12 Ekim 2009Referans Gazetesi
24-25 Eylül 2009'da ABD'nin Pittsburgh şehrinde, aslında "G-7 ve davetlileri" olarak anılması gereken G-20 toplantısı yapıldı. Bunun arkasından da 6-7 Ekim 2009'da İstanbul'da IMF, Dünya Bankası ve Uluslararası Finans Enstitüsü'nün yıllık toplantıları oldu. Bu toplantıda alınan kararlar ilişkili. Çünkü, G-7 ülkeleri "davetlileri ile birlikte", kendi kendilerine, IMF'nin patronluğuna oturma hakkını kendilerinde gördüler ve ona stratejisinin ne olması gerektiğini tebliğ edebileceklerine karar verdiler. Tabii, bu durumun IMF'nin şimdiki statüsüne oranla bir ilerleme olduğu, hiç olmazsa G-7'lerin davetlilerinin gönlünün alındığı düşünülebilir. Ama resmi bir kimliği olmayan bir topluluğun ortaya çıkıp, kendisini bir resmi uluslararası kuruluşun stratejisini çizmede yetkili ilan etmesi de biraz bir garip durum doğrusu! G-7'nin davetlisi olmayan bir ülke vatandaşları ne düşünürler acaba? Örneğin bir Mısırlı ya da Pakistanlı! Bu garip durumun, IMF'nin statüsü değiştirilerek çözüleceğini varsayarak alınan kararlara geçelim.
Liderler bildirgesi
Bu açıklamalardan sonra kolayca tahmin edilebileceği üzere önümüzdeki döneme ilişkin stratejiler için bakılması gereken metin, G-20 ülkelerinin teknik elemanlarının uluslararası kuruluşlarla birlikte yaptıkları çalışmalar ve pazarlıkların sonucunu yansıtan ve Pittsburgh zirvesinde imzalanan "Liderler Bildirgesi" (Kısaca Pittsburgh Kararları). İstanbul toplantısından çıkan iki belge ise çizilen çerçeve içinde neler yapılacağını belirten, bir anlamda, ikincil kararları içeriyor.
Pittsburgh kararları beş ana başlık altında toplanabilir. Kısaca göz atalım:
1) Güçlü, sürdürülebilir ve dengeli küresel büyümeyi sağlayabilmek için politikaları ve ortak hareket etme yolunu ortaya koyacak bir çerçeve oluşturulması.
2) Bankalar ve diğer mali şirketler için geçerli düzenlemelerin krize yol açan aşırılıkları dizginleyebilecek duruma getirilmesi.
3) Dünyadaki en fakir durumda olanların yiyecek, yakıt ve finansman olanaklarına ulaşmalarının sağlanması, bu ülkelerden haksız kaynak çıkışlarının engellenmesi.
4) Orta dönemde etkin olmayan fosil yakıt desteklerinin kaldırılması ya da akılcı hale getirilmesi; bunun en fakir olanların durumu gözetilerek yapılması.
5) Ekonomilerin dışa açıklığının korunmasına [koruyuculuğa gidilmemesine] dikkat edilmesi; daha "yeşil" ve "sürdürülebilir" büyüme sağlanmaya çalışılması.
Bu güzel ifadelerle süslenmiş kararların ne anlama geldiği metinde bir ölçüde açıklanmış. Ona girmeden önce bir noktaya dikkati çekeyim. Pittsburgh kararlarında son yılların gözde terimi olan "sürdürülebilir" (sustainabile) tam 38 kez kullanılmış. "Tekrarlanırsa olur" diye mi düşünmüşler, nedir? Bu konuda verilen açıklamada, son krizin, uluslararası işbirliğinin öneminin daha iyi anlaşılmasını sağladığı da vurgulanıyor. Nitekim metinde işbirliği (cooperation) kelimesi de 15 kere geçiyor...
Orta ve uzun dönem bakış
Bu yazımda sadece ilk karar üzerinde durmak istiyorum. Bu kararda yapılması düşünülenler kısa ve orta/uzun dönem olarak iki başlık altında toplanmış.
a) Kısa dönemde işbirliği alanı olarak, iki konunun altı çiziliyor.
I) "Canlandırma programlarına, ekonomiler toparlanıncaya kadar devam edilmelidir." Bu noktanın ısrarla altının çizilmesini doğru okumak gerekir. G-20 ülkelerinin yetkilileri toparlanmanın pek de kolay olmayacağı ve zaman alacağının farkında görünüyorlar. Dolayısıyla ekonomilerin içinde bulunduğu durumu pek de yansıtmayan yaygın söylemle çelişen bir konumda görünüyorlar. Bu olumlu bir nokta.
II) "Ekonomilerde toparlanma tamamlanınca, verilmiş olan olağanüstü mali ve parasal desteklerin geri alınması gerekecektir. Bunun için saydam ve saygın bir sürecin geliştirilmesi gerekir. Bu sürecin ne olacağı kadar, atılacak adımların sıraya konulması ve zamanlanması önem taşıyacaktır. Bu çabanın, ayrıca, ülkeler ve bölgeler arasında farklılaşabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır." Dikkat edilirse G-20 yetkilileri, krizden çıkış sürecinde ortaya çıkabilecek sorunların en az krize giriş sürecindeki kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğinin farkında görünmektedirler. Bu noktada da sorumlular, neyse ki, yaygın söylemin yüzeyselliğine katılmıyor görünüyorlar.
b) Orta/uzun dönem için öngörülenler ise şöyle özetlenebilir:
I) Dünyanın hızlı, sürdürülebilir ve dengeli büyüme yoluna oturtulması.
II) Mali açıdan sürdürülebilirlik ve sorumluluk taahhütlerine uyulması.
III) Büyüme potansiyelini artıracak ve yeni iş alanları açılmasını sağlayacak reformlar ve politikaların yürürlüğe konulması.
IV) Varlık fiyatlarında balonlar oluşması ve sürdürülemez küresel mali akımların ortaya çıkmasının engellenmesi.
Görüldüğü üzere bunlar çok iddialı hedefler. Bunların tutturulmasını beklemenin gerçekçi olmayacağı söylenebilir. Ancak, böyle bir belgede bunlara yer verilmesinin bile bir olumlu aşama kabul edileceği bir dünyada yaşadığımızı da unutmayalım. Bu noktada G-20 ülkeleri, IMF'ye yeni bir görev daha yüklüyorlar. O da ülkelerin uygulayacakları kendi politika çerçevelerinin, genel çerçeveye nasıl uyum sağlayacağını ortaya koymak. Bu yolla ülkelerin uygulayacakları maliye, para, ticaret ve yapısal politikaların sürdürülebilir ve dengeli büyüme yollarıyla uyumlu olmasının sağlanması öngörülüyor.
Keyfi uygulamalar zor
Bu nokta ilginç. Çünkü bunun yapılabilmesi için uygulanan politikaların tarafsız, dengeli ve açık bir biçimde analizinin yapılıp sonuçların ortaya konulması gerekiyor. G-20 ülkeleri kendi maliye bakanları ve merkez bankalarının başkanlarının, IMF'nin desteğini alarak, G-20 ülkelerinin uyguladıkları politikaları ileriye dönük bir bakışla inceleyip değerlendirmelerini istiyor. Demek ki, G-20 üyesi olup kendi keyfince politikalar uygulamaya kalkışmak artık pek kolay olmayacak. Bu noktanın Türkiye için önemli olduğunu düşünüyorum. Bu kararın yaşama geçmesi demek Türkiye'nin IMF ile anlaşma yapsa da yapmasa da Avrupa Birliği'ne üye olma çizgisinde devam etse de etmese de izleyeceği iktisat politikasının sıkı bir dış gözetim ve denetime tabi olacağı anlamına geliyor. Bu denetimin bir yaptırımı da olacaktır herhalde! Tabii aklıma gelen bir ikinci soru da bu dış denetimin ABD ya da Fransa gibi bir ülke için de aynı etkinlikte olup olamayacağı.
Bu metni okuduktan sonra bazı kavramlar zihnimi kurcalamaya devam etti. Örneğin "sürdürülebilir büyüme" ile ne kastediliyor? Birleşmiş Milletler'in benimsediği, bir büyüme sürecinin çevre üzerindeki etkilerinin hesaba katıldıktan sonra uzun dönemde topluma ne kazandırdığından mı söz ediliyor yoksa sadece üretimin sürekli artmasından mı?
'Dengeli büyüme' tartışması
Metnin yazılış tarzı ve dört numaralı kararın açılımı ilkini çağrıştırıyor. Bu konu üzerinde daha etraflı biçimde durmak gerek. İkinci takıldığım kavram ise "dengeli büyüme". İktisat kuramında bu kavramın somut bir karşılığı vardır. Kendi hesabıma, özellikle gelişmekte olan ülkeler söz konusu olduğunda, yine iktisat kuramında tanımlanmış olan "dengesiz büyüme" yaklaşımının, bazı durumlarda, daha iyi sonuç verebileceği kanısındayım. Ama bu metinde sanki, dünyadaki her ülkeye aynı hızda büyüme olanağı sağlayan bir düzen kastediliyor gibi. Bu ise az gelişmişliği ortadan kaldıran bir çözüm gibi görünmüyor. Bu kavram da biraz daha açıklanmaya muhtaç. Belki biraz haksızlık ediyorum. Bu kavramların bir liderler bildirisinde açıklığa kavuşmasını beklemek pek de gerçekçi bir tutum değil. Ama, bunların içeriği ileride çok önemli olacak.