Genetik Değiştirme İşlemleri ve Biyogüvenlik

-
Aa
+
a
a
a

İnsanlık tarihiyle eşdeğer bir geçmişe sahip olan geleneksel biyoteknoloji, gerçekleşen bilimsel gelişmelerin güncel uygulamalara da yansımasıyla, son 20 yılın evrensel boyutlu en önemli teknolojisi halini aldı. Gıda, tarım, sağlık (tıp ve eczacılık), tekstil, kimya, madencilik, enerji, çevre, sosyal ve etik alanlarla doğrudan etkileşim halinde olan bu dal, uygulamayı da içine alan ve pek çok meslekî disiplinin bir arada çalışmasını gerektiren yaşamsal bir alan konumunda.

 

Profesör Dr. Şeminur Topal, Yıldız Teknik Üniversitesi

Biyoteknoloji doğal kaynaklar giderek kıstlanırken, mevsimsel, ekolojik ve diğer konular açısından her hangi bir kaynak kısıtı sorunu yaşamayan bir üretim şekli olarak yeni potansiyel kaynaklar yaratmak açısından bir kurtarıcı olarak algılandı.

"Bir canlıya genellikle farklı türlerden olmak üzere "transgenler" olarak adlandırılan bir veya daha çok genin aktarımı ve eklenmesiyle elde edilen yeni canlı "Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma (GDO)" ve bu uygulamalarla elde edilen ürün ise "Genetik Olarak Değiştirilmiş Ürün" veya "transgenik organizma/ürün" olarak tanımlanıyor.

Transgenik ürünlerle ilgili değişimler üç temel grupta gerçekleştiriliyor:

Geniş aktarımlar: Bir canlı âleminden bir başkasına yapılan aktarımlar (örneğin bakteriden bitkiye).

Kapalı aktarımlar: Aynı canlı âlemi içinde, bir türden diğerine yapılan aktarımlar.

Dönüştürme: Gen esasen söz konusu türde mevcut olmasına karşılık, dizilimlerinin değiştirilerek belirli bir modele dönüştürülmesi çalışmaları (örneğin E.koli bakterisinden bu tarz değiştirmeyle geliştirilen artırılmış/yavaşlatılmış fonksiyonlara sahip yeni bir organizma).

Dünyada genetik olarak değiştirilmiş ürünlerin kültüre alındığı alanların 1996-2001 arasındaki dönemde 1.7 milyon hektardan 52.6 milyon hektara kadar genişlediği tahmin ediliyor. 2001 yılı verilerine göre:

GD ürünlerin yetiştirildiği başlıca ülkelerin başında ABD (%68) geliyor. Onu Arjantin (%22), Kanada (%6) ve Çin (%3) izliyor. GD çeşitleri ise soya (%63), mısır (%19), pamuk (%13) ve kanola (%5) olmak üzere başlıca dört temel üründe yoğunlaşıyor.

2001/2002 yıllarında Endonezya ve Hindistan pamuk, Brezilya ise soya ekiminde GDO kullanmaya başladı.

İnsana ve hayvana yönelik ilaç, hormon ve aşı üretiminde de genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanlardan yararlanılıyor (Örneğin kolera aşılarında patatesin kullanımı).

Tarımda ise son birkaç yıldır GDO tohumların üretimleri halinde sürüyor. Genetik değiştirme çalışmaları halen mısır, pamuk, patates gibi ürünlerde haşereye dayanıklılık; soya, pamuk, mısır, kolza,çeltik gibi ürünlerde yabanî ot ilaçlarına dayanıklılık; patates, çeltik, mısırda viral bitki hastalıklarına dayanıklılık; ayçiçeği, soya, yerfıstığı gibi ürünlerde bitkisel yağ kalitesinin artırılması; domates, çilek gibi ürünlerde olgunlaşmanın geciktirilmesi (raf ömrünün uzatılması), domateste aromanın artırılmasına yönelik olarak kullanılıyor. Ayrıca genetik değiştirme çalışmaları ineklerde süt üretimini yüzde 10-15 oranında artıran bir doğal hormonun bir formunu üretmekte, %60 daha sert peynir yapımını sağlayacak peynir mayası için gıda enzimlerinin üretiminde, besin değeri yüksek gıda üretimi (örneğin A vitamini ve demir içeriği yüksek çeltik üretiminde) gibi alanlarda da sürdürülüyor.

Genetiği değiştirilmiş hayvanların gıda amaçlı kullanımında, et verimlerinin arttırılması (balık dışında), büyüme hormonu üretimini teşvik eden genin aktarımı, koyunların yün verimini artırmak üzere "keratin geni" kullanımı gibi konular üzerinde çalışılıyor.

Ayrıca sazan, kedi balığı, somon, kiremit balığı başta olmak üzere yaklaşık yirmi çeşit balıkta büyüme artışı ya da soğuk koşullara dayanıklılığı artışı sağlayan genlerin aktarımı çalışmaları yapılıyor.

Boyutları bilinmeyen riskler

Bugün bitkisel (mera, otlak ve ormanlar), hayvansal (balık ve diğer su ürünleri) ve bakteriler, mayalar, küfler, mantarlar, toprak canlıları, tozlaşmayı teşvik edenler ve kemirgenleri de içinde alan gıda ve tarım amaçlı genetik kaynaklar yaşamın sürdürülebilirliği açısından çok büyük önem taşıyor.

GDO'da biyolojik yapıya ait bir transferin gerçekleştirilmesi söz konusu. Böylece gelecek nesillerde henüz bütün boyutlarıyla bilinmeyen bir yansıma olasılığından söz ediliyor.

Günümüzde biyoteknoloji ve genetik mühendisliği alanlarındaki çalışmaların ortaklaşması ve GDO üretiminin hızla artan uygulamasına koşut olarak, biyolojik zenginliğin güvenliği (biyogüvenlik) ile insan ve diğer canlıların sağlığına ilişkin kaygılar gündeme geldi.

GDO'ların allerjen, A vitamini kısıtlayıcı, metabolizmaya zarar verici, enzimatik değişim etkileri, antibiyotiklere dayanıklılık gibi sağlığa yönelik tehditleri tartışılıyor. Örneğin Hindistan ve Çin'de yapılan araştırmalar Bt gen transfer çalışmalarının pirinçte verimliliği azaltmasına karşılık, parazitlere dayanıklılığı arttırdığını, pamuk ve pirinç tarımında kimyasal kullanımını azalttığını ancak pirincin A vitamini sentezlemesini azalttığından tüketicilerde beri beri (gece körlüğü) vakalarının hızla arttığını göstermiştir.

GDO'ların insan ve hayvan sağlığı, biyolojik çeşitlilik ve çevre üzerinde oluşturduğu risklerin yanında sosyo-ekonomik yapı üzerinde de çeşitli riskleri bulunuyor.

GDO'ların insan ve hayvan sağlığı üzerinde antibiyotiklere dayanıklılık, transfer edilen genlerin insan veya hayvan bünyesindeki bakterilerle birleşme ihtimali, olası toksik etkiler ve olası allerjik etkileri bulunuyor.

GDO'ların sağlık üzerinde, özellikle uzun dönemde yaratabilecekleri etkiler üzerinde henüz tam bir bilgi bulunmuyor. Bu nedenle GDO'ların sağlık açısından riskleri göz önüne alınarak etiketleme yoluyla tüketicilerin bilgi edinme hakkı ve seçme hakkının sağlanması gerekiyor.

GDO'ların yetiştirildiği bölgelerden rüzgâr, su ve arılarla taşınan gen kaçışları başka türleri de etkileyerek biyolojik çeşitlilik kaybı ve ekolojik fakirleşmeye yol açabiliyor; toprak mikroorganizma yapısını etkileyebiliyor ve haşereyi etkisiz kılmak için aktarılmış  çeşitlerin hedefi olmayan diğer yararlı kuş, böcek vb. türleri etkilemesine neden olabiliyor.

Virüs kaynaklı genlerin dayanıklılık geninin diğer (istenmeyen) virüslere transfer etme ihtimali de bulunuyor.

Gen kaçışlarının insanlar arasındaki etkileşimi ise halen çok iyi bilinmiyor. Eğer bir kez gen kaçışı başlamışsa değişmiş materyalin genetiği değiştirilmemiş popülasyonlara bulaşması müstakbel nesillere de aktarılacağından önlenemez hale geliyor.

Bu sonucun, genetiği değiştirilmiş veya değiştirilmemiş popülasyonlar arasında da gelişerek, yeni nesillerde devam edecek çapraz bulaşmayla döllenmeler yoluyla, verimlilik de yüksek olduğundan, daha hızlı yaygınlaşmaya yol açmasından endişe duyuluyor.

Böylece orijinal çeşitler tamamen yitirilecek. Bu durum özellikle gelişmekte olan ülkelerde en çok dikkat edilmesi gereken noktaların başında geliyor.

Modern biyoteknoloji özellikle genetiği değiştirilmiş bitkilerle ülkelerin geleneksel tarım ekonomilerini derinden etkileyebilecek bir noktaya geldi. Bugün ithal edilen mısır, soya gibi ürünlerde GDO kuşkusu yaşanan Türkiye'de birkaç yıl içinde genetiği değiştirilmiş hayvanlar konusu gündeme gelecek.

Biyolojik çeşitliliği korumak ve sürdürülebilirliğini sağlamak zorundayız. GDO uygulamalarının gelişmiş ülkelerde çiftçilik ve pazarlama düzeyinde yaygınlaşması, gelişmekte olan ülkelerde tüketim düzeyinde büyük sorunlar yaratabiliyor. Bu nedenle tüketiciyi uyarma ve bilgilendirme zorunluluğunun yanında yerel çeşitlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması da önem kazanıyor.

Biyoçeşitlilik bugün faklı bakış açılarıyla tarımsal, sosyal, ekolojik, etik, tıbbî ve hukukî yansımalarıyla çok boyutlu bir tartışmayı kapsıyor. Örneğin, genetiği değiştirilmiş kısır tohumlar tarımda sürekli bir dışa bağımlılık ve yüksek tohumluk fiyatlarının ödenmesi zorunluluğu gibi sakıncaları beraberinde getiriyor. Ayrıca üretimde yatay gen kaçışlarından doğabilecek hukukî sorunlar da (patent) GDO'ların sosyo-ekonomik yapı üzerindeki olası risklerini ortaya koyuyor.

Gen aktarımının çevresel yayılması sonucunda komşu çiftlikler vasıtasıyla gelişebilecek, ekosistem ve tarımsal karakteristiklerin değişimlerine yönelen ve doğal kıtlık veya felaketlere varabilen sonuçlar doğurabileceği ileri sürülüyor. Konuyla ilgili tartışmalar henüz açıklık kazanmadığından genetik değişim açısından bunun ne kadar sürede tehlike sınırına gelebileceği konusunda kesin bilgiler yok. Ancak GDO'ların, gen kaçışından ötürü ekolojik ve geleneksel tarımın baş düşmanı olduğu tahmin ediliyor.

Öte yandan bazı genetiği değiştirilmiş bitki haşeresi ve hayvan virüslerinin barışçı olmayan amaçlarla kullanılma ihtimali de göz ardı edilmemesi gereken bir tehlike olarak karşımızda duruyor.

Bugün genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvansal ürünler doğrudan kullanılmakla birlikte, genetiği değiştirilmiş mikroorganizmalar (bakteriler, maya) ekmek, bira, peynir, bağcılık ürünleri çeşitli üretimlerde, enzim üretmek veya gıda katkı maddesi olarak aminoasit elde etmek için kullanılıyor.

AB yönetmelikleri herhangi bir gıda ürününün "geleneksel" benzerinden farklılaştığı anda, transgenik kökenli olduğunun etiketlenmesi gerekliliğini ortaya koyuyor. Dünya Çevre Koruma Ajansı (EPA) gıda güvenliği açısından biyogenetik dönüşüm ürünlerine karşı tüketicilerin korunmasına özel önem verilmesi gerektiği belirtirken, Amerikan Tıp Birliği bu ürünlerin etiketlenmesinin zorunlu olmasını ve genetiği değiştirilmiş gıdaların tüketici güvenliğinin henüz kesin olmadığının deklare edilmesi gereğini savunuyor.

Türkiye'de, AB ülkelerinin de aralarında bulunduğu 100 ülkeyle birlikte imzaladığı Cartagena Biyogüvenlik Protokolü'nün gereğini yerine getirmek amacıyla ve TÜBA ile TÜBİTAK'ın oluşturduğu "Biyoyeknoloji / Gen Mühendisliği Çalışmalarında Düzenleyici Kuralların Belirlenmesi konulu çalışma grubunun önerisiyle kurulan Ulusal Biyogüvenlik Komitesi, halen ulusal biyogüvenlik mevzuatının AB mevzuatı ile uyumlulaştırılarak yürürlüğe girmesi yolunda Acil Eylem Planı hazırlık çalışmalarını sürdürüyor.

GDO analizi ve biyoteknoloji ve biyogüvenlik risk değerlendirmesi araştırmaları için gerekli laboratuar altyapı çalışmaları ise devam ediyor.

Bugün genetiği değiştirilmiş pamuk, mısır ve patates için Tarım Araştırma Enstitüleri'nde alan denemeleri yapılmasına izin verilen Türkiye'ye, genetiği değiştirilmiş tohum girişi kanunla yasaklanmış durumda. Ancak ithalatçı firmalardan herhangi bir yasal belge istenmeyip beyana dayalı ithalat yapılması ve bu tohumların girişinde herhangi bir denetim olmaması nedeniyle özellikle Arjantin ve Amerika'dan gelen mısır ve soya ürünleri kuşku uyandırıyor.

Biyogüvenlik konusunda herhangi bir norm, kural, yönetmelik bulunmayışı ve mevcut yasal boşluk Türkiye'deki çok önemli bir sorun olmaya devam ediyor.

Ülkemizde gerek tüketicinin korunması, gerekse biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliği için mevcut yasal yapılanma güncel gereksinimlere göre yeniden düzenlenmeli, sağlık, turizm, endüstriyel ve sosyal güvence açısından uluslararası modeller esas alınarak kontrol mekanizmaları ve laboratuarlar geliştirilmeli, yetişmiş eleman ve alt yapı sağlanmalı, konuyla ilgili ulusal politikalar geliştirilmeli ve kararlılıkla izlenmelidir.