Haftanın Kitabı: Berlin-Aleksander Meydanı

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Alfred Döblin

Berlin-Aleksander Meydanı

çev. Ahmet Arpad

Everest Yayınları, 2013, 468 s.

Çevirmenler Meslek Birliği (ÇEVBİR), bir süredir, “yayınevini arayan çeviriler” listesi yayımlıyor. (Güncel haline şu linkten ulaşılabilir: ) Yayımlanmamış yeni çevirilerin yanı sıra daha önce bir yayınevi tarafından yayımlanmış ama artık baskısı tükenmiş çeviriler de yer alıyor bu listede; hatta ağırlık bu yönde. Yıl içinde yayın programında çok sayıda kitaba yer veren “büyük” yayınevleri, çoğunlukla, uzun süreler içinde yavaş yavaş satacak kitaplar yerine yeni başlıklar yayımlamayı tercih ediyorlar; yayınevlerinin bu tercihi de bir süre sonra, baskısı tükendiği için artık ulaşılamayan kitaplar listesinin uzamasına sebep oluyor. Eğer daha da “unutulursa” bu kitaplar, sahaflarda rastlamak bile zorlaşabiliyor. Berlin-Aleksander Meydanı da, 2004 yılına kadar, artık sahaflarda bile rastlanamayan kitaplardan biriydi...

Alfred Döblin’in başyapıtı sayılan Berlin-Aleksander Meydanı’nın orijinali 1929 tarihli. Türkçede ise ilk kez 1989 yılında yayımlanmıştı. Alan Yayıncılık’ın bu baskısını 2004 tarihli Sel Yayıncılık baskısı izledi, yakın bir zaman önce de –kayıtsız kalınamayacak bir kapak tasarımıyla– Everest Yayınları’ndan çıktı; kitabın her üç edisyonunda da çeviri Ahmet Arpad'a ait.

 

Berlin-Aleksander Meydanında Alfred Döblin, hapisten yeni çıkmış Franz Biberkopf’un bir yılını gözler önüne seriyor. 1928’de geçen hikâyenin hiç kuşkusuz bir başkahramanı daha var: Aleksander Meydanı. Hikâyenin yapısını da, girişteki şu cümlelerden anlamak mümkün: “Bu kitap, eski bir hamal ve çimento fabrikası işçisi Franz Biberkopf’un Berlin’deki yaşamından söz ediyor. Franz Biberkopf bazı olaylar nedeniyle girdiği cezaevinden yeni çıkmıştır. Şimdi Berlin’de yaşamak ve iyi bir insan olmak istemektedir. Başlangıçta bunu başarır da. Ancak bir süre sonra, parasal durumunun iyi olmasına karşılık, kendini bir savaşın içinde buluverir. Hiç beklenmedik bir anda gelen ve alınyazısını andıran bir şeyle savaşmaya başlar. Bu, üç defa karşısına çıkar ve yaşamını altüst eder. Ona saldırır, fakat o her defasında kendini toparlar, ayağa kalkar ve güç bulur. Sonra bir darbe daha yer. Alçaklık dolu. Zorla doğrulur. Ayaklarının üzerinde durur. Sayarlar. Ve günün birinde yumruğu yer suratının ortasına. Çok vahşice vurulmuştur. Sonuna kadar her şeye karşı çıkmış kahramanımız artık dayanacak durumda değildir. Yenilmiştir. Yoluna nasıl devam edeceğini bilmemektedir. Sonunun geldiğine inanmaktadır. Bu sonu kendi eliyle hazırlamak isterken, şimdi anlatamayacağım bir şekilde, gözü açılıverir. Her şeyin nedenini çok iyi görür ve kavrar. Bu neden kendidir. Bomboş yaşamıdır. Onu birden anlamaya başlar. Yaşam denen o berbat şey anlam kazanır. Franz Biberkopf zorla kişiliğini bulmuştur. Bu adamı sonunda yine Aleksander Meydanı’nda görüyoruz. Çok değişmiştir. Örselenmiştir. Kişilik kazanmıştır. Bu adamın başından geçenleri, Franz Biberkopf gibilerin görmesi ve işitmesinde fayda var. Yaşamdan bir dilim tereyağlı ekmekten daha çok şey isteyip de F. B. gibi başlarına gelmedik kalmayanların okuması iyi olur.”

Berlin-Aleksander Meydanı, sinema/televizyon takipçileri için de tanıdık. Hatta, Rainer Werner Fassbinder’in 14 bölümlük ve yaklaşık 15 saatlik TV dizisine dönüştürmesiyle Berlin-Aleksander Meydanı’nın daha da popüler hale geldiğini, en azından daha geniş bir kitleye ulaştığını söyleyebiliriz. Everest Yayınları’nın, Alman edebiyatının ötesinde dünya edebiyatı için önemli bu eserin yeni bir baskısını yaparak hatırlatması ise, umarız Alfred Döblin’in diğer eserlerini de gündeme getirir...