26 Ocak 2009
Albay Rıdvan Özden, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis neden öldürüldü?
JİTEM'de kimlerle, kaç yıl çalıştı? Kaç cinayete ortak oldu?
İntihar eden Albay Abdülkerim Kırca ile birlikteyken neler yaşadı?
Faili meçhul cinayete kurban gidenlerin mezarlarını biliyor mu?
Abdullah Öcalan'ı infaz etmek için Şam'a gönderildi mi?
PKK itirafçılarından hâlâ JİTEM'de çalışan var mı?
JİTEM'den neden ayrıldı?
Onu İsveç'e kimler kaçırdı?
Ergenekon davası ve soruşturması sanıkları arasında tanıdıkları, birlikte çalıştıkları var mı?
Ergenekon davasında tanıklık yapacak mı?
"İhsan Haran JİTEM'de sorgulandı. Arazide kafasına kurşun sıkıldı. Komutan Kırca'dan duydum. Meğer ölmemiş. Batman'a yürümüş hastaneye gitmiş. Oradan alındı tekrar infaz edildi."
"Bölgedeki faili meçhullerin yüzde 80'ini JİTEM yaptı. Benim görev yaptığım on yılda sadece Diyarbakır'da gerçekleşen infaz sayısı 600-700'dür. Ben otuzuna tanık oldum."
"Servet Aslan ve Fatma birbirine âşık iki üniversiteli genç. Diyarbakır'ın merkezinde gezerken alındılar. JİTEM'de iki gün işkence gördüler, ağlaya ağlaya PKK'lı olmadıklarını söylediler ama öldürüldüler."
* * *
NEDEN? ABDÜLKADİR AYGANTürkiye, Kürt meselesini demokrasiyle çözmemek için direnirken korkunç olaylar yaşandı. Devlet, en azından devletin bir bölümü, hukukun dışına savruldu. Yasa tanımazlık, zamanla 'rutin' bir davranış biçimine dönüştü. Rahatça adam öldürmeye, haraç almaya, işkence yapmaya başladılar. Hesabını kimse sormadı. Devlet görevlileri uyuşturucuya alışır gibi alıştı yasasızlığa. Hatta neredeyse, yasasızlık devlet olmanın bir ölçüsü gibi gözüktü onlara. Şimdi devlet, yeniden kendini düzeltmeye çalışıyor ve zorlanıyor. Üstü örtülen olayların üstü açılıyor. Altından korkunç şeyler çıkıyor. Bir zamanlar cinayetlere, işkencelere, haraçlara tanık olmuş olan itirafçı Abdülkadir Aygan da o dönemi iyi bilenlerden. Aygan, bildiklerini anlatıyor şimdi. Onun cinayet işlemesine ses çıkarmayan medya, Aygan cinayetleri anlatmaya başlayınca ona "alçak" diyor. Bu konuşmada, Türkiye'nin, özellikle Güneydoğu'nun neler yaşadığını, devletin ne hale geldiğini, güç hesaplarını ve hesaplaşmalarını, kaç insanın JİTEM hücrelerinde boğdurulduğunu, yollarda kurşuna dizildiğini, tarlalarda yakıldığını, okuyacaksınız.
* * *
1. BÖLÜM
Kaç yıl PKK'da kaldınız?
1975 yılından 1985'e kadar on yıl kaldım. PKK'yla ilişkim Adana Meslek Lisesi'nde öğrenciyken başladı ve 1977'de okulu bıraktıktan sonra da devam etti.
Dağa mı gittiniz?
Ben Türkiye'de dağa gitmedim. Kuzey Irak denilen Güney Kürdistan'da üç yıl bütün PKK kamplarında kaldım. Kuryelik ve kılavuzluk yapıyordum. PKK'nın liderlerinden Duran Kalkan'la kampların sorumluları arasındaki önemli yazışmaları, pusulaları getirip götürüyordum. Köylerden kamplara erzak taşıyordum. Bir grubu bir kamptan diğerine götürüyordum. 1984'teki Şemdinli Eruh baskınında Mahzun Korkmaz kampındaki grubu ben Türkiye sınırına götürdüm. İçeri girdiler ve baskını yaptılar.
PKK'nın ilk baskını bu. Peki, sonra JİTEM'e (Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele) nasıl katıldınız?
1985'te PKK'dan ayrıldım. Örgüt içi infazlardan bunalmıştım. Bardağı son taşıran damla da bir mezraya yapılması planlanan baskın oldu. Mezrada canlı hiç kimse bırakılmayacaktı. Ben baskınının keşfini yapıyordum. Baskından bir gün önce PKK'dan firar ettim ve o mezraya baskını haber verdim. Köylüler beni gerilla kıyafetiyle silahlı görünce karakola haber vermişler. Köye askerî helikopter geldi ve beni teslim aldı.
PKK'dan neden ayrıldığınızı daha sonra soracağım. Örgüt içi infazlarından bunaldığınızı söylediğiniz PKK daha sonra sizi gelip bulmadı mı, sizi cezalandırmaya çalışmadı mı? PKK'yı ihbar etmişsiniz.
Ben PKK'yı deşifre ettim. Siirt'te sorguda 50 gün kaldım ve 17 sayfalık ifade yazdım. Ankara'da yukarıdakiler, "bu adam örgütte bu kadar kalmış. Bu kadar uzun mazisi var. On yedi sayfalık ifade olmaz" demişler. Sorgu amiri "ifadeni geniş yaz" dedi. 130 sayfaya yakın ifade yazdım. Ben 1977'de Nizip'te PKK'nın askerî kanat sorumlusuydum...
O dönemde altı ülkücü genci öldürmüşsünüz. O cinayetleri yazdınız mı?
Hayır, Nizip'te faşist dediğimiz kesime karşı işlediğim cinayetlerimi yazmadım. Yurtdışında kaldığım PKK kamplarını, tanıdığım PKK militanlarını yazdım. Bize ekmek veren köylüleri de yazmadım. Benden önce yakalanan üst düzey yöneticilerden Sabri Ok'un ifadesini bana gösterdiler sorguda. O her şeyi açıklamış zaten. Sabri Ok daha sonra PKK'nın cezaevi sorumlusu oldu. Onlara göre sonradan özeleştiri yaptı. Oysa anlattıkları bir itirafçının anlattıklarından farklı değildi. Benden farkı, o dilekçe verip itirafçılık için başvurmadı. Ben başvurdum, Pişmanlık Yasası'ndan yararlandım. Diyarbakır Cezaevi'ne konuldum.
Diyarbakır Cezaevi'nde kendinizi PKK'lılardan nasıl korudunuz peki?
İtirafçılar koğuşuna gittim. Kendiliğinden teslim olan ve itiraf edenleri cezaevinde ayrı bir koğuşta tutuyorlar. PKK'lıların içine bırakmıyorlar. Bu yüzden içerisi tehlikeli değil. Dışarısı tehlikeli.
Sonra JİTEM'e nasıl katıldınız?
Pişmanlık Yasası'ndan yararlandım ve on beş yıllık cezanın üçte birini yattım. 1990'da tahliye oldum. Tahliye olur olmaz beni askere aldılar. Çünkü Kıbrıs'ta askerlik yaparken Güney Kıbrıs Rum kesimine firar etmiştim ben. Askerliğimi tamamlamam için beni Kars'taki tankçı birliğine gönderdiler. Bir gün taburdaki bir asker bana, "Seni Albay Arif Doğan telefonla aradı. Tekrar arayacak" dedi.
Arif Doğan dediğiniz komutan, evinde ve ofisinde bomba ve silahlar ele geçirilen, Ergenekon davasının tutuklu olarak yargılanan en önde gelen isimlerinden değil mi?
Evet. Ben o güne dek Arif Doğan'ı tanımıyordum. Halen de hiç yüz yüze gelmedim. Sadece telefonda konuştum. Diyarbakır'da JİTEM'in grup komutanıydı. Kendisi sonra beni tekrar aradı. Cem Ersever'in de yanında olduğunu ve beni kendisine onun tavsiye ettiğini söyledi. Binbaşı Cem Ersever'le daha önce Siirt Alayı'nda sorgudayken karşılaşmıştım. Onunla sohbet etmiştik. PKK konusunda kendisini yetiştirmiş biriydi.
Kaç yıl çalıştınız JİTEM'de?
Dokuz yıl çalıştım. 1990 yılıydı... Sanki benim iyiliğimi düşünüyormuş gibi, bana, "evladım seni Kars'a vermişler. Senin ailen Osmaniye'de. İstiyorsan seni Diyarbakır'a yanımıza aldırabiliriz. Burası ailene daha yakın. Jandarma'da askerliğini yaparsın" dedi. Ben de "olur" dedim. O zaman JİTEM'in adı henüz ortada yok. "Yol masrafını karşılayacağız. Ankara'dan da emir çıkartacağız. Gerekli işlemleri yapıp seni Diyarbakır'a aldıracağız" dedi.
Bir komutanın size bu özel ilgisini nasıl yorumladınız?
Cem Ersever beni yanına aldırmak istiyor, benim tecrübelerimden faydalanmak istiyor, diye düşündüm. Beni önce Kars'tan Silvan'daki er eğitim alayına sevk ettiler. Oraya başka itirafçılar da getirildi. Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Adil Timurtaş, Hayrettin Toka... Sonra da bizi Diyarbakır JİTEM'e gönderdiler. Biz oranın JİTEM olduğunu bilmiyorduk. Biz, Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı'nın emrinde askerlik yapacağız diye biliyorduk. Beş, altı kişiydik... Özel konumumuzdan, örgüt tecrübemizden ötürü bizi sivil olarak giydireceklerini tahmin ediyorduk ama...
O sırada Diyarbakır'da JİTEM komutanı kimdi? Arif Doğan mı?
Hayır, Arif Doğan gitmişti, yerine Cem Ersever JİTEM Grup Komutanı olmuştu. Yardımcısı da Aytekin Özen'di. Gittiğimiz yerin JİTEM olduğunu bize Cem Ersever açıkladı. "Burası JİTEM. Burada benim emrimde olacaksınız. Sivil giyineceksiniz ve istihbarat toplarken, operasyona giderken kendinizi korumanız için üzerinizde tabanca olacak" dedi. Düşünün, diğer askerlerde G3 tüfek var, bizde üzerimize zimmetli tabanca.
Kaç yıl çalıştınız JİTEM'de?
Askerken 1990'da başladım. Askerlik bittikten sonra JİTEM'in sivil memuru oldum. JİTEM'de 1999'a kadar çalıştım. Bizi ilk başta terör danışmanı, uzmanı sıfatıyla almayı düşünüyorlardı. Sonra uzman çavuş yapalım dediler. Sonra işi sivil memurluğa çevirdiler.
Anlamadım...
Bizi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na soktular. Bizi resmen devlet memuru yaptılar. Kadromuz istihbarat elemanı olarak gözüküyordu. Yani postanede çalışan memur hangi kanuna tâbiyse biz de ona tâbiydik ve askeriyede çalışan sivil memurlardık artık biz. Bordromuz, keseneklerimiz, tazminatlarımız, emeklilik hakkımız vardı. Bir astsubay, bir JİTEM komutanı nasıl maaş alıyorsa biz de öyle alıyorduk. Mesela internetten Emekli Sandığı'nda Aziz Turan ismine baktım ben... On beş yıl daha çalışırsam emekli olabiliyorum ben.
Sizin adınız Aziz Turan olarak değiştirilmiş ve Abdülkadir Aygan kayıtlarda şehit olarak gösterilmiş, öyle mi?
Evet. Geçmişteki bütün sabıkalarımız da silindi.
JİTEM'de çalıştığınız dokuz yılda kaç eyleme katıldınız?
Onlara eylem değil, 'operasyon' diyorlar. Mesela suçlu birini tespit ettiniz. Güvenlik kuvvetleri aslında ne yapar? Bu kişiyi savcının emriyle yakalar ve savcı onu suç deliliyle birlikte mahkemeye çıkarır. Kişi suçuna göre cezaevine girer ya da girmez. Ama JİTEM'in operasyonları öyle değildi. Yerel ajanları ve halktan muhbirleri vardı. PKK'ya erzak verenler ya da onunla ilişkide olanlar, yardım edenler JİTEM'e bildiriliyordu. JİTEM de işi yapıyordu.
JİTEM dilinde 'iş yaptık' demek ne demek? Öldürmek mi demek?
İşi yapmak demek, 'yasadışı yollardan bir insanı alıp, JİTEM'e götürüp sorgulayıp sonra da infaz etmek, ölüsünü sağa sola atmak, yakmak ya da gömmek' demek. Olayın büyüklüğüne, öldürülen kişinin isminin önemine göre, JİTEM komutanı bu bilgiyi Jandarma Asayiş Komutanlığı'na, Komutanlık da Olağanüstü Hal Valiliği'ne bildiriyor ya da bildirmiyordu.
Siz JİTEM'de çalıştığınız sürede kaç kişiyi alıp öldürdünüz? Yani faili meçhul cinayet işlediniz?
Kaç tane böyle olaya tanık oldunuz diye sorarsanız bana... 30 civarında olaya tanık oldum. Her JİTEM grup komutanı aynı değildi. Bazısı böyle işler yaptırıyor bazısı yaptırmıyordu. Sadece istihbarat toplama, rapor yazdırma, muhbir ve ajan ağını örgütleme işlerini yaptırıyordu. Ayrıca benim JİTEM'de bir sürü işim vardı.
Ne gibi?
Bizim komutanların Barzani ve Talabani'yle yaptıkları toplantılarda tercümanlık yaptım. Bir dönem PKK'yla çatışırken yaralanan peşmergeleri GATA'da tedavi olmaları için sınırdan alıp havaalanına götürdüm. Yakalanan evrakları Türkçeye çevirdim. Şifreleri çözdüm. Bu yüzden ben yapılan her JİTEM operasyonunda yer almadım. Ama bildiklerimle ve duyduklarımla şunu iddia ediyorum. Bölgedeki faili meçhul olayların yüzde 80'ini JİTEM yaptı.
Bölgede 18-20 bin faili meçhul cinayetten söz ediliyor.
Bence o abartılı bir sayı.
Sizce JİTEM tarafından kaç kişi öldürüldü?
Ben Diyarbakır bölgesini tahmin edebilirim. Elazığ, Van, Mardin, Batman... Oralarda da JİTEM var. Diyarbakır'da benim görev yaptığım on yıl içinde gerçekleşen infazların sayısı 600-700 olabilir... Bu rakam tahmin ama...
JİTEM elemanı olarak adam öldürdünüz mü?
Ben bu soruya cevap vermek istemiyorum.
Sizin JİTEM'de çalıştığınız dönem en fazla faili meçhul cinayetin yaşandığı dönem. Kaç cinayete tanık oldunuz?
Evet, o dönem en çok cinayetin olduğu dönem... Faili meçhuller 1993'te başladı ve 1997'deki Susurluk olayına kadar devam etti. Özellikle o dört yılda cinayetler çok yoğundu.
O sırada Diyarbakır JİTEM Komutanı kimdi?
JİTEM Grup Komutanı Abdülkerim Kırca'ydı. Diyarbakır JİTEM timinin başında da Zahit Engin vardı. Ben o dönemde 30 kadar eyleme bizzat tanık oldum. Ama içinde yer almadığım, bizzat şahit olmadığım, onlarla birlikte katılmadığım yüzlerce eylem ve faili meçhul cinayet var o dönemde. Bizim grubun yaptığı 30-40 kadardı. Bir de Zahit Engin'in emrindeki Diyarbakır timinin yaptıkları var.
JİTEM eylemlerinin hepsi ölümle mi sonuçlandı?
Hepsi ölümle sonuçlandı. Hatta size ilginç bir olay anlatayım. PKK'lı olduğu söylenen İhsan Haran isimli bir genç vardı. Ailesi boşaltılan Lice köylerinden Diyarbakır'a göçmüştü. Şehitlik semtinde oturuyordu. O genç JİTEM'e alınıp sorgulandı. Sonra da Silvan tarafına götürüldü, bir arazide kafasına kurşun sıkılıp bırakıldı. Fakat sonra komutan Abdülkerim Kırca'dan duydum. Meğer o genç kafasına sıkılan kurşunla ölmemiş. Sadece şok geçirmiş. Batman'a kadar yürüyüp hastaneye gitmiş. Yaşadığı olayı anlatmış. İşte bu olay Batman timine haber veriliyor, o da Diyarbakır JİTEM'e bildiriyor.
Evet...
Kırca'yı telefonla arıyorlar ve "komutanım böyle bir durum var" diyorlar. O da "Tamam onu hemen sizin time alın, bekletin. Biz geliyoruz" diyor. Bana bunu Kırca kendisi anlattı.
Niye bir komutan size bunu anlatıyor?
İlk infazı yapanları beceriksizlikle suçladı. "Bizim beceriksizler öldürememişler. Adam kalkmış şehre, hastaneye gitmiş. Tekrar gittik, aldık ve işini tamamladık" dedi. Abdülkerim Kırca yanına personelini alarak hemen Batman'a gidiyor ve o genç tekrar araziye götürülüp infaz ediliyor. JİTEM'in eline düşen sağ bırakılmıyor.
Bu gencin öldürülmesine siz tanık oldunuz mu?
İlk infaza tanık oldum. Kemal Ümlük, uzman çavuş Yüksel Uğur vardı. Bir toprak yığınının arkasına götürüp vurdular. Geceydi. Hangisinin vurduğunu görmedim. Gencin sorgusu JİTEM'de yapıldı sonra arabaya konulup araziye götürüldü
O genç niye öldürüldü?
PKK'lı diye... Bu Diyarbakır bölgesinde PKK'yla ilgili bilgileri genellikle itirafçı Serpil Toprak veriyordu. O da JİTEM'de sivil memur olarak çalışıyordu. Mesela Mehmet Salim Dönen isimli Silvanlı genci ve amcasını JİTEM'e aldıran da o kızdı. Onları askerî hastanede görüyor. Çocuk askere gitmek için askerlik muayenesini yaptırıyor. Amcasıyla birlikte gelmiş. Serpil bunu gelip bana söyledi. "Komutanı arayıp haber verelim" dedi. Kırca o sırada Dicle Üniversitesi'nde dişini yaptırıyordu. Aradık. "Gereğini yapın, alın. Ben geliyorum" dedi. Toros arabayla askerî hastaneye gittik ve gençle amcasını aldık, JİTEM'e getirdik. Komutan Kırca dişçiden geldi ve işin sorgulama safhası başladı.
Nasıl öldürüldüler?
Amcasının hiç alakası yoktu ama yarın bir gün ifade verir diye onu da aldık, getirdik. Amca, yeğen JİTEM'de boğularak öldürüldüler. Silvan yoluna atıldılar.
Onları komutan Abdülkerim Kırca mı boğdu?
Hayır, o talimat verdi. Boğdurdu. Zaten komutan işkenceli sorgu yapıldıktan sonra bazen işkence odasında kalıyordu. Bazen de kendi odasına gidip içkisini içiyordu. Bu cinayetler hep gece mesaisinde işleniyordu. İşkenceler mesai saatinden sonra akşamları yapılıyordu. Sıradan askerler koğuşlarına gittikten sonra... Çünkü JİTEM'de gündüzleri çaycılık, postacılık yapan askerler vardı. Kırca emir erini bile gönderiyordu. Ayrıca çevrede askerî birlik ve diğer kurumlar vardı. İşkence seslerinin duyulması istenmiyordu. İşkence akşam diğer personel gidince, mesaiden sonra başlıyordu.
İşkence ve infazlar için JİTEM'de kaç kişi gece mesaiye kalıyordu?
İşin durumuna göre dört, beş kişi kalıyordu.
Kaç kişi tarafından, neyle boğuluyordu bu insanlar?
Boğma teliyle... Elektrik kablosuyla... Bazen sağlam bir televizyon kablosuyla. Duruma göre iki, üç kişi boğuyordu. İşkence bir, iki gece sürüyordu. Hemen öldürülmüyordu. Hatta ifadesi alınmadan ölmesin diye sadece bir dilim ekmek veriliyordu.
Peki, amcasıyla öldürülen, askere gitmeye hazırlanan genç PKK'dan ayrılmamış mı?
Askere gideceğine göre ayrılmış. Çünkü bir PKK'lı askere gitmez. Hele grup sorumluluğu yapmış birisiyse... Ama PKK'dan ayrılsa da JİTEM tarafından öldürülüyor. Mesela o Servet Aslan diye bir üniversiteli genç vardı. Fatma isimli bir de Mersinli kız arkadaşı vardı. Kızın hakkında hiçbir suçlama yoktu. Hiç ilgisi yoktu. Bizim gibi sivil memur olan itirafçı Serpil'in ifadesi üzerine bu iki üniversiteli genç Diyarbakır'ın merkezinde el ele gezerken alındılar. Üstelik çocuk dağa falan gitmemiş. Kaldı ki yanında kız arkadaşı da var.
Bu ne anlama geliyor?
Birbirlerine âşık olmuşlar. Normal bir hayat yaşıyorlar. PKK'lı militan Diyarbakır'ın merkezinde kız arkadaşıyla el ele gezemez. Çocuk PKK'lı olmadığını ağlaya ağlaya söylediyse de...
Onlar da mı öldürüldü?
Evet, onlar da öldürüldü... Mehmet Çapur isimli bir başçavuş vardı. Kırca emir verdi. Gençleri Sivas yönüne götürüp, orada öldürüp yol kenarına atmışlar. Bu iki genç iki gün sorgulandılar, işkence gördüler. Abdülkerim Kırca o kıza kendisi işkence yaptı.
İtirafçı Serpil Toprak nerede şimdi?
Erzurum'a tayin edilmişti. Orada hem memuriyet yapmış hem de yarıda bıraktığı yüksek hemşirelik okuluna devam etmiş. JİTEM onun tekrar okula kaydını yaptırmış. Orada bir öğretim görevlisiyle evlendiğini duyduk.
Bu insanları şehir dışına öldürmeye götürürken arabanın bagajına mı koyuyorsunuz?
Bazılarını arkada oturan iki personel arasına alıyor ve normal bir yolcuymuş gibi götürüyorlardı. Bazılarının üstüne ise hastaymış gibi bir mont örtülüyordu.
Kaç kilometre uzağa götürülüp öldürülüyorlardı?
Mesela İdris Yıldırım Silopi'den alındı 150 kilometre uzaktaki Elazığ'a götürüldü. Çünkü onu yakalayan JİTEM elemanı Silopi'de oturuyordu. Kendisinden şüphelenileceğini düşünüyordu. JİTEM muhbirini korumak için onu uzak bir bölgede öldürdü. Kimliği tanınmasın diye cesedi de yaktı.
Siz JİTEM'de kimlerle çalıştınız?
1990'da iki yıl kadar Cem Ersever ve yardımcısı Aytekin Özen'le çalıştım. Bunlar gitti yerlerine Cahit Aydın ve yardımcısı Nurettin Ata geldi. Daha sonra da Abdülkerim Kırca geldi. En uzun onunla çalıştım. Normalde her komutan iki yıllığına gelir ama o üç, dört yıl kaldı. Bir ara Ali Yıldız, Cemal Temizöz'le de çalıştım.
Siz sadece Abdülkerim Kırca'nın yaptıklarına mı tanık oldunuz? Diğerleri neler yaptılar?
En çok cinayet komutan Kırca döneminde oldu. Cem Ersever zamanında da oldu ama o kadar değil. Mesela onlardan sonraki komutan Ali Yıldız politik davranıyordu. İtirafçıların yanında "şu kişiyi alın" demiyordu. Normal istihbarat faaliyeti yapıyormuş gibi davranıyordu. Ama kendi emrindeki Zahit Engin'in başında olduğu Diyarbakır JİTEM timi durmadan JİTEM'e adam alıp, sorgulayıp öldürüyordu. Biz bunlara gözümüzle kulağımızla da şahit oluyorduk. Adamlar hücrelerde haykırıyordu. O insanlar da sonradan yok oluyordu. Binanın arkasında bir çöp bidonu vardı. Şehmuz Çavuş'u ya da timden başka birini orada insanların özel eşyalarını, elbise, ayakkabılarını yakarken görüyorduk.
2. BÖLÜM
Albay Abdülkerim Kırca'nın intiharıyla tartışmaların merkezine oturan ve JİTEM'de çalıştığı dokuz yılı ayrıntılarıyla açıklayan itirafçı Abdülkadir Aygan'la yaptığımız ve dün birinci bölümünü yayınladığımız söyleşiye bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz.
* * *
JİTEM elemanları öldürdükleri insanların cesetlerini niye araziye atıyordu?
Ceset bulunsun ve bu ölüm halkta korku yaratsın, 'PKK'ya gidersem benim de sonum böyle olur psikolojisine girsin' diye cesetler böyle yol kenarlarına atılıyordu. Ama bazı cesetler de gömülüyor ya da yakılıyordu. Mesela Abdülkerim Kırca Diyarbakır'da Pavyonlar Caddesi'nde milletin gözü önünde Murat Aslan'ı arabaya zorla bindirdi. Bu genç JİTEM'de sorgulandı ve cesedi yakıldı.
Niye yakıldı?
Çünkü cesedin kimliği hemen teşhis edilmesin ve cinayet biraz eskisin istendi. Yani görgü tanıkları, Abdülkerim Kırca'nın simasını unutsun istendi.
Toplu cinayet olaylarına karıştınız mı?
Bir kez üç kişinin birden öldürüldüğünü gördüm. Diğer cinayetler hep tek tek ya da iki ikiydi. Mesela birini yakalayıp JİTEM'e getirmişler, sorgusu yapılıyor. Ertesi gün başka birini daha alınıp getiriyorlar. Bu durumda ikisi aynı anda öldürülebiliyor. Zaten üçten fazla infaza imkânlar da müsait değildi.
Anlamadım, ne müsait değildi?
Araç olarak elde bir Toros araba vardı. Arabaya, bagaja kaç kişiyi sığdıracaksın? Çünkü personel de binecek arabaya. Ama ben gene de bir tane toplu cinayete tanık oldum. Abdülkerim Kırca 1993'ten sonra Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı oldu. Bazı cinayetleri bizzat gözümüzün önünde kendisi işledi. Sağlık-Sen Diyarbakır Şubesi'nin üç üyesi Necati Aydın, Mehmet Ay ve Ramazan Keskin JİTEM'de sorgulandıktan sonra Silvan yolunda bir araziye götürüldüler.
Aman Tanrım!
Gençler yan yana dizildiler. Elleri ve gözleri arkadan bağlandı. Sonra komutan Kırca gençlere diz çöktürttü ve tam enselerinden birer el ateş etti. Kurşun beyinlerini delip geçti, alınlarının ortasından oluk oluk kan fışkırdı. Sonra da bize "gömün bunları" dedi. İki arabayla oraya gitmiştik. Yedi, sekiz kişi bu olaya tanık olduk.
Sizden başka kim açıkladı bu toplu cinayeti?
Benden başka kimse açıklamıyor. Çünkü hâlâ aynı sistemin içinde çalışıyorlar. Size şunu anlatayım... 1990'ların sonuydu. Ankara'dan Kara Kuvvetleri'nden resmî elbiseli bir albayın komutasında bir denetleme grubu Diyarbakır JİTEM'e geldi. Bu albay itirafçıların odasına da girdi, hâl hatır sorduktan sonra bizi tehdit etti. "Bu yola birlikte girdik, bu işe birlikte başladık ve ölünceye kadar da bu işi birlikte sürdüreceğiz. Kimse ben ayrılırım, yurtdışına giderim, oralarda bana kimse bir şey yapamaz demesin. Bizim kolumuz uzundur. Uzağa da gitse biz cezalandırırız" dedi.
Peki, o üç sendikacı genç niye cezalandırıldı?
İktidarda Çiller hükümeti vardı. Daha sonra DYP'den milletvekili adayı olan Hasan Kondakçı da Jandarma Asayiş Komutanı'ydı. Kondakçı, Çiller'in bu maddi manevi her türlü desteği vermeye söz verdiğini söylüyordu. O dönemde sanki devletin tepelerinde bir karar alınmış, bir konsept uygulamaya konmuştu. İnfazlara HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın cinayetiyle başlandı. Musa Anter'in öldürülmesiyle devam edildi.
Peki, o üç sendikacı...
Üç sendikacı gencin bilgisi Emniyet'ten geldi. Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde ifadeye çıkacakları bize bildirildi. Komutan Kırca da mahkeme serbest bırakırsa bu gençleri alıp JİTEM'e getirmemizi emretti. Nuri Ateş adında astsubayla birlikte dört kişi beyaz Renault'yla mahkemenin önüne gittik ve bekledik. Gençler mahkeme tarafından serbest bırakıldılar. Biz onları almak için yol kenarında beklerken, onlar karşıdan davaları bitti diye sevine sevine geliyorlardı. Üç genci mahkemenin önünden alıp JİTEM'e getirdik. Sorgulandılar...
Sorgu dediğiniz işkence. İnsanlar konuşunca sonuç değişiyor mu JİTEM'de?
Konuşması hiç bir şey değiştirmiyor. Konuşsa da konuşmasa da öldürülüyorlar. JİTEM'e giren sağ çıkmıyordu ki...
"Halk ihbar ediyordu, istihbarat yapılıyordu ve JİTEM sorguluyordu" dediniz başta bana. Halk arasında çok mu muhbir vardı? Çok mu ihbar gelirdi?
Maalesef çok. PKK'dan zarar görenler, PKK karşıtı olanlar vardı. Kıskançlıktan ihbarda bulunanlar, hasmını, iş hayatındaki rakibini tasfiye etmek için ona buna PKK'lı diyenler vardı. Böyle suçlamalarla da ölenler oldu. Mesela... Hakkı Kaya'nın ölümüne Muhsin Gül isimli itirafçı neden oldu. Bunun kızı dağda falan deyip işi şişirdi ve adamı ihbar etti. Böyle olaylar var. İtirafçı Muhsin Gül belki adamdan menfaat temin etmek istemişti. Adam vermeyince, o da JİTEM vasıtasıyla adamı ortadan kaldırmıştı. Mesela Nejat Söyler diye bir işadamı vardı. Kaçakçılıktan soruşturma geçirmiş. Tekirdağ'da nakliye şirketi kurmuş. Cem Ersever'le arası iyiydi. Diyarbakır'dan İbrahim Babat, Fethi Çetin ve beni Tekirdağ'a gönderdi.
Niye?
"Sizinle konuşacak," dedi. Meğer adam kendi rakibini bertaraf etmemiz için bizi çağırmış. Bizim oraya gittiğimizden bazı üst düzey komutanların haberi vardı. Bereket adamın oğlu içtikten sonra gece otel odasında rastgele silahla pencereden dışarı ateş etmeye başladı da iş yarıda kaldı. Polisler geldi ve o gece silahlarımızı emanete aldılar. Diyarbakır Asayiş Komutanlığı Kurmay Başkanı Kurtuluş Öğün telefon edip işi halletti ve biz otobüse binip geri döndük. Yoksa o işadamının ya rakibini ortadan kaldıracaktık ya da işyerine zarar verecektik.
JİTEM elemanı istediğini öldürebiliyor muydu?
Emir komuta zinciri olmadan kendi başına kimse birini öldüremez. Bir memur, uzman çavuş, astsubay, üsteğmen kendi başına cinayet işleyemez.
JİTEM'de ne tür işkenceler yapılıyor?
Kaba dayak, yumruklama, tahta sopalarla dövme. Bazıları ayaklarından tavana asılıyordu. Bazıları çırılçıplak Filistin askısına takılıyordu. Murat Arslan'ı böyle asıp bacaklarına da araba lastiği geçirmişlerdi ki, çırpınamasın.
İşkencede ölen olmuyor muydu?
Olmuyordu. Bir insan nasıl oluyor da o kadar zulme, acıya dayanabiliyor diye hayret ediyorsunuz. Affederseniz, at benzeri bir hayvan olsa o işkencede o darbelerle ölür yani...
JİTEM'in içinde çekişmeler ve anlaşmazlıklar var mıydı?
JİTEM'le Emniyet arasında çekişme vardı. JİTEM komutanları kendi başlarına buyruk davranıyorlardı. Polis-Jandarma bölgesi ayırımı yapmıyorlardı. Gidip polis bölgesinden adamı alıyor JİTEM'e getirip sorguluyor ve infaz ediyorlardı. Cesetler iki gün sonra bulunuyordu. Polis ve savcılar zor durumda kalıyorlardı.
Niye?
Çünkü ölülerin yakınları onlara başvuruyordu. Cinayeti kimin işlendiğini tahmin ettikleri halde bir şey yapamıyorlardı. Ankara, OHAL Valisi ve Asayiş Komutanlığı tarafından frenleniyorlardı. JİTEM yaptığı hiçbir işten MİT'i ve Emniyet'i haberdar etmiyordu. Ama polis ve MİT bu kirli işleri onun yaptığını biliyordu. Ben Hanefi Avcı'yı da tanırım.
Meclis Araştırma Komisyonu'na anlattıklarıyla Susurluk olayının ortaya çıkarılmasında önemli rol oynayan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Hanefi Avcı'yı Diyarbakır'dan mı tanıyorsunuz?
Evet. İstihbarat şube müdürüydü. Bazen Emniyet'e ziyaretine giderdik. Bazen biri hakkında bizden bilgi isterdi. Bize, "Çocuklar pis işlere bulaşmayın. Bu işler iyi değil. Başınız belaya girer" derdi. "Bu işlerin sonu yok" diye Cem Ersever'e de söylemişti.
JİTEM'in içinde anlaşmazlıklar, çekişmeler nasıldı peki?
Jandarma teşkilatının içinde anlaşmazlık vardı. Arif Doğan'dan sonra Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı olan Cem Ersever'in öldürülmesi Jandarma'nın içindeki çekişmenin bir sonucudur. Sadece Ersever'in değil, Eşref Bitlis'in, Bahtiyar Aydın'ın ölümleri de Jandarmadaki iç hesaplaşmaların sonuçlarıdır. Ersever'le ölümünden önce bir yemek yemiştik. Bana, "beni bir fahişe gibi kullandılar. Şimdi işleri bitince atıyorlar" dedi. Ersever JİTEM'in eylemleriyle, infazlarıyla ilgili basına konuşmaya başlayınca Jandarma'daki komutanlar çok rahatsız oldu. "Hainlik yapıyor. İhanetin bedeli ölümdür. Dili kesilecek" diye konuşmalar başladı. Ersever'in arası Ergenekon davasında tutuklanan emekli General Veli Küçük'le ve emekli Albay Arif Doğan'la da kötüydü.
Kim öldürdü Cem Ersever'i?
Bu bir iç infazdı. Olayın içinde Yeşil var. Cinayeti işlemeleri için Ankara'ya gönderilen itirafçılar da var. Yeşil, Veli Küçük'le irtibattaydı.
Peki, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in ölümü hangi açıdan bir iç hesaplaşmaydı sizce? Bindiği uçak Ankara üzerinde düştüğü için ölmedi mi Bitlis?
Eşref Bitlis, Turgut Özal'ın projesinin destekçisiydi. Halkla PKK'yı ayırmak gerektiğini, Kürt meselesini siyasi yoldan çözmek gerektiğini söylüyordu. 1991'de Eşref Bitlis'in uçağının uzaktan kumandalı patlayıcıyla düşürülmesi ihtimali ortaya çıkınca benim aklıma C4 patlayıcılar geldi. Çünkü uçak düştüğünde henüz yeni havalanmıştı. Bu C4 patlayıcılar bir kilometre uzaktan patlatılabiliyordu. Ankara'ya tayini çıktığında Cem Ersever yanında bir bavul dolusu C4 patlayıcı götürdü. O patlayıcıları bize OHAL Bölge Valiliği'nde gördüğümüz Vietnam gazisi bir Amerikalı verdi.
Amerikalı Vietnam gazisi, OHAL valisi ve JİTEM'ciler... Kafam karıştı. Amerikalı getirmeden önce JİTEM'in elinde C4 patlayıcı yok muydu?
Yoktu. Kendisi JİTEM'e geldi ve birlikte Mardin yolunda bir dereye gittik. Patlayıcıların nasıl kullanıldığını, ne kadar mesafeden sinyal alabildiğini ve patlatılabildiğini bir kayanın altında ilk denemeyi yaparak bize gösterdi. Cem Binbaşı'yla İngilizce konuştular. Cem Binbaşı bize "bu eski bir subay. Vietnam'da üç sefer yaralanmış" dedi.
C4 patlayıcılarını kime kullandınız?
İlk Diyarbakır Baro Başkanı Mustafa Özer'e kullandık. Gece arabası patlatıldı. Kızıltepe'de de bir vatandaşın arabasının altında da patlatıldı. Korkutmak, zarar vermek için... Ben Uğur Mumcu'nun arabasının havaya uçurulmasında da bu C4'lerin kullanıldığını tahmin ediyorum. Cem Ersever ve yardımcısı Ankara'ya tayinleri çıktığında Amerikalının verdiği bir valiz dolusu C4'ü yanlarında götürdüler. Cem Ersever odasında eşyalarını toplarken bu valizi gördüm.
General Bahtiyar Aydın'ın ölümüyle ilgili bilginiz var mı?
Somut bilgim yok... Ama koruması Ispartalı Ayhan astsubay lojmanda komşumuzdu. Olaydan sonra hüngür hüngür ağlıyordu. Hayret ediyordu. Sanki bir çatışma olmadı da birisi onu vurdu gibi. Bir şey anlatmıyordu ama... Zaten o olaydan sonra biraz dağıttı. Ben Özden'in de, Bahtiyar Aydın'ın da PKK tarafından vurulduklarına inanmıyorum. Bilgileri yan yana koyunca bu insanların iç çekişmede tasfiye edildikleri meydana çıkıyor. Askerî güçlerin içindeki bir oluşumun sakıncalı gördükleri kişileri tasfiye etme planının suikastlarıdır bunlar. Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın ve Özden, bu mücadele tarzının halkı PKK'ya doğru kaydırdığını söyleyen komutanlardı.
Bütün bunları neye dayanarak söylüyorsunuz?
Ben bölgede uzun yıllar kaldım. Üst düzeydeki bir komutanın veya yardımcısının PKK'yla çatışma çıktığında olay yerine gittiğine hiç tanık olmadım. Nasıl oluyor da Lice'deki çatışmaya hemen Bölge Komutanı Bahtiyar Aydın gidiyor. Kendisi bölgede Jandarma'nın en yüksek rütbelisi. Niye çatışma yerine gitsin? Emrinde albaylar, yarbaylar binbaşılar, yüzbaşılar, operasyon birlikleri, timleri var. Çatışma alanına onlar gitsin. Gerçi albay bile zor gider ya... Ama bakıyorsun general rütbesindeki adam gidiyor ve orada vuruluyor. 'Teröristlerle çatışmada şehit oldu' deniyor. Demek ki bir tezgâh kuruldu ve Bahtiyar Aydın oraya çekildi. Mesela Kırca olayında da...
Ona da mı sizce tuzak kuruldu?
Abdülkerim Kırca Diyarbakır'dan tayin edildi. Kısa süre sonra Antalya Serik'ten bir çatışma haberi aldık. Kırca sırtından vurulmuş. Kırca dağdaki operasyona gönderiliyor. Hem de ne sıfatla gidiyor biliyor musunuz? Antalya Alay Komutan Yardımcılığı Vekâleti sıfatıyla gidiyor. Bir alay komutan yardımcısının dağdaki bir çatışmaya gitmesi çok istisnadır. Kırca'nın teröristlerin açtığı ateşle sakat kaldığına inanmıyorum. Jandarma'nın tepesindeki bazıları tarafından Kırca da tasfiye edilmek istendi.
Faili meçhullerde kurban gidenlerin gizli mezarlarını biliyor musunuz?
Bildiklerimi söyledim. Bazıları bulundu. Ama ben asit kuyusu diye bir şey görmedim ve duymadım. Ama cesetleri kör kuyulara atmışlar. Boşaltılan köylerde su kuyuları var. Yol kenarına yapılan tesislerde kendilerine zamanında artezyen kuyuları açmışlar. Onlar şimdi harabe halinde. Cesetlerin o kuyulara atıldığını duydum. Mesela Cizre Jandarma Komutanı'nın emrinde çalışan bir timin yedi cesedi böyle bir kuyuya attığını duydum. Atanlardan biriyle konuştum ama ayrıntısını vermedi. Bir de Diyarbakır'da JİTEM binasının arkasındaki tepede bir höyük var. Biz orada çok sayıda kemik gördük. Kafatasları höyüğün içine doğru gidiyordu... Ayrıca höyüğün tepesine de kurutulmak üzere esrar serilmişti. Bunlar tarihî kalıntılar olabilir tabii.
Bölgede JİTEM dışında faili meçhul cinayetleri kimler işledi?
Korucular, Özel Harekâtçılar, Yeşil gibi gezici timler, kendilerine Hizbullahçı diyenler... Onlar da faili meçhul cinayetler işlediler. Ama yüzde 80'ini JİTEM işledi. Yeşil sadece Jandarmayla değil hem MİT'le hem de Emniyet'le çalıştı. Mesela kullandığı Land Rover aracını MİT Bölge Valiliği'ne vermişti. O da JİTEM vasıtasıyla Yeşil'e vermişti. Vatandaş infazların yapıldığı dönemde kayıplarını bulabilmek için elinde dilekçelerle savcı, Bölge Valiliği, Emniyet, MİT arasında dolaşıp duruyordu. Onlar da vatandaşı JİTEM'e gönderiyorlardı. Savcı, Emniyet araştırırız diyordu ama aradan yıllar geçiyordu kayıpların akıbetiyle ilgili hiçbir haber alınamıyordu.
Yakınını arayan vatandaşa JİTEM ne diyordu?
Vatandaş JİTEM'den kovuluyordu. Size bir olay anlatayım: Muhsin Gül isimli eski bir itirafçı vardı. Onu istihbarat toplamak için kullandılar. Gaffar Okkan'ın döneminde Diyarbakır Emniyeti bunu sorgulamış. JİTEM'le beraber yaptığı faili meçhulleri anlatmış. Bana, "işkenceye dayanamadım. Hepsini söyledim" dedi. Tabii bunun öttüğünü JİTEM öğrenmiş. Emniyet o anda JİTEM'in üstüne gidemiyor ama gün gelir bütün bu anlatılanlar ortaya çıkabilir. Ben bir gün Muhsin Gül'ü timin odasına girerken koridorda gördüm. O son görüşümdü. Onu da JİTEM'de kaybettiler. Muhsin Gül'ün o zaman Emniyet'e anlattıkları Susurluk Raporu'nda geçiyordu.