Salacak'ta leb-i derya bir dairede yaşayan bir arkadaşım var. Çipil gözleri her sabah eşsiz bir manzaraya uyanıyor. Sağdan sayıyorum: Galata Kulesi, Galata Köprüsü, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Sarayburnu, Marmara Denizi ve Selimiye Kışlası.
Arkadaşım yalnızca benzersiz bir coğrafyanın değil, tarihin de tanığı. Ama o bunun farkında bile değil. Her akşam, balkonda içeceği iki kadeh rakının derdinde. İyi ki de öyle. Böylelikle hasedimin dozu düşüyor.
En son gittiğimde salonun göbeğinde fiyakalı bir dürbün gördüm. Mübarek teleskop sanki. Bizimkiyse çoktan rasathane müdürü havalarına girmiş. Hevesle aletin başına geçip demin saydığım manzarayı taramaya başladım. Süleymaniye Camii, Selimiye Kışlası… Cami, kışla!.. Heyecanla kafamı kaldırıp: "Olamaz. Aynı Çetin Altan'ın dediği gibi" diye bağırdım. Suratıma mel mel bakan arkadaşıma: "O, Türkiye 200 yıldır camiyle kışla arasında gidip geliyor der ya, senin evinde camiyle kışlanın tam ortasında işte" dedim.
"Hıı hı" dedi, "rakı ister misin? Garantili. Tekirdağ'dan, fabrikadan getirttim."
***
Çetin Altan'ın bu sözü ne zaman ettiğini bilmiyorum ama, Niyazi Berkes'in "200 Yıldır neden Bocalıyoruz" kitabından ilhamını almış diye düşünüyorum. (Her cins ezbere karşı alerjim var. Berkes'in kitabı 1965'te çıkmış. Dolayısıyla 2005'te yapılacak bir baskı, "240 Yıldır neden Bocalıyoruz?" adını taşımalıdır.)
Mersin'de, iki çocuğun yaptığı çocukça-cahil hareketin ardından ortalığı bir infial dalgası kapladı. Bayrak mitingleri yapıldı. Yer gök bayrakla donandı, "Bayrak Yakan Piçleri Kahredecek Türk Milleti" cinsinden pankartlar taşındı.
Ben milliyetçi değilim, ama milliyetçi arkadaşlara (mutedil olanlarına tabii ki) bir sorum var: Bayrağın bu kadar çok kullanılmasından endişelenmiyor musunuz? Pedagojide, "bir kelimeyi arka arkaya yüz kere söylerseniz, o kelimeye yabancılaşırsınız" derler. Bayrak için de böyle bir tehlike yok mudur? Olur olmaz kullanımı, temsil değerini, gücünü, etkisini azaltmaz mı?
Örneğin, fırsatı ganimet bilerek bu dalganın üstüne oturmaya kalkanları içinize sindirebiliyor musunuz? Şu sıralar televizyonlarda ha bire Coca Cola'nın "Kırmızı Beyaz, Türkiye" reklamları dönüyor. (Sanki 100 yıl evvel Konya'da Eczacı Hacı Hüsrev Efendi adında bir zat, nezleye karşı ilaç geliştirmeye çalışırken kazara bir içecek bulmuş da. Halis bir Türk içeceği olan kola daha sonra dünya pazarına sunulmuş da ve büyük beğeni toplamış gibi.)
Peki at hırsızı kılıklı bazı adamların, "Hasan Tahsin, Hasan Tahsin" dolaşması midenizi bulandırmıyor mu?
"Türkiye için Seve Seve" kampanyası'nı hatırlayın. Onun afişlerinde de bayrak kullanılmıştı. Durgunlaşan ekonomiye merhem olsun diye, yevmiyesi 50 sentten çalıştırılan Uzakdoğulu bir işçinin ürettiği ayakkabıya 100 dolar ödediğinizde "Türkiye için seve seve" yapmış oluyordunuz.
Yaklaşık on yıl evvel bir minibüsün camında görmüştüm; kıpkırmızı bir Türkiye Haritası, ortasında ay-yıldız, altında "Bayrak İnmez Vatan Bölünmez" yazıyordu. İyi güzel de hadisede bir terslik vardı . Bayrak doğru basılmış ama harita ters dönmüştü. Yani Artvin'le Edirne, Hakkari'yle Datça yer değiştirmişti. Uyanık girişimci olayı fark etmiş ama, "canım ha etil ha metil, ne fark eder" diye ürününü piyasaya sürmüş olmalıydı.
Yıldırım Türker, 28 Mart tarihli Radikal'de :"Türk bayrağı yıllar boyunca her çarpık mülkiyetin, her sahtekârlık kalesinin burcuna dikildi durdu. Barışın güvencesi olmaya yakışacakken, savaşın kışkırtıcısı olarak dalgalandırıldı…" diyor. Bu cümle size bir şey söylemiyor mu?
Neydi? "Türkiye iki yüz yıldır camiyle kışla…" Yok yok.. Türkiye epeydir galeyan ile heyelan arasında gidip geliyor.