Haftanın Sergisi – 8
Şerif Erol: Hoşgeldin Haldun, bir bülten görüyorum önünde.
Haldun Dostoğlu: Hoşbulduk. Buraya gelmeden bir sergiyi izleyip geldim: Aslında siz her gün Açık Dergi’de uyarı yapmanıza rağmen ben de söz etmek istiyorum. İstanbul 8. Uluslararası Bienal’ini izleyebilmek için 3 haftasonu kaldı; haftasonu gezebilecek olan dinleyiciler adına bunu söylüyorum. Bu, önümüzdeki ve bir sonraki haftasonu. İki yılda bir gerçekleşen ve ayağımıza kadar gelen bu önemli sanat aktivitesini görmeyenler için son bir hatırlatma olsun. Bu hatırlatmaya iki hafta daha yapacağız, ondan sonra hatırlatma yapmaya bile fırsat, gerek kalmayacak. Ayrıca bir sergi daha Borusan Kültür ve Sanat Merkezi’nde, Bienal kapsamında açılan yan sergilerin sonuncusu bu. Diğerleri kapandı, hepsi bitti. Borusan Kültür ve Sanat Merkezinde ‘Kopyala, Çal, Paylaş’ adlı sergi de 8 Kasım’da bitiyor. O sergiye gitmek için de iki haftamız var. Onun dışında süren sergiler var. Birkaç tanesi hatırlatalım; Avni Arbaş’ın sergisi Artisan’da 31 Ekim’e kadar sürüyor.
ŞE: Uzamayacak mı?
HD: Galiba uzamayacak, görmeyenler için son fırsat olabilir. Serpil Yeter’in ‘Havva'nın Halleri’ adlı sergisi PG Sanat galerisinde, Abidin Dino’nun ‘Acıyı Çizmek’ adlı 67 hastane desenleri sergisi de 22 Kasım’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisinde. Önümüzdeki günlerde benim henüz haberdar olduğum 4 sergi açılacak, bunlardan da gelecek hafta söz edelim istersen. Ben gelmeden önce Leyla Gediz’in iki hafta önce 16 Ekim’de Galerist’te açılmış olan sergisine gittim. Leyla Gediz genç kuşak sanatçılar arasında ve tuval resmi ile haşır neşir olan nadir genç kuşak sanatçılarından biri. Biliyorsunuz son dönem sanatçıları, yeni dönem genç kuşak sanatçıları tuvalin dışındaki mecralarda kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Leyla Gediz ve onunla birlikte birkaç sanatçı daha tuval resmi ile uğraşmaya, didinmeye devam ediyorlar.
15 Kasım’a kadar sürecek bu sergi ile birlikte galerinin yayınladığı basın bülteninde sanatçının eserlerine ilişkin olarak "Sır Küpü' isimli sergide yer alan eserler imgelere ait gizli kapaklı hikâyeler ve izleyenin aklından geçen sözcüklerle farklı bir platforma oturuyor. Gediz dikkati mekâna çekerek eserlerin mekân ve zamanla tanımlanışını vurguluyor. Mekânın kapalı bir kutu oluşu, işlerin salt kendi dışavurumlarını değil beraberliklerinin aralarındaki kodlaşmaların solunduğu sıkı bir atmosfer örtüsü ile sır olgusu destekleniyor. Sürekli ve süresiz bir geçiş mekânı olarak sergi karşılaşmanın yarattığı gerginlik, anımsama, anımsamanın farklı bir yere oturuşuyla yenilenen bir kurgu yaratıyor” diyor.
ŞE: Ben anlamadım...
HD: Birkaç kere okumak lazım galiba. Ama doğrusunu istersen bu tür zorlamalara hiç gerek yok. Aslında Leyla Gediz resmi tahtında değil Türk sanat ortamında çok sık yapılan bir şey. Plastik sanat ortamında çok komplike ifadelerle sanki anlaşılması zor bir şeyi zorla anlatmak istiyormuş gibi bir tavır içine giriyor yazarlarımız. Buna hiç gerek yok. Leyla’nın resmi aslında son derece sade, basit, yalın ve bir mekânda sıkışıp kalmış birtakım imgeler... Ve seyirciye de böyle eserler karşısında zor durumda bırakmanın da bir manası yok. Hatta seyirciye sorumluluk yüklemenin de “Okuman lazım, öğrenmen lazım, bak bunları bilmen lazım! Bak bunları bilmezsen ne bunlardan anlarsın, ne de başka şeylerden anlarsın!” pozisyonunda bırakmamak lazım.
Basın bültenlerini kim yazıyor?
Leyla Gediz’in resmi aslında önemli bir resim, kendi kuşağının çok önemli bir sanatçısı olduğuna inanıyorum, Londra’da okudu ve master tezi ile yüksek lisans derecesinde Goldsmith College Görsel Sanatlar fakültesinde yaptı ki bu alanın önemli bir okulu. Ama çok basit, minimal, birtakım sıkışıp kalmış karakterler, coğrafyasız mekânlar tuval içinde, bunları çok küçük jestlerle, çok küçük sade, minimal tavırlarla resmeden bir sanatçı olduğu ve dolayısıyla önemli bir sergi olduğunu söyleyelim.
ŞE: Bu sergilerin basın bültenleri kimler tarafından kaleme alınır?
HD: Dünyadaki genel eğilim sergiyi sunan tarafından; küratör sunuyorsa küratör, galerici sunuyorsa galerici ama araya böyle yer yer müdahaleler olabiliyor, sanatçının kendisi ya da sanatçının yakın arkadaşı gibi. Böyle bir format yok aslında, sorunun tek bir cevabı yok.
ŞE: Anladım. Merak ettim, çünkü sahiden ben de biraz önce seni dinlerken anlamakta zorlandım, bu anlamakta zorlama olunca senin de konuşmanda temas ettiğin gibi bir endişe oluşmaya başlıyor, o eser karşısında ya da o sanat disiplini karşısında bir korku da oluşmaya başlıyor.
HD: Çok haklısın, bu yeni kapanan bir sergi var, Akbank Kültür Sanat merkezinde sanıyorum geçen hafta kapandı. Serginin küratörü Ali Akay’ın metinleri tamamen bu kapsamda ele alınır; yani anlaşılmamak için yazılmış metinler gibidir. Kendisi de zaman zaman bunları böyle yazdığını teslim de ediyor. Dolayısıyla ben çok boyumu aşan bir laf etmiyorum şimdi.
ŞE: Tabii ben sadece bir basın mensubunun perspektifinden soruyorum, çünkü o basın bülteninden bir haber oluşturmak zorunda olan editör ve muhabir...
HD: Çok önemli bir şey söylüyorsun. Genelde Türk basında, sen de geçmiş tecrübelerinden biliyorsun, böyle bir basın bülteni geldiğinde genellikle okuyup buradan ne anladığını yazmaz gazeteciler. Hatta şimdi bunu elektronik ortamın sağladığı kolaylıkla olduğu gibi kopyala-yapıştır yöntemiyle, ne yazmışsa o sayfaya girer. Dolayısıyla okuyucuya ve izleyiciye gereksiz bir sorumluluk yüklemek gibi bir durumla karşı karşıya oluruz.
ŞE: Yoksa çok komplike olan sanat süreci üzerine son derece komplike yazılar yazılması çok anlaşılır ve arzu edilir bir şey ama...
HD: Böyle siteler de var biliyorsun, postmodern tekst jeneratörleri var.
ŞE: Öyle mi?
HD: Sana anlamsız tekstler yaratıyor, basıyorsun tık yeni bir metin, basıyorsun tık yeni bir metin; bu metinlerden yararlanan arkadaşlar da olabilir belki...
(30 Ekim 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)