Geçtiğimiz hafta hükümet 3 yıllık bir ekonomik program açıkladı. Program, Maastrich Kriterleri'ni temel alıyor, ama AB'nin 17 Aralık'ta alacağı müzakerelere başlama kararı ile bir bağlantısı yok. Bunlar, Türkiye'nin önümüzdeki 10 yıl içerisinde her halükârda yapılması gereken şeyler ve AB ile ilgisi olan işler de değil.
Ekonomi Notları – 118
Ömer Madra: AB ilişkilerinde ekonomik açıdan sorun var mı?
Hasan Ersel: 3 yıllık program açıklandı; "AB herhangi bir karar alınmadı henüz, ama şöyle düşünüyoruz" diye bir çerçeve sunuldu. Bu çerçeveye baktığımız zaman, okuyabildiğim kadarıyla daha çok bir projeksiyon görüyoruz, ama bazı somut noktalara da değiniliyor. Bunu şunun için söylüyorum, demek ki Türkiye iktisadi olarak ne yapacağını, ana çizgiler itibarı ile, "AB öyle de dese böyle de dese bunu yapacağım" diye ortaya koymuş oldu.
ÖM: Bağımsız bir süreçte, kendi ekonomik tasarımlarını, projeksiyonlarını veriyor.
HE: Evet. Bu uzun zamandır ısrarla üzerinde durmağa çalıştığım bir şey. AB'nin iktisadi platformda istedikleri var, Türkiye'nin bu pek de tatlı olmayan küreselleşme sürecinde, kendisi için olumlu bir sonuç alabilmesi için yapması gereken zorunlu şeyler var. Onun için "AB ayın 17'sinde şöyle yaparsa böyle problem, böyle derse böyle yaparım" diye bir tutum olamazdı, nitekim olmadı da. Bu olaydan önce kalktı dedi ki; "Ben önümüzdeki 3 yılda şunları yapacağım." Bunu söylerken de bunun AB sürecinde herhangi bir şeyi engellemeyen bir program olduğunun da altını çizdi. Çünkü aynı şeyi istiyor. AB sürecinde Türkiye'nin iktisadi durumunun bir engel teşkil etmediğini düşünüyorum ama Türkiye'nin kalkınma kaygısını giderebilmesi için yapması gerekenler epey zor işler. Bunu da önümüzdeki 10 yıl içerisinde her halükârda yapmamız gerekiyor, ama bunlar kolay iş değil, bunlar Avrupa ile ilgili işler de değil. Bunları yapmazsak da, çocuklarımıza daha iyi bir Türkiye bırakmamış olacağız, bu açık.
ÖM: Başbakan yardımcısı Abdüllatif Şener, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Devlet Bakanı Ali Babacan'ın açıkladığı ekonomik program, "KEP" diye kısaltılıyor, Maastrich Kriterleri'ni temel alıyor ama bunun AB'nin 17 Aralık'ta alacağı müzakerelere başlama/başlatmama kararı ile ilgili bir bağlantısı yok.
HE: Evet yok, çünkü Türkiye'nin bunları her halükârda yapması gerekir, sorun burada. Türkiye, Maastrich Kriterleri'ni önümüzdeki 3 yıl içerisinde sağlarsa ne olur? Çok iyi olur ama yetmez. Türkiye'nin mali sistemini bu gelişmişlik düzeyinde, milli gelirin %60 oranında bir kamu borcunu taşıyamaz, bunu daha da aşağıya indirmek gerekir. Gördüğünüz gibi bunun da Maastrich'le ilgisi yok, Türkiye'nin gelişmişliği ile ilgisi var, Türkiye mali sistemini çok daha geliştirmiş olursa –tabii bu 3 yılda olacak iş değil- o zaman %60'a yakın bir rakamı da sindirebilir. Olayın özü, Türkiye'nin bugün durumu ve Türkiye'nin dinamikleri ile ilgili. Bu değerlendirmeyi öyle alıyorum. Bundan sonraki süreçte, elbette detayda AB'nin şu normu vardır, bu normu vardır, onlar ayrı mesele, zaten bu programda ona değinmiyor.
ÖM: Maastrich Kriterleri'ni genel olarak özetlememiz mümkün mü?
HE: Maastrich Kriterleri AB'nin kendi üyelerinden istediği bazı şartlar. AB içerisinde olan ülkelerin yanlış iktisat politikaları izleyerek bunun faturasını birliğin diğer ülkelerine yazmaması için nelere dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Burada dikkat edilen temel nokta, kamu açıkları büyük olmayacak, milli gelirin %3'ünü aşmayacak. İkincisi ülkenin aşırı borç yükü olmayacak, bu da %60. Dolayısıyla iktisat politikası kararları yoluyla birliğin diğer üyelerini kötü etkilememek için bir önlem. Bir tanesi böyle bir şey yaratırsa ortak mali piyasalara gelmiş olacak, orada faizler üzerinde etki yaratacak vs. Ama zaten Türkiye açısından bu kriterler yakın geleceğin kriterleri değil, üye olduktan sonra önemli. Türkiye açısından önemli olan nokta, Kopenhag İktisat Kriterleri, bunların rekabetçi ekonominin kurumları ile birlikte işler hale getirilmesi. Kurumları ile birlikte derken, "bırakalım kan gövdeyi götürsün" değil, düzen kurulacak, o düzene uyulmuş olacak, rekabet kurulu vs. gibi bunu kontrol edenler olacak. Bu yapı oluşacak, ticaret engelleri kaldırılacak. Bu bizim için çok önemli. Bunun ikinci aşaması var, bu da Kopenhag İkinci Kriteri, böyle bir ekonomi, Avrupa'nın rekabetçi dünyasında yaşayabilecek güce kavuşacak. Maastrich 3. aşama diye düşünülebilir, bütün bunlardan sonra üye olan ülke ötekilerini bozmayacak bir iktisat politikası yürütebilir hale gelecek. Dolayısıyla Maastrich Kriterleri'nden bahsederek biz aslında bir mantık atlaması yapıyoruz, Türkiye'nin AB süreci içinde daha önce sağlanması gereken başka şeyler var.
ÖM: Sonuç olarak AB açısından ekonomik kriterlerle ilgili bir sorun yok.
HE: Türkiye'nin niyeti olan ve yapması gereken şeylerle bu kriterler arasında özde bir çelişme yok, yoksa "varmamız gereken noktaya, veya istediğimiz noktaya yakın mıyız uzak mıyız?" dediğiniz zaman, uzağız. Nitekim deniyor ki, "şunları, şunları yapacağız, ondan sonra AB üyelerinin adam başı milli gelirlerinin %37'sine ulaşacağız." Yani biz 1/3 civarındayız, o noktadan uzak olduğumuz açık. Gelişme sürecinin nasıl devam edeceği, sürekliliğin nasıl sağlanacağı, ekonominin yaşayıp yaşayamayacağına ilişkin sorunlarımız var, ama AB'nin içinde de olsak, dışında da olsak bunlar var. Bu açıdan fark etmiyor.
Türkiye'de görüyorsunuz ki, bir çok yerde oradaki normlara göre üretim yapılıyor, yani ürün şöyle ambalajlanır, şu kurallara dikkat edilir, doğa şöyle korunur, vs. bunlara uygun yapılıyor. Türkiye için bunlar yabancı kavramlar değil, Türkiye'nin çalışanları, işadamları buna uyum sağlar, çünkü Türkiye'nin Avrupa ile ticaret alışkanlığı epeyce geçmişe dayanıyor. "Bu süreç sancısız olur, çok rahat olur" denirse ki bazen öyle bir hisse kapılıyoruz, -belki öbür konular çok daha önem taşıdığı için-, o kadar da kolay olduğunu sanmıyorum, çünkü unutmayın ki bir grup var, o grupta bir üyenin geliri ötekilerin 1/3'ü ve koşul da onlara yetişmek. Bu da kolay iş değil.
ÖM: Müzakerelere ilişkin karara yaklaşılırken çok ciddi bir inişli çıkışlı süreç izleniyor, herkes epey kalp çarpıntıları ile izliyor, ama bunun ekonomi ile ilgili bir tarafı yok. İç politika malzemesi olarak başka şeyleri kullanıyorlar zaten. Kimse "ekonomisi kötüdür" demiyor.
HE: Öyle görünüyor, Avrupalılar da hiçbir zaman şu aşamada, "Türkiye'nin ekonomisi kötü, adam başına geliri düşük" vs. demiyorlar, onların gündemde olmadığı anlaşılıyor, daha çok siyasi planda bazı şeylerle uğraşılıyor. Onunla da neden uğraşıldığına bakıldığı zaman, o da Türkiye ile ilgili değil gibi. Mesela, Polonya'nın Türkiye'nin girişine sempatik bakmasının esas nedeni bile Ukrayna'yı AB'ye davet etmesi. O bile Türkiye ile doğrudan ilgili değil. Normaldir, bir cemaat kendi iç işlerini çözmeye çalışıyor, bu arada Türkiye de malzeme oluyor.
ÖM: Biz "Ulusal devlet dönemini geride bıraktık mı, bırakmadık mı?" tartışmasını daha çok yapacağız herhalde?
(2 Aralık 2004 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)