Eşitsizliğin Raporu

-
Aa
+
a
a
a

Yöntem Araştırma’nın 5 yıldan beri, GlobeScan yönetimi ile, küreselleşme ve sürdürülebilirlik bağlamında şirketlerin değişen rolleri üzerine 20 ülkede 20.000 kişiyle görüşerek yaptığı ve Globalmonitor başlığı altında bir bağlam içinde birbirine eklemlediği üç farklı kamuoyu araştırmasının özet sonuçları şöyle:

 

Erken 21. yüzyılın üç ana eğilimi olan küreselleşme, sosyal sorumluluk ve çevrecilik kavramlarının bütünsel bir anlayış içinde ele alındığı araştırmada yeni değerler anlayışımızın egemenlikten ortaklığa doğru evrildiğini görüyoruz. Yeni paradigmanın düşünce ve değerler sistemimizde yarattığı dönüşüm, toplumsal örgütlenmede hiyerarşilerden ağlara doğru bir yörünge çizmektedir:

 

 

Düşünme

Değerler

    Salt Kendini

Ön Plana Koyan

Bütünleştirici

    Salt Kendini

Ön Plana Koyan

Bütünleştirici

 

Akılcı

 

Sezgisel

 

Yayılma

Koruma

Çözümleme

Sentezleme

Rekabet

İşbirliği

İndirgemeci

Holistik

Nicelik

Nitelik

Doğrusal

Doğrusal olmayan

Egemenlik

Ortaklık

      

Kaynak : Fritjof Capra, The Web of Life, Yaşamın Örgüsü, Yapı Merkezi, 1996, İstanbul

 

Eğer durum buysa, toplumların hedeflerini gerçekleştiren üç ana kurumdan biri olan şirketlere -ki diğer ikisi hükümetler ve sivil toplum kuruluşlarıdır- önemli görevler düşmektedir. Çünkü, kurumsal sosyal sorumluluk anlayışı, halkları şirketlerin bu konudaki davranışları konusunda oldukça duyarlı bir hale getirmiştir. Artık şirketler eğitim, sağlık, çevre, kültür ve sanat gibi alanlarda hükümet ya da STK’ları ile işbirliği yapmalı, hatta yoksulluk konusunda alınacak önlemlere katkıda bulunmalıdır. O kadar öyle ki şirketler yoksul ülkelerde farklı (düşük) fiyat uygulamalı ve onların kalkınmalarına yardımcı olmalıdır.

 

 

 Ancak, küreselleşmenin ulaştığı boyutlar ne olursa olsun, dünya, IMF’nin son “World Economic Outlook, 2004” raporuna göre bir büyük bölünme içindedir. Bunun böyle devam etmesi 21. yüzyılda serbest piyasa ekonomisinin yeniden sorgulanmasını gündeme getirebilecektir.

  

 

Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Dünya Milli Geliri, İhracatı ve Nüfusu İçindeki Payları, 2003

 

Ülke

Sayısı

GSMH

%

İhracat

%

Nüfus

%

Gelişmiş Ülkeler

29

55.5

73.4

15.4

ABD

-

21.1

11.1

4.7

Avrupa Bölgesi

12

15.9

32.0

5.0

      Almanya

-

4.5

9.5

1.3

      Fransa

-

3.2

5.0

1.0

      İtalya

-

3.0

4.0

0.9

      İspanya

-

1.8

2.6

0.7

Japonya

-

7.0

5.7

2.1

İngiltere

-

3.2

4.9

1.0

Kanada

-

1.9

3.6

0.5

Diğer

13

6.5

16.1

2.2

Gelişmekte Olan Ülkeler

146

44.5

26.6

84.6

Afrika

48

3.2

2.1

12.4

Merkezi ve Doğu Avrupa

15

3.3

4.0

3.0

Bağımsız Devletler Topluluğu

13

3.7

2.4

4.5

     Rusya

-

2.6

1.7

2.3

Gelişmekte Olan Asya

23

23.8

10.3

52.4

      Çin

-

12.6

5.3

20.9

      Hindistan

-

5.7

0.9

17.2

      Diğer

21

5.5

4.2

14.3

Ortadoğu

14

2.8

3.6

4.0

Batı Yarımküresi

33

7.6

4.1

8.4

      Brezilya

-

2.8

0.9

2.8

      Meksika

-

1.8

1.3

1.6

Toplam (Milyar$)

175

50.431

-

-

         

 Kaynak: World Economic Outlook, 2004, IMF 

 

 

Tabloya göre gelişmiş ülkeler dünya nüfusunun %15,4’ünü teşkil ederken, dünya GSMH’nın %55,5’ini, buna karşılık gelişmekte olan ülkeler ise dünya nüfusunun %84,6’sını teşkil ederken dünya gelirinin %44,5’ini yaratıyorlar. ABD tek başına dünya nüfusunun %4,7’sini teşkil ederken dünya GSMH’nın %21,1’ni yaratıyor ve dünya üzerindeki esas gücünü buradan alıyor. GSMH sıralamasında ikinci sırayı %15,9 ile Avrupa Bölgesi, üçüncü sırayı ise %12,6 ile Çin alıyor.

 

Avrupa Bölgesi’nin en güçlü yanı %32 ile dünya ihracatından aldığı pay ile 146 gelişmekte olan ülkenin toplam ihracatından (%26,6) daha fazla bir orana sahip olmasıdır.

 

Tablodan anlaşılacağı üzere, sayıları 48 olan Afrika’daki ülkelerin toplam dünya gelirinden %3,2 pay almaları bölünmenin en büyük göstergesidir.

 

175 ülkenin toplam 50.4 trilyon $ GSMH yarattığı dünyamızda, bu gelirin ve aynı zamanda ihracatın gelişmiş, buna karşılık nüfusun gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaşmış olması, hükümetlerin yanı sıra özellikle şirketlere de büyük sorumluluklar yüklemektedir. Bu böyle devam ederse gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere her hangi bir şey satmakta zorlanacaklardır. IMF, Dünya Bankası ve diğer uluslararası mali kuruluşların gelişmekte olan ülkelere kredi vererek bu ülkelerdeki talebi canlandırma gayretleri iç borç yükünü arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Çünkü, hükümetler kredileri geri ödemek için yurttaşlarına borçlanmak zorunda kalmaktalar ve bu böyle devam etmektedir.

 

Şirketlerin, tüketicilerini de paydaşları olarak gördükleri böyle bir dönemde, bu sürece müdahele etmelerinin zamanı gelmiştir ve geçmek üzeredir.