeti Davası Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

 

 

Ömer Madra: Dink ailesinin avukatlarından Bahri Belen konuğumuz. Hoşgeldiniz!

 

Bahri Belen: Hoşbulduk.

 

ÖM: Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinden 2 yıl geçti. Bugün sizinle, çok yakından takip ettiğiniz, içinde yer aldığınız için daha çok hukuki boyutlarından bahsetmek istiyoruz. Çok iyimser olmaya imkân yok biliyorum, ama arada bir de iyi haberler duyuyoruz, mesela bugün Milliyet'te gördüğümüz bir haber var, "Dink cinayetinden iki istihbaratçıya inceleme" diye. Sabah gazetesinin Pazar ekinde, Şirin Sever de, yine Dink ailesinin avukatlarından Fethiye Çetin'e davanın gidişatını sorduğunda, "2009 yılında darbe planlanıyordu biliyorsunuz, bana kalırsa bu üçlü de, yani Erhan Tuncel, Yasin Hayal ve Ogün Samast, her üçü de cezaevinden çıkacaklarını düşünüyorlardı bir darbeye bağlı olarak, ama 2009 geldi ve olmuyor bekledikleri" diyor Fethiye Çetin. Ergenekon soruşturmasıyla ve yapılan hazırlıklarla birleştiriyorum bunu. Ne diyorsunuz bu çerçevede?

 

BB: 2009'da darbe olur muydu, olmaz mıydı bilmiyorum veya 2010'da mı olurdu tam bilmiyorum, ama aslında 12 Mart'ı ve öncesini, 12 Eylül öncesini ve sonrasını çok sıcak ve bir çok olayın içinde, davanın içinde yaşayarak gözlemlediğim için, bu süreçte de böyle bir darbeyi teşvik edici, darbeyi kışkırtıcı olaylar zincirlemesini doğrusu ben de hissediyordum, yani hissettim. Düşünün, Trabzon'da Rahip Santoro'nun öldürülmesi; yine Trabzon'da, "PKK ile ilgili bildiri dağıtıyorlar" diye, aslında onunla hiç ilgisi olmayan Tayad'lı gençlere linç girişimi; Eskişehir'de yine bildiri dağıtanlara linç girişimi; arkasından Hrant'ın öldürülmesi; Malatya'daki Zirve Yayınevi olayı,  İzmir'de bir rahibin öldürülmesi teşebbüsü vs. Bunlar aslında çok ciddi olaylar. Evet bir çatışma ortamı yaratıldı ve bu çatışma ortamını durdurmak için genellikle Türkiye'de bir darbe ihtiyacı ve meşruiyeti tartışılır ve sonuçta da "bu meşru nedenlerle, ülkeyi kurtarmak, bu kardeş kavgasını durdurmak için bunları yaptık" denir. Böyle bir şeyi ben de hissediyorum. Ergenekon soruşturmasında çıkan silahlara, bombalara, mermilere baktığımız zaman, böyle bir ortamı yaratmak için bir takım şeylerin yapıldığını da düşünüyorum, bu da benim geçmişten gelen deneyimim ve bir sürü dava dosyasında gördüklerimi, okuduklarımı, değerlendirerek edindiğim bir izlenim.

 

Hrant'ın öldürülmesi gerçekten Türk siyasal tarihinin önemli cinayetlerinden birisi, siyasi bir cinayet. Bu tür cinayetler düşünen insanlara karşı, yazan insanlara karşı, gazetecilere, aydınlara, yazarlara, bilim insanlarına, sendikacılara, muhalif siyasetçilere karşı işlenen cinayetlerdir. Böyle olduğu için hep bu işin içinde devlet var, hükümet mi, derin devlet mi, ama devletin belli kurumu bir şekilde var. "Davanın neresindeyiz?" diye sordunuz, davada çok önemli bir mesafe katettiğimiz kanısındayım.

 

ÖM: Öyle mi?

 

BB: Evet. Öncelikle Beşiktaş'ta devam eden duruşmaya ben "tetikçilerin davası" diyorum. Yani olayı, ateş edeceği silahı, günü ayarlayan insanların, hatta ayarlayanların da değil bunu icra edenlerin davası. Peki bunun bu kararını verip bu olanakları onlara yaratanların davası ne olacak? Trabzon'dan hiç çıkmamış bir kaç insanı, İstanbul'da, Şişli'de, bir gazetecinin gelip gittiği yeri izleyerek, planlarını çizerek, önceden keşiflerini yaparak hazırlayanlar henüz belli değil. Peki, Hrant'ın öldürüleceğini en az 1 yıldan daha fazla süreden beri bilen, izleyen devlet, sivil ve askeri istihbarat kuvvetleri ne olacak? Trabzon'daki jandarma, İstanbul'daki emniyet bu haberi aldıktan sonra Ankara'ya, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'ne bildirdikten sonra, bunun hazırlıklarını yapan insanları izlemek ve bunları önlemek zorunda olan insanlarla ilgili ne yapılıyor?

 

Yani bir Beşiktaş'ta süren dava var, bir de u işin arkasındaki insanlar henüz belli değil. Bir de bunu bilen devletin istihbarat güçleri ne yaptı? Biliyorlar, izliyorlar bu insanları ve bu insanlar Trabzon'da İstanbul  dışından gelen değişik insanlarla orada otellerde, belli yerlerde toplantılar yapıyorlar. Bu cinayeti bilen ve bunu muhtemelen işleyeceği belli olan insanları, askeri ve emniyetin sivil istihbarat güçleri izliyorlar. Kimlerle görüştüğünü bilmiyorlar mı? Biliyorlar hepsini. Bunlarla ilgili kapılar kapanmıştı, yani bunların yargı önüne getirilme süreciyle ilgili kapılar kapanmıştı. Biraz iğneyle kuyu kaza kaza adım atıldı. Sözgelimi ilk kez zorlaya zorlaya 2 astsubayla ilgili bir dava açıldı. Bu 2 astsubayla ilgili dava sırasındaki çabalarla, emeklerle, bu konuda asıl sorumlu olduğuna inandığımız üst komutanlarıyla ilgili bir soruşturma açılmak zorunda kaldı. Sonuçta bir dava açıldı, Sulh Ceza'da, ama bize göre bunun Sulh Ceza'dan  Trabzon Ağır Ceza'ya, hatta İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ne gelmesi lazım. Bu bakımdan, devletin, derininin veya açığının, hükümetin veya devletin başka bir organının mutlaka irtibatlı olduğunu düşündüğümüz bu siyasi cinayetle ilgili önemli bir mesafe alındığı kanısındayım.

 

Avi Haligua: Bir yandan da geçen sürenin 2 yılı bulduğunu düşünecek olursak ne diyebiliriz? Üç aşağı beş yukarı davanın bütününün görülebilmesi ve ne olup bittiğinin anlaşılabilmesi için, belli bir süre içinde de sonuçlandırılması da önemli. Bu konuda nasıl bir adım atılabilir, ya da atılması ihtimali var mı? Ya da bu dava ne zaman biter? Görebilir miyiz bunu?

 

BB: Biraz önce söylediğim gibi, Türkiye'deki birçok siyasal cinayetin aydınlanmasıyla ilgili davalar ve soruşturma süreçlerinde hiç böyle bir noktaya bile gelmedi. Bu 2 yıl bana göre çok uzun bir süre değil.

 

ÖM: Evet o açıdan bakıldığı zaman doğru tabii, Uğur Mumcu gibi dostlarımızın davalarını, değerlerini düşünürsek.

 

BB: Abdi İpekçi cinayetinin asıl failleri kaç yıl sonra ortaya çıktı? Kışlalı'nın katilleri henüz belli değil. Ondan evvel öldürülen Muammer Aksoy'un, doğuda öldürülen insanların failleri daha belli değil. Bu bakımdan çok önemli görüyorum ben bu davayı. Tabii mevcut hükümetin de, şu anda demokratikleşmeyi isteyen muhalefetin bir kısmının veya belki muhalefet içindeki önemli bir kesimin de, aydınların, gazetecilerin, Türkiye'de bu tür cinayetlerin sonucunun nereye doğru ilerlediğini artık hakikaten bilen insanların duyarlılıkları, emekleri, çabaları çok önemli. işte Açık Radyo duruşmadan evvel böyle bir program yapıyor, bir çok yayın organı, görsel ve yazılı medyada da duyarlılık gösteriyor. Bunlar bizim mesafe almamızı sağladı, bu çok önemli bir şey.

 

Beşiktaş'ta devam eden duruşma bana göre olağan seyrinde devam ediyor, Türkiye'deki yargı seyri içinde olağan bir süreç, yani çok geç bir süreç değil, çünkü bir sürü tanık dinleniyor, bir sürü belge geliyor, bunlar inceleniyor, tartışılıyor, bu bakımdan ben orada alınan mesafeyi olumsuz bulmuyorum.

 

ÖM: Bir de bu duruşma sırasında gördüğümüz bazı tuhaf müdahil insan ve grupların bir kısmı da Ergenekon davasından dolayı tutuklu durumda. Kerinçsizler, Veli Küçük -hatta kendisinin de öyle bir ifadesine rastladık, "geçerken uğrayıverdim" diyor.

 

AH: 301'den yargılandığı davadan bahsediyoruz.

 

BB: Evet. Söylediğim gibi, siyasi cinayetlerin çoğunun hedefi, yazar, gazeteci, sendikacı, muhalif siyasetçi. Bununla ilgili davaları birileri tahrik etti söylediğiniz gibi ve bu davalarda adeta "Türkiye'nin kurtuluşu" için savaş açtılar. Kerinçsizler yargılanıyor, Veli Küçük yargılanıyor orada, gerçekten bu olayla bağlantıları var mı? Ergenekon'da suçlu çıkacaklar mı? Ben bu konuda kesin bir şey diyemem. O yargılama sonucunda ortaya çıkacak, ama hakikaten Hrant'ın sadece yazdıkları, düşündükleriyle ilgili açılan bu davaları sanki bir milli savaş haline getiren insanlardan bir kısmı bugün Ergenekon'da yargılanıyorlar. O bir gerçek. Duruşmalara giremez hale gelmiştik, duruşmalardan çıkamaz hale gelmiştik; küfürler, çakmak atmalar, para atmalar, başka küçük ufak tefek şeyler atmalar. Adeta Hrant'ın davasına giren avukatları, onunla ilgilenen gazetecileri, haber yapmak isteyen gazetecileri yıldırmak için, duruşma günleri duruşma kapılarında bunlar yapıldı. Onlardan bir kısmı şimdi başka bir davada, işte Ergenekon davasında yargılanıyorlar.

 

ÖM: Bu atmosferi ben de o açıdan hatırlatmak istedim, gerek Hrant Dink'in 301'den yargılanmasında gerek sizin "tetikçiler davası" dediğiniz Beşiktaş'ta görülen davada, hepsinde atmosfer çok önemli, adaletin tecelli etmesi için hayati önem taşıyan bir şey. Yasin Hayel'i ya da Ogün Samast'ı mı hangisi hatırlamıyorum duruşmaya getiren  arabada "ya sev ya terk et" yazılı bir ambleme rastlanması filan.

 

BB: Evet duruşmaya getiren jandarma arabasının üstünde "ya sev ya terk et" diye yazılıyor. Yani oradaki bu yazı çok tesadüf değil, çünkü Samsun'da Ogün Samast'ın yakalanmasından sonra bayraklar arkasında kahramanlar gibi, televizyona, gazeteye fotoğraflarının verilmesi de, işte o devletin içindeki belli kesimlerin, belli insanların adeta bu cinayetin işlenmesi için çaba sarf ettiklerini, kolaylaştırıcı olduklarını "ne gün olacak?" diye zaman saydıklarını gösteriyor. Bu da onlardan biri.

 

ÖM: Son çıkan belgelerden birinde de, Sivas'ta Ermeni cemaati reisi kuyumcuya bayağı ciddi bir şekilde suikast yapmak üzere hazırlıkların neredeyse tamamlanmış olduğunu, ancak polisin takibiyle engellenmiş olduğunu, ama o davadan önce soruşturulan, sonra da serbest bırakılan birinin de yine böyle bir atmosferde kahraman gibi karşılandığını da gördük. Yani devam ediyor bu durum.

 

BB: Yine bununla ilgili şöyle bir şey geliyor aklıma, 12 Mart, 12 Eylül, -27 Mayıs öncesini çok yaşamadım ama o zaman da duyduğum kadarıyla biliyorum- toplumda belli bir değişim süreci, demokratikleşmeye, sivilleşmeye yönelik gelişimin olduğu dönemlerde, bu değişimi isteyen, özgürlükten yana yazan, çizen, muhalif olan insanlarla ilgili yasalar var, Takrir-i Sükun Yasası, 141-142. maddeler, şimdiki 301'in karşılığı olan 159. madde, 312. madde, yani böyle şeyler hep var. Yazan, çizen insanların, değişimin önü, ceza davalarıyla kesilmeye çalışılıyor. Bu olmadığı takdirde siyasal cinayetler, çatışmalar, bir darbe ortamını hazırlayan her türlü şey yapılıyor. İşte Sivas'ta olan, Hrant, Santora, Malatya olaylarından sonra yeni bir aşama. Belki başka şeyler de vardı, başka önemli cinayetlerin olacağına dair başka kanallarla kulağımıza gelen haberler de vardı. Şimdi bunlar olursa ne olacak? Darbe meşrulaşacak veya birileri için meşrulaşmış olacak. Böyle yasalar, cinayetler, öldürmeler, susturmalar, arkasından da sıkıyönetimler, darbeler, o da yetmezse sıkıyönetim sonrası, biraz yumuşamış görünen, olağanüstü hal sistemleri, dönemleri, olağanüstü yargılamalar, DGM. Bunlarla değişim, siyasal mücadelede özgürleşme, toplumun sivilleşmesi sürecinin önüne, aşamalı aşamalı engeller oluşturuluyor. Sivas olayını hiç yadırgamamak, yani şaşırmamak lazım, onun dışında da başka şeylerin, cinayetlerin, toplumu terörize edici, toplumu sindirici cinayetlerin planlandığı değişik kanallarla kulağımıza geliyor, duyuyorduk.

 

Hrant Dink cinayeti, bu süreçte, yani 2009'daki 2010'daki mi neyse, darbeyi meşrulaştıran bu süreçte, en önemli cinayetlerden biri. Bütün bu özgürleşme, sivilleşme, demokratikleşme ile ilgili çabalarda, bu siyasal cinayetlerin aydınlanması olması gereken zorunlu şart. Siyasal cinayetlerin üzerine devlet, hukukçular, yargı ciddiyetle giderse, toplum bu konuda duyarlı olursa, demokratikleşmeyi, özgürleşmeyi, toplumun sivilleşmesi sürecini engelleyen engeller de yavaş yavaş ortadan kalkabilir diye düşünüyorum.

 

AH: Bu Hrant Dink cinayetinin 2. yılına baktığımızda, söylediklerinizin çoğunun üç aşağı beş yukarı yerine geldiğini de düşünüyorum kendi adıma. Yani ciddi bir toplumsal tepki başından itibaren oluştu cinayetin ardından, bunu takip eden ciddi bir medya da vardı ki, diğer davalara göre bakacak olursak, hâlâ çok ciddi bir şekilde devam ediyor bu davayla ilgili olarak. Yargı aşamasında sizin de söylediğiniz gibi ciddi anlamda gelişmeler de sağlandı. Peki bu bizi nereye getirir? 

 

BB: Mesela eskiden, "burada derin devlet var, kontrgerilla var, devletin bir şekilde bazı güçlerinin bu işte parmağı var" denilince, "bunlar dedikodu" ya da "komunistler böyle der devlete çamur atmak için" falan denirdi. Şimdi burada artık halk görüyor, bu siyasal cinayetler, devletin içindeki birilerinin parmağı olmadan olmaz. Şimdi mesela bugüne kadar astsubayla, Trabzon'daki onların komutanlarıyla ilgili dava açılma aşamasına gelindi, ama Trabzon'daki bu olayı başından sonuna kadar izleyen emniyet mensuplarıyla ilgili bir soruşturma açılamadı; uğraştık, didindik açılamadı. Şimdi nihayet Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun düzenlediği raporla, o gün Trabzon'da en yetkili olan insanlardan birisi olan Ramazan Akyürek'le ilgili de soruşturma açılması konusunda bir rapor var ve bu rapor eğer Başbakan gönderirse İçişleri Bakanlığı'nın önüne konulacak ve İçişleri Bakanı da "dava açılabilir" ya da "açılamaz" kararı verecek, yani ceza soruşturması açılabilir veya açılamaz diye bir süreç başladı. Böylece, emniyet mensuplarının Hrant Dink cinayetiyle ilgili bu ciddi sorumlulukları kamuoyunun bilgisine gelmiş olacak. Eğer bu sorumlular yargılanır ve ceza alırlarsa, ilerideki, bundan sonraki süreçte "bu iş o kadar kolay bir iş değil" diyecek insanlar da. Onun için çok önemli bir mesafe katedildiğini düşünüyorum. Herşeyde değil tabii, "beklenilen herşey oldu, bir yargılama süreciyle, bir siyasi cinayetle ilgili yapılan soruşturmalarla beklenilen bütün hedeflere ulaştık" anlamında söylemiyorum, ama bugüne kadar olan siyasi cinayetlerle ilgili mesafe alınan en önemli davalardan biri bu.

 

AH: Hiç gidemediğimiz yolları gitmiş oluyoruz bu davayla en azından.

 

BB: Evet.

 

ÖM: Bunda şunun da etkisi olabilir diye düşünmeden edemiyor insan, Avi'nin biraz önce de söylediği gibi, çok yoğun, spontane ve ısrarlı bir takip ve tepki oldu. Yani hemen öldürülmesi haberini aldıktan sonra büyük bir kalabalık, kendiliğinden toplandı Agos'un önünde. Sanıyorum herkes de hatırlıyordur o anı, bu ancak çok önemli olaylarda olabiliyor, 11 Eylül'de, Kennedy cinayetinde olduğu gibi, kime sorsam hatırlıyor o anda ne yaptığını. Hemen arkasından binlerce kişinin Agos'un önüne doğru Taksim'den yürüyüşe geçmesi, arkasından cenaze töreninin de dünyada sayılı, örneği pek olmayan kalabalıkla, eşi Rakel Hanım'ın yaptığı müthiş konuşmayla tamamlanan, muazzam vâkur bir tören, bir toplumsal oluşu çok önemli. Tarihin değişmekte olduğu, yavaş da olsa, az da olsa değişmekte olduğu, değişme duygusunun, çatırtısının duyulduğu bir andı. Bunun da etkisi var diye düşünüyorum, bu büyük toplumsal, vicdani kalkışın...

 

BB: Evet büyük vicdani bir tepki oldu. Bir de bu olayda benim dikkatimi çeken bir şey daha var; Hrant'ın öldürülmesini planlayanlar, bu işi organize edenler, bu işi sonuçta gerçekleştirenler belki iki şey bekliyorlardı, bir toplumda bir sindirme ve korku, ikincisi de ilk anda çok aşırı tepkiler, duyarlı gençlerin oraya buraya saldırması, kırıp dökmesi, arabaları ateşe vermesi gibi. Oysa, Türk aydınları, gençliğin aydın kesimi bu provokasyonlara da gelmedi bu olayda, çok güçlü, vicdani, sorumluluk duyan, ama çok olgun bir tepkiydi. Hatta mesela sloganların bile bir iki taneyle sınırlı olması, mesela farklı siyasi görüşten olan insanların kendi –ben öyle diyorum- "milli marşları"nı söylememesi, "milli sloganlar"ını atmaması, tek sloganla son derece olgun bir şekilde tepki göstermeleri ve bu tepkiyi sürdürmeleri. Basının, medyanın bu konunun ısrarla üzerinde durması bana göre zaten bu yol almada çok önemli bir şey. Ben de müdafi olarak, bu davanın avukatlarından biri olarak, yargı süreciyle bu işin aydınlatılması için çaba sarf ediyorum, ama basının, medyanın bu konudaki duyarlılığı ve takipçiliği bana da güç veriyor, beni de dayanıklı kılıyor diyeyim.

 

ÖM: Evet, herşey bir bütün aslında, çok önemli bu söylediğiniz şey. Pazar günü Sabah gazetesinde yayımlanan, Fethiye Çetin'le yapılan mülakatın başlığı da, "Devlet bu cinayeti aydınlatmak zorunda" şeklindeydi. Sanıyorum bütün kurumlarıyla, medyasıyla, özellikle yargı organıyla çok ciddi bir sınav vermiş oluyor Türkiye Cumhuriyeti. Bütün hukuk kurumları, siyaset kurumu... Ötekilerden farklı olan buydu, yani Uğur Mumcu gibi çok sevilen bir yazarın dahi, -pek çok şeyin üstüne gitmişti- öldürülmesinde böylesine büyük bir infial olmadı. Sonra da insanlar, "ne yapalım, olur böyle şeyler" gibi bir tavır takınmıştı.

 

BB: "Maalesef oluyor" gibi.

 

ÖM: Evet, "maalesef oluyor" dendi.

 

BB: Ankara'yı hatırlıyorum, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin ardından, çok müthiş bir mitingdi, çok haklı bir duyarlılıktı, ama bu kadar fikri takibi olmadı.