6 Ağustos 2006Kemal Şahin
Altay Tokat Paşa'nın itirafı beni hiç şaşırtmadı! Çünkü yargıç duruşu ve yürekliliğine inandığım ve o dönemin Yargıtay Başkanı olan Sami Selçuk'a hakim ve savcıların nasıl hizaya getirilmeye çalışıldığını ve hizaya gelmeyenlerin başlarına neler geldiğini 24.11.1999 tarihli mektubumda anlatmaya çalışmıştım. Uzun süreden beri bu mektubu nerede tüketebileceğimi düşünürken Tokat Paşa imdadıma yetişti. Mektubumun büyük bir bölümünü buraya almanın zamanın geldiğini sanıyorum. Bakınız ne demişim: "Acılarla sarmaşdolaş olan yargının sorunlarını ve çözümlerini defalarca dile getirmenizden bir Türk yargıcı olarak hem üzüntü hem de mutluluk duymaktayım. Üzüntü duymamın nedeni üçüncü bin yıla girerken Türk yargısının içinde bulunduğu trajik durumdur. Mutluluk duymanın nedeni ise sorunları ve çözümleri bıkmadan cesaretle dile getirebilen sizler gibi yargıçların bulunmasıdır. Ben de bu mektubumda sizlere ülkenin doğu ve güneydoğusunda görev yapan hakim ve savcıların çok ciddi bir sorunundan bahsetmek istiyorum. Her zaman hakim ve savcılar olarak saygıyla andığımız Adalet eski bakanı sayın Mahmut Esat Bozkurt 'Meriç kıyılarında Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da, bu vatanda yaşayanların uğrayacağı en ufak bir haksızlıktan hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz mesulsünüz' diyerek hakim ve savcıların ne kadar onurlu, kişilikli bir görev yüklenmelerinin gerekliliğini vurgulamıştır. Sizlerin de sürekli vurguladığı gibi, hukuk ayaklar altına alındığında, bir hakim ve savcının susması, çekimser davranması, olan bitenleri seyirci gözüyle izlemesi mümkün değildir. Ne yazık ki görev yaptığımız bu yörelerde hukuk ayaklar altına alındığında hakim ve savcıların susması, görmemesi, çekimser davranması, olan bitenleri seyirci gözüyle izlemesi gerektiği şeklinde bir psikolojik baskı egemen kılınmıştır. Eğer hukuk kuralları bazı kişilerce (.............. . ..........) ayaklar altına alındığında bir hakim ve savcı olarak çekimser ve edilgen kalmayıp, uygulamakla yükümlü olduğunuz mevcut kanunları uygulamaya, suç işleyen bu kişiler hakkında işlem yapmaya veya herhangi bir işlem yapmaksızın bu kişileri hukuk kurallarını ihlal etmemeleri yönünde, uyarmaya kalkışırsanız sizleri çok trajikomik bir sonuç beklemektedir........... suç işleyen kişilerce, Adalet Bakanlığı'na şikayet edilir, Adalet Bakanlığı'na doğrudan bağlı ve Adalet Bakanlığı'nın talimatları doğrultusunda görev yapan teftiş kurulundan müfettişler gelir, hakkınızda yine suç işleyen kişiler ve bunlara yakın kişiler dinlenilerek tahkikat yapılır, bu tahkikat sonucu genelde de aleyhinize olduğundan HSYK tarafından cezalandırılırsınız. Hakim ve savcı olarak yöneltilen suçlama ise, olaya göre ya PKK terör örgütü sempatizanlığı ya da Hizbullah terör örgütü sempatizanlığıdır. Özellikle son on yıldan başlayarak bugüne kadar, bu yörelerde görev yapan hakim ve savcılardan, hukuk kuralları .......... kişilerce ayaklar altına alındığında kanunların kendisine yüklediği görevi yapmaya çalışan her hakim ve savcı, terör örgütü sempatizanı olarak suçlanmış, hakkında tahkikat yapılmış, ileride dahi telafisinin mümkün olamayacağı çeşitli mağduriyetlere maruz bırakılmıştır. Bu trajik ve korkunç suçlama, süreç ve sonucu bilerek hareket eden her hakim ve savcının, ne kadar büyük bir psikolojik baskı altında kalarak kararlar verdiğini tahmin etmek, hiç de zor değildir. Yargı, yürütme ve yasama erklerini bünyesinde toplayan Adalet Bakanı'na, doğrudan bağlı ve onun talimatları doğrultusunda çalışan Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu'nun ve Adalet Bakanı'nın başkanı, müşteşarının ise, doğal üyesi bulunduğu HSYK'nun, bu şekilde olaya bakış açısını da bilerek görev yapan, kararlar veren, her hakim ve savcı büyük bir baskı altındadır. Bu şekilde sürekli ağır ve korkunç bir itham ve psikolojik baskı altında görevini yapmaya çalışan hakim ve savcıların giderek halkın gözünde inandırıcılığı, tarafsızlığı kaybolmaktadır. Hakimlerin ve mahkemelerin tarafsızlığı hiçbir etki altında kalmadan yargılama yapmaları ve karar vermeleri, onların bağımsız olmalarına ve 'Hakimlik teminatı'na sahip bulunmalarına bağlıdır. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım süreç ve sonuç ile karşılaşabileceği endişesine kapılabilecek bir hakim ve savcı görevini adalet icaplarına uygun şekilde yapmakta zorluk çekebilir, bağımsızlığını kaybedebilir. Sadece bir hakim veya savcının bu duruma düşmesi ihtimali dahi, Anayasamızın 139. maddesi ile kabul edilen hakimlik teminatının ve 9. maddesinde yer alan mahkemelerin bağımsızlığını esasının zedelenmesine yeterlidir. Buralarda görev yapan, korkunç bir rezalet olarak nitelendirdiğim bu süreçle karşılaşan veya karşılaşmayan her hakim veya savcıyı sadece iki seçenek beklemektedir: Birinci seçeneğimiz hukuk kuralları çiğnendiğinde, onurlu, dirençli, kişilikli, hukuku özümsemiş, benimsemiş, algılamış bir hakim veya savcı olarak, çekimser ve edilgen kalmayıp, yasaların gereğini yapmaktır. Bunun doğal olmayan sonucu da, terör örgütü sempatizanlığı suçlaması tahkikatını geçirmeniz, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu ve HSYK'nun uygun göreceği mağduriyetlerdir. Bu şekilde geçmişte mağdur olan meslektaşlarım çoğunluktadır, şu anda da yakın çevremizde bu şekilde bir süreç yaşayan meslektaşlarınm bulunmaktadır. Ben ve şu anda aynı adliyede görev yaptığım meslektaşlarım henüz bu tür bir süreç ve sonuçla karşılaşmadık, ancak bu tür bir süreç ve sonuçla karşılaşmamız da her an mümkündür. İkinci seçeneğimiz ise, hukuk kuralları ........... kişilerce ayaklar altına alındığında, hakim ve savcı olarak susmak, çekimser davranmak, olan bitenleri seyirci gözüyle izlemek durumunda kalmaktır. Bunun sonucu da, Türkiye üçüncü bin yıla girerken mevcut yasaları uygulamaktan çekinen, pısırık, sağır, dilsiz ve kör bir hakim ve savcı kitlesinin oluşmasıdır. Bu niteliklere haiz hakim ve savcı topluluğunun, Türk Medeni Kanunu'nun gerekçesinde de belirtildiği üzere, toplumu alınan yasaların düzeyine yükseltemeyeceği, tam tersine yasaları toplumun düzeyine indireceği muhakkaktır. Sayın Selçuk, geçmişte bu yörelerde görev yapan ve anlattığım olaylar nedeniyle mağdur olan meslektaşlarımın hiç de hak etmedikleri mağduriyetlerinin giderilmesi, ilerde de bu tür olaylar nedeniyle başka meslektaşlarımın bu şekilde mağdur olmamaları bakımından, Yargıtay Başkanı olarak gerekli duyarlılığı göstereceğinize, taşrada görev yapan ve mesleğinin henüz başında bulunan bir yargıç olarak inancım tamdır. İleride emekli olmayı bekleyip anılarımı yazmak istemiyorum, henüz mesleğimin başında iken ülkemin hukukuna, adaletine bir Türk yargıcı olarak katkım olsun istiyorum." Yaklaşık yedi yıl önce kağıda döktüğüm ve Sayın Selçuk'a gönderdiğim, bu satırları yeniden okurken, Tokat Paşa'nın hakimleri hizaya getirmek için evlerinin yakınına bomba attırmasının nedenlerini düşündüğümde iki ihtimal aklıma geliyor: Birincisi, ülkemdeki garip yargı yapılanmasının ürettiği bombalar (PKK terör örgütü sempatizanlığı ve Hizbullah terör örgütü sempatizalığı suçlamaları) hakim ve savcıları hizaya getirmeye yeterli olmadığından, Tokat Paşa patentli bir iki bomba patlatılmış olmasın? İkincisi ya da hakim ve savcıların kendi bombalarıyla vurulmaları, Tokat Paşa'ya bir iki bomba attırma cesareti vermiş olmasın? Bir an gözlerimi kapatıyorum, uyur gibi yapıyorum. Bir anda çok küçük bir rüya görüyorum. (Bu rüya görme hastalığı da değerli dostum Osman Can'dan bana bulaşmış olmalı.) Türkiye Başsavcılığı kurulmuş,Türkiye Başsavcısı YAR-SAV'ın başkanı olmuş ve Tokat Paşa'nın bomba itirafı hakkında ne düşündüğü Türkiye Başsavcısı'na soruluyor. Türkiye Başsavcısı "Ben böyle bir şeye müdahil olmak istemiyorum" diyor. O anda, Türkiye Başsavcılığı'nın vesayeti altındaki, ülkemin diğer savcılarının bomba itirafı karşısındaki tutumlarını düşünmeye başlar başlamaz, bir karabasandan kurtulmuşçasına, müthiş irkilerek gözlerimi açıyorum. Bir daha uyur gibi yapmayacağıma ve rüya görmeye niyetlenmeyeceğime dahi kendi kendime söz veriyorum. Tanrıya şükürler olsun ki, Türkiye Başsavcılığı'nın henüz kurulmadığı gerçeğiyle yüzleşiyor ve rüya öncesi ruh halime geri dönüyorum. Unutmadan şunu belirmeliyim ki, ülkemin, Strazburg patentli tazminatları ödemeye mahkum edilerek fakirleşmesinde katkısı bulunmayan, saltanat yönetimindeki soylular sınıfının yapılanmasını andıran, yargı yapılanmasının ürettiği bombalara ve Tokat Paşa'nın bombalarına rağmen hizaya getirilemeyen ve ağır kişisel bedeller ödeyen meslektaşlarıma çok ama çok şeyler boçluyuz. Eyvahhh! Yine hizamı şaşırdım. Sahi benim hizam neresi? KEMAL ŞAHİN: Yargıç, Kazan Adliyesi