Ergenlik denince herkesin aklında farklı şeyler canlanıyor. Çocukluk ile yetişkinlik arasındaki geçiş dönemine ergenlik diyebiliriz. Bir başka bakışla, ergen diye kast ettiğimiz kişiyi sosyal anlamda kendi geçim kaynağını sağlayamayan kişi olarak da düşünebiliriz. Ancak, o zaman işçi gençleri ve çalışan ergenleri hangi sınıfa sokacağımız sorusu çıkar. Yaş sınırına bağlı kalmak yine en uygunu. Çocukla yetişkin arasında dememizin sebeplerinden birisi de, bir çok bakımdan beyinsel ve psikososyal özellikler açısından çocuk gibi korunma, esirgenme ihtiyacı olan, bazı bakımlardan da bir yetişkin kadar yetkin ve bağımsızlaşma eğilimi olan bir bireyi tanımlıyor olmamız. Ergenin en belirleyici yanı geçiş dönemini temsil ediyor olması.
Ergenlik eşittir sorun demek doğru değil. Bir çok araştırma sonucuna göre ergenlerin büyük çoğunluğunun, ergenlik dönemini, daha önceki veya daha sonraki dönemlere göre daha az sorunlu geçirdiklerini biliyoruz. O nedenle ergenlik dönemine “yine ne sorun var?” beklentisi ile bakmak belki başka nedenlerle açıklanabilir. En başta biz yetişkinler, çoktan unuttuğumuz ergenlik döneminin özelliklerine alışmakta zorlanıyoruz. Çocuğumuzun yetişkinlere özgü bir çok karakteristiği geliştirmesi, cinsel kimlik, bağımsız hareket, ve bir çok konuda en az bizim kadar becerikli, yetkin olmaları gibi.
Bu dönemin kendisini sorun olarak gördüğümüz zaman ergenliği geçiştirilmesi gereken ya da kurtuluması gereken bir dönem haline getirebiliyoruz. Pek de öyle değil. Biz büyükler için belki bir sorun. Onların olası riskler karşısında hazırlıksız yakalanmalarından endişe ediyoruz. Listenin başında da cinsellik var. Söylediklerim büyük kent gençliği için daha çok geçerli olabilir. Madde bağımlılığı, alkol düşkünlüğü gibi sorunlar da sırada. Diğer yandan bu tür olası sorunlarla ilgili hazırlık çocukluk döneminde iyi kötü yapıldığında, çocuğun kendini kontrol becerileri ve öz-disiplini geliştirildiğinde, ergenlik sahici anlamda bir sorun değil. Madde kullanımı veya erken cinsellik diye tabir edilen sorunları yaşayanlarda ise, kendini kontrol, duyguları ifade edebilme ve kendini yeterince değerli görebilme özelliklerinin pek iyi gelişme fırsatı bulamadığını görebiliyoruz. Meseleler birden bire ergenlikle başlamıyor. Ergenlikten önce gerek arkadaş uyumu gerek toplumsal kuralların gereğini yapabilme hususunda zorluk çeken çocukların ergenlik dönemi de zor geçmekte. Ergenlik herkes için zor bir dönemden ziyade, zaten zorluklar yaşayan ve bunun sinyallerini daha küçük yaşlarda veren çocuklar için, bu zorlukların çok belirgin ve dizginlenemez olduğu, artık “mızrağın çuvala sığmadığı” bir dönem oluyor. Genel bir sorun oranı vermek gerekirse, %10” diyebilirim kabaca.
Ergenlik sorunlarında ve aşılmasında ev kültürü önem taşır. Neyin hoş görüldüğü, neyin yaşa özgü kabul edildiği, farklı, arzulanmayan davranışlara nasıl yaklaşıldığı, ev kültürünün gençleri en çok etkileyen yanlarından birisidir. Örneğin, şiddet ev kültürünün bir parçasıysa, ergenin hayatında da yeri olacaktır. Şiddet uygulayan, ya da başkalarının duygularına kayıtsız bir genç olmak kolaylaşır. Sadece örnek olmak ya da olumsuz özelliklerin teşviki anlamında bir etki ile sınırlı değil ailenin etkisi. Bir şekilde kaçınılmaz olabilecek psikolojik sorunlar için risk taşıyan çocuklara uygun davranışları geliştiremediğimizde, çok daha hafif atlatılabilecek bir sorunu çapraşık bir duruma sokabiliyoruz.
Bazı çocukların başkalarına göre daha yüksek sorun riski taşıdığını biliyoruz. Onlara bazı konularda daha fazla esirgeme, daha kişiye özel yaklaşım gerekeceğini biliyoruz.
Peki, apaçık bir sorun riski taşımayan çoğunluk için ailenin rolü ne olabilir? Büyük çoğunluğu düşünürsek, esirgemeden ziyade aile ortamı içerisinde karar almayı öğrenmesi, karar alma süreçlerine katılması, sorumluluklara ortak edilmeye başlanması ergenin gelişimine katkı yapar. Bir çok çocuk kendi hayatı ile ilgili önemli kararları 13-14 yaşlarında veriyor. Gideceği okul, meslek seçimi,bu gibi şeyler bu yaşlarda belirleniyor. Karar verme kapasitesine sahip, ancak bu kapasiteyi kullanma tecrübesinden yoksun olmaları sebebiyle ailenin geri kalanları ile iletişim içinde karar almayı öğrenebilmeli.
Kendisi dışındaki bireyleri de hesaba katarak karar verme alışkanlığı olan bir ortamda büyüyenler bazı istekleri gerçekleşmediğinde ya da ertelendiğinde, aksilikler olduğunda beklemeyi, zahmet çekmeyi bir yük olarak görmezler. Ailesi katılımcı karar alma kültürüne sahip gençlerin gelişim yolları açık oluyor.
Katılımcı, demokratik kültür derken sorumluluğun gencin üzerinde olduğu bir durumdan bahsetmiyorum. Sonuçta yetişkinler nihai karar alma yetkisine sahipler (çünkü sorumluluk onlarda), ama ailenin geri kalan bireylerin de sesinin duyulduğu aile ortamlarında istenmeyen davranışların çok daha iyi idare edildiğini biliyoruz.
Kentlerde ve üst sosyoekonomik sınıflarda ergenliğin daha uzun sürdüğünü söyleyebiliriz. Yetkinliklerin, becerilerin hızlı geliştiğini, diğer yandan tecrübe birikiminin çok daha yavaş olduğunu biliyoruz. Hayata hazır, ancak hazırlıksız olunan bir dönem ergenlik. Hazır olmakla hazırlıksız olmak arasındaki fark şu; gençlerin hayata hazır oldukları zihinsel yetkinlikler, muhakeme becerisi veya pratik problem çözebilme becerisi açısından 12 yaşından sonra biz yetişkinlerden çok daha iyi performansları var. Performanslarını değerlendirecek tecrübe birikimi ise henüz oluşmaya başlıyor, hazırlıklar tamamlanmamış durumda elbette...
Ergenlik dönemi, bedenin ve beyinin bir dönüm noktasından geçtiği bir zaman dilimi. Ergen beyni daha ziyade öğrenen bir beyindir. Yeniyetme ile tecrübeli arasındaki fark, beyin yapısına da yansır. Bu dönemde beyin hücreleri arasında yeni bağlantılar hızla oluşmakta. Beyin bölgeleri tek tek bakıldığında bu dönemde oldukça iyi gelişmiş vaziyetteler. Ancak yaşlanmanın getirdiği tecrübe, bu iyi gelişmiş beyin bölgeleri arasındaki bağlantıların gelişmesi, sistemin daha akıcı ve kıvrak işlemesidir. ergenler tek tek iyi gelişmiş yeteneklerinin hızlı ve etkin kullanımından yoksundurlar
Beyin doğumdan başlayarak 11-12nci yaşlara kadar sürekli “büyüyen” bir yapı. Ergenlikle birlikte (11-12 yaş civarı), beyin yapısı henüz gri madde ağırlıklıdır; yeni bilginin depolanmasına temel oluşturan bu yapısal özellik, zaman içerisinde yetişkin beynine doğru dönüşürken, hücre bağlantılarını içeren gri maddenin toplamı azalır; beyin bölgeleri arasındaki iletişimin kıvraklığını sağlayan ak madde ise 20li yaşlarla giderek artar.
Ergenin beyin yapısı ve yaşamışlığının azlığı, deneyimlerini kıyaslama imkânlarını sınırlar. Bu sınırlılık, kolayca “dolduruşa gelmeyi”, işler bekledikleri gibi gitmediğinde de, iyimserliklerini hızla kaybedip, kolayca karamsarlığa kapılmayı doğuruyor. Geleceğin ne kadar uzun sürebileceğini, ne tür olanaklarla dolu olduğunu görmeyi zorlaştırıyor. Bir çok çocuk hızla büyümek isterken, bir kısmı da büyümeyi hiç istemiyor. Bunları bir sorun olarak görmektense, bu gençlerin diğer özelliklerine bakmak önemli.
Bu günden kurtulmak ya da bu günden kopmamak arzusu, ikisi görünüşte birbiriyle çelişiyor. İki arzunun ortak noktası, memnuniyetsizlik. Bu durum, gençlerin güçlerini uygun kullanamadıkları durumlarda ortaya çıkıyor. Gençler açısından geleceğin uzun sürdüğü düşünülürse onların gelecek perspektifinin bizim 30’lu 40’lı yaşlarımızdaki gibi olmayacağı kesin. O nedenle “misyon,vizyon” kavramları onların kafasında bizimkinde olduğundan çok farklı.
15 yaşında bir gencin ben doktorluktan başka bir meslek istemem diye kafasına koyması ne kadar makbul bir özelliktir tartışılır. Diğer yandan doğayı anlayıp, insanlara yararlı bir şeyler yapmak istiyorum, dendiğinde daha esnek, daha az kısıtlayıcı bir gelecek hayali oluyor ve bu günkü faaliyetlerimizle ilişkilendirebileceğimiz bir gelecek tasarımı kurmuş oluyoruz. Bu gün yaptıkları ile gelecekte yapacakları arasındaki bağlantıyı kurmak, onun için, biz yetişkinler için olduğu kadar kolay değil. Gençler bu gün yaşadıkları ile gelecekleri arasındaki bir devamlılık çizgisini oluşturabildikleri ölçüde hayatları anlamlılık kazanıyor. Ergenlik bir tren istasyonu gibi görülebilir: ya geçmişten geleceğe uzanılan bir istasyon, ya da bir çölün ortasındaki, ne geliş ne dönüş bağlantısı olan, bir tren istasyonu. Anlam, geçmiş ve gelecek ile bağlantı oranında mevcuttur.
Ergenlik çağı problemlerinde eğitim sistemini eleştirmek işin kolay tarafı. Bizim hayatı anlamamızı, hayatla ilişkimizi kurmamızı, bu dünyanın bir bireyi olduğumuzu hissettiren her türlü bilgi anlamlıdır. Eğitim yoluyla aldığımız bilgiyi hemen kullanıp kullanmamamız, bilginin hayatımızda o sırada ne işe yaradığı, ne kadar önemlidir? Önemli olan bilginin yararı kadar, bunların anlamlılığı. İçinde yaşadığımız dünyayı ve toplumu tanımamıza, bizim onun içerisindeki yerimizin farkına varmamıza yardım edip etmediği.
Genel olarak baktığımızda yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın bir çok ülkesindeki eğitim sistemlerinin başarısızlığı konusunda bir fikir birliği var. Peki o zaman bütün bu sistem nasıl yürüyor? Benim izlenimim, çalıştığım ülkelerde gözlediğim, bu işe gönül vermiş yürekli öğretmenler, eğitimciler, danışmanlar eğitim sisteminin açıklarını kapatarak işlerin mümkün olduğunca düzgün yürümesini sağlıyorlar. Eğitim sistemi belki berbat, ama eğitimciler berbat değil . Bu sebeple sonuçta ortaya çıkan “ürünler” iyi olabiliyor. Eğitim sistemi ve eğitimcileri birbirinden ayrı tutmak lazım. Eğitim sistemine yüklenmek, ergen sorunları açısından şeytan taşlamaktan başka bir şey değil. Yarışmacılığın adaletsizce yapıldığı, altta kalanın canının çıktığı, çocukları adam yerine koymanın pek makbul görülmediği bir sistemin yerine ne koyacağımıza daha geniş bir yazıda değinsek derim.Ergenlik döneminin ruhsal gelişim açısından öneminden bahsetsek, bu dönemi rahat geçirmekle sancılı şekilde geçirmenin sonuçlarından bahsedelim.
Ruhsal bozukluklar açısından düşünürsek, bir çok ruhsal bozukluk; depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni, değişik kaygı reaksiyonları gibi psikiyatrik bozuklukların başladığı zaman ergenlik. Çünkü insan beyninin doğumdan sonraki ilk 3 yıldan sonra, en büyük revizyonu ve restorasyonu geçirdiği zaman bu dönem. Bu sebeple bazı problemler yaşamaya genetik yatkınlıkları olan gençler olumsuz yaşam koşulları, kazalar ve travmalar ile karşılaştıklarında, ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor. Bunlar bozukluğun niteliğine göre ileri yaşlarda da devam ediyor veya hafifleyebiliyor. Aynı şekilde, çocuklukta başlayan bazı problemler de ergenlik döneminde son bulabiliyor. Ergenlik yalnızca sorunların ortaya çıktığı bir dönem değil; bazı sorunların ortadan kalktığı bir dönem de. 7-8 yaşlarında bu dönemin geleceğini tahmin etmek mümkün. Diğer yandan zor da kolay da olsa bir şekilde bu dönem geçiyor. Bir sonraki döneme ulaştığınızda geçmişte bıraktıklarınız, neleri yapıp neleri yapamadığınız önemli oluyor. Başardıklarınız ve başaramadıklarınız. Bunlar ergen sonrası dönemde etkilerini devam ettiriyor. Ergenlerin ortaya çok büyük eserler koymak, çok şey başarmak arzusu taşıdıklarını (belki hepimiz kendi deneyimlerimizden) biliyoruz. Bu arzu ve enerji sayesinde bu kadar karmaşık ve gündemi yüklü olan bu dönemin içerisinden çıkabiliyoruz. Bir çoğumuz ergenlik döneminde kafamıza koyduğumuz ya da arzuladığımız şeyleri gerçekleştiremiyoruz. Zaten o dönemde hedeflerimiz de sürekli değişiyor. Bu dönemden ne kadar edinimle, ilgiyle, kültürle ve başarıyla çıkarsak, geleceğimiz bir talihsizlik olmadığı sürece doyurucu oluyor. hayatı anlayabiliyor, yaşantımızı anlamlandırabiliyoruz.
Ergenlikte ebeveynler ile yaşanan çatışmalara bakarsak; bağımsızlaşma eğilimi,yetkinliklerini kullanmak için duyulan kuvvetli arzu ve büyüklerin kendi deneyimleriyle öngördükleri tehlikelerden gençleri korumak ve bu öznel düşünce ile onların bağımsızlıklarını kısıtlama çabası arasında bir çelişki ortaya çıkıyor. Ergenin bağımsızlık eğilimi ve ailenin karşı tutumu arasındaki çekişmeler, bu dönemde çoğu genç ve ailesinin kişisel gelişimi için kaçınılmaz ve gerilimli bir fırsat yaratır. Çeşitli sebeplerden bu gerilimi kaldıramayanlar için ise, bir çatışmaya dönüşebilir. Çekişme yaygın ve genel, çatışma ise daha seyrek ve genellikle savuşturulabilir cinstendir.
Bir çekişme ya da çatışma gencin gelişiminin önüne geçmekteyse, anne-baba ve kardeşler ile genç arasındaki gerilimin kasveti aile üyelerinin hayatlarını dayanılmazlaştırıyorsa, bir bilen olarak gördüğümüz, bir başkasından yardım isteyebiliriz. Bazen ailenin daha çok yol gösterilmeye ihtiyacı olabilir, çekişmeyi nasıl idare edeceğini öğrenebilmek için. Bazen ergenin hayatla başa çıkmasını zorlaştıran sorun her neyse, ya bir ruhsal bozukluk ya da hayata hazırlıksız yakalanmasından kaynaklanan bir kriz, onunla uğraşmak için. Psikolojik yardım, ihtiyacın boyutuna göre bir çok şekilde, bir çok kişi tarafından gerçekleştirilebilir, öğretmenler, aile büyükleri, antrenörler, ustalar, psikiyatrlar, psikologlar, danışmanlar... Bence önemli olan, özel ilgi gereğini hissetmek ve o yönde hareket edebilmek.