Felsefe Light - XXXVI

-
Aa
+
a
a
a

Biz Kant’ın yakasını daha bırakmayalım.

 

Immanuel abimiz bilgiyi de a priori ve a posteriori olarak ikiye ayırır. Yani doğuştan bilgiler ve sonradan kazanılan bilgiler. Bu zaten bildiğimiz klasik Avrupa Felsefesi geleneği. Kant’ın a priori bilgiye asıl bilgi demesi de çok şaşırtıcı değil. Yani matematik ve mantık bilgileri böyle bilgilerdir ve tecrübeye dayanmazlar. Ancak hazret sonradan alınan bilgileri incelerken biraz ayrılır öncüllerinden. Bu tür bilgiler bize tecrübe ile gelen bilgilerdir ama, her tecrübe aynı değildir der. İki türlü tecrübe vardır;

 

a)       Duyu verilerinin üstümüze boşalttığı ve bize hiçbirşey öğretmeyen bilgiler,

b)       Duyu verilerini birbirine bağlayan bilgiler.

 

Esas olan ikincil tür tecrübelerdir ve bu tecrübelere dayanan bilgiler duyu verisi olmaktan çıkarak bir bilgi formu oluştururlar.

 

Yani hımmmmmmmmmm madem bu böyle, o zaman şu da şöyledir diyebileceğimiz veriler artık bilgi oluşturmaktadırlar bizde.

 

Gelelim yargılara. Felsefe tarihinde yargılar da bilgiler gibi ikiye ilk kez Kant tarafından ayrılırlar. Analitik yargılar ve sentetik yargılar. Bakalım bunlar ne menem şeyler.

 

Analitik yargılar, saf mantık ilkelerine göre yapılan kavram analizleridir. Örneğin ‘’bütün nesneler yer kaplarlar’’ önermesi analitiktir. Sentetik yargılarda sonuca bu kadar kolay varamazsınız. Bu yargıların yüklemi öznenin analizinden elde edilemez. Bu yargı için tecrübe hem de duyu verilerini birbirine bağlayan tecrübe lazımdır. Örnek verelim: "bütün nesneler ağırdır." Peki sentetik yargılar a priori olabilir mi? Kant buna "evet" cevabını verir. Gerçi önceleri örneğin matematiğin analitik yargılar olduğunu söyleyip sonra vazgeçmiş, ve "matematik yargıları sentetiktir" demiştir ancak bu savında ısrarcıdır. İspatını pek de akılcı olmayan bir 5+7 = 12 denklemi ile yapar.

 

Diğer bir sentetik bilgi alanı ise doğa bilimleridir. Tecrübelerimizde gelmeyen yani a priori bir doğa ilkeleri dizisi vardır. Nedensellik, kuvvetlerin eşitliği yani etkinin tepkiye eşit olması ve son olarak da doğada hiçbirşeyin yok olamayacağı ilkesi. Kant bu temel ilkelerin oluşturduğu sisteme ‘’Saf Doğa Bilimleri’’ der.

 

Sentetik bilgiler metafizik için de en uygun bilgilerdir tabii. Bunu da transandental diyalektik bölümünde inceler üstad.

 

Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kördür.

 

Duyu verileri ve algılar ancak anlayış yetisinin (idrak-understanding) işe karışması ile birbirlerine bağlanırlar ve algıların göstermek istediği şey bilinç tarafından görülebilir. Anlayış yetisinin kavramlaştırma işlemi temelini kendi ‘spontane’sinde (kendiliğindenlik) bulur. Yani kısacası algı, anlayış yetisi ve bu anlayış yetisinin spontanitesinin bir alaıkta olması gereklidir.

 

Yoksa öküzün trene baktığı gibi bakarsınız.

 

Uzam ve zaman Kant’a göre birer kavram değillerdir. Bunların realitesi insanın bilincine bağlıdır. Zaman ve uzam ideal varlıklardır ancak ideal deyince bunlar düşsel ve algılanamaz varlıklardır da demek istemedik. Burada şiirsel değil felsefik çözümler peşindeyiz. Tam aksine tüm duyu verilerinin algılanabilmesinin ön koşulları olduklarından, gerek uzam gerekse zaman ampirik (bir kurala dayanmayan sadece deneysel olarak bilinen) birer gerçekliktir.

 

Peki bu gerçeklikler insanın neresinde şekillenirler? Evet akıl bunları barındırır elbet, ama biraz daha spesifik olalım. Bu gerçeklikler genel ve gerekir gerçeklikler, yani her insanda olan ve insanın yaşamsal kurgularını doğrudan etkileyen gerçeklikler. İşte bu ampirik gerçeklikler temellerini akılda bulunan ‘’koşullar sistemi’’nde bulur. Neymiş peki koşullar? O kadar basit açıklamaları yok ancak şunları başparmak kuralı haline getirelim bakalım;

 

Ampirik gerçeklik bir ‘’görünüş dünyası’’dır ve dünya bundan ibaret değildir. Bu ‘’görünüş’’ün karşısında bir de ‘’kendi başına var olan’’ dünya vardır. Bu dünyanın algısına sahip olmamamız onun var olmadığını göstermez. Yani felsefe doğa bilimleri ile çatışmak zorunda değildir. Peki doğa bilimleri nasıl olanaklıdır? Bunu araştırırken de bu araştırmaları yöneten ilkelerin kavram formlarını ve doğa bilimine yaklaşımların (yani nesnel ve pozitif düşünmenin) formlarını da incelemek gerekir.

 

Aristoteles ne yapmıştı bir hatırlayalım; on ayrı kategori oluşturmuştu. Töz, nitelik, nicelik, görelik, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi. Aristoteles’de zaman ve uzam hem varlığın hem aklın kategorisidir. Kant ise sadece aklın kategorisi olarak niteler. Yani zaman ve uzam varlıktan bağımsızdır. Kant bu kategorileri dört ana grupta toplar. Bunların alt grupları da vardır.

 

Nicelik – Birlik, çokluk, bütünlük

Nitelik – Gerçeklik, olumsuzlama, sınırlandırma

Bağıntı – Töz, nedensellik, karşılıklı bağlılık

Kiplik – Olanak, olmak, zorunluluk

 

Şimdi bu kategorileri bir arada tutabilmek için içten gelen bir gerekirlilik var mıdır? Her bilgi, her bilme olgusu, bilen bir bilincin varlığını zorunlu kılar. Ancak bu bilinç bir ambar, bir disket yani bir şey lazım olduğu zaman uzanıp alacağınız ve herşeyin yeri yurdu belli olan bir depolama yeri değildir. Aklın bilme olgusunda potansiyel olarak ‘kendi kendisini bilme’ de vardır. Yani akıl bildikleri ile sınırlı değildir. Bilgi üretebilir. Şimdi kullanıp bıraktığınız akıl bir dahaki başvurunuzda o kullanılmış olmaktan da üretim yapmış ve bilgi potansiyeli açısından artmış olabilir.

 

Platon duysa kemikleri sızlar. Ne demişti hazret; "bilgi üremez. Ne varsa o bilinir."

 

Peki akıl bu yetisinin farkında mıdır? Hayır, akıl sürekli bir bilme süreci yaşadığından çoğunlukla ‘kendi kendisinin’ ayrımına da varamaz. Ama biz ona şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

 

‘Ben düşünüyorum’ ‘ben’in bütün düşüncelerine eşlik edebilmelidir. Bu ‘ben’ kerkesin kendi benliği değil bilginin genel ve geçerli koşulu olan ‘ben’dir. Burada içine düştüğü kıskacı hissederek ‘apperception’ kavramını kullanır Kant. Apperception bilerek kavramak demektir. Kant ve ileriki felsefeler bilerek kavrama yetisine sahip olandan azına hitap etmezler.

 

Şimdi bütün bu anlatılanlardan yahu ben sadece aklımı kullanarak da düşünür ve bilgi üretirim sonucuna varanlar olabilir. Ancak Kant bu tehlikeyi sezmiş ve önlemini almıştır. Duyu verileri ve algıları bir kenara atarak ve yalnızca kategorilere dayanarak yapılan düşünce olanaklıdır ama boş düşüncedir. Hazret başından meşhur saptamasını yapmıştır;

Algısız kavramlar boştur.

Geldik metafizikten bir bilim yaratmaya. (Haftaya tabii)