Ekonomi Notları – 185
Ömer Madra: Merkez Bankası’ndan faiz yükseltme kararı var, şok olduğu belirtiliyor. Bir de para politikaları ile ilgili kurul toplantısını yaptı değil mi? Türkiye’de ne oluyor? 1.75 puanlık bir artış var, doların da bir miktar inmesiyle etkisini gösterdi deniyor. “Cesur bir karar” deniyor, buna karşılık tüketiciyi de vurduğu belirtilen görüşler var. Genel havayı değerlendirebilir miyiz?
HE: Önce bu “şok” kavramı üzerinde düşünmek gerekiyor. Şok nedir, nasıl olur? Beklenmedik olması lazım, büyüklük itibariyle sarsıcı olması lazım. “Beklenmedik miydi?” diye sorunca bana çok garip geliyor, yani Merkez Bankası Başkanı iki gün önce, “Para Politikası Kurulu’nu (PPK) olağanüstü toplantıya çağırıyorum” demedi mi? O halde beklenmedik bir şey yok. Herhalde, “ne var ne yok” diye görüşmek için gelmediler bir araya. Dolayısıyla buradan faizle ilgili bir kararın çıkmasının bekleniyor olması lazımdı. Burada şok filan yok. İkincisi faiz artışının büyüklüğü. Burada farklı düşünülebilir, ille de benim söylediğim gibi düşünülür demiyorum. Ama ben olaya şöyle baktım; TCMB/PPK ne kadar artış yaptı? 1.75 puan. Borç almak isteyenler 1.75 puan daha fazla faiz verecekler, onu söyledi. Bu faiz kaçtı daha evvel? 16.25 idi, oradan 18’e yükseltildi gecelik faiz oranı. Tabanına bakıyorum 16.25, artış miktarına bakıyorum aşağı yukarı %10 civarında (% 10.77) . Peki “Avrupa Merkez Bankası da faiz arttıracak” deniyor ve orada normal olarak beklenen 0.25 puan. Avrupa’da faiz oranı 2.5, onu da oranlayınca %10. Ama buna “şok” diyen yok. Bir kere onun altını çizmek istiyorum, yani öyle olağanüstü bir faiz artışı yapılmış gibi değil. O yüzden o rakam da bana şok gibi gelmedi. Bu rakam düşük müdür, yüksek midir? O ayak üstü cevap verilecek bir şey değil. Orada Merkez Bankası yetkilileri oturup düşünmüşlerdir, “daha fazla yükseltilirse ne olur, bu faiz artışının diğer faizler üzerindeki etkisi ne olur?” diye karara varmışlardır. Onun için “azdır”, “çoktur” gibi bir mütalaa beyan etmem mümkün değil, uygun da değil ama “şok” lafı biraz laf olsun diye söyleniyor gazetelerde, popüler olsun diye yapılıyor herhalde. Merkez Bankası’nın toplantı yaptıktan sonra, faiz arttırmaması da mümkün değildi kanımca. Merkez Bankası’nın bir de kısa bir basın açıklaması var, diyor ki “bu değerlendirmenin özetini 5 işgünü içinde yapacağız.” Bu herhalde ileride oturur, 5 işgünü olmasa, hemen olsa, daha iyi olur. Daha da ötesi var, normalde Para Politikası Kurulu’nun toplantılarının sadece özeti değil, tartışmaları da verilir ki, kim ne söyledi anlaşılsın. Şu anda elimizde bulunan basın özetinde iki tane paragraf var. Ben birinci paragraf üzerinde duracağım, çünkü ikinciyi anlamadım. Birinci paragrafta diyor ki; “Nisan-Mayıs aylarında enflasyon gerçekleşmelerinin ardından, yıllık enflasyon hedefle uyum patikasının belirgin olarak üzerine çıkmıştır.”
ÖM: Ne demek istiyor?
HE: “Nisan ve Mayıs aylarında öyle bir enflasyon gördük ki, bu enflasyondan sonra ‘bu halimizle hedefe varabiliriz’ demek artık mümkün değil.” Yani “çok yükseldi” diyor. Bu doğru, yıl başından bu yana birikimli enflasyon %4.53’e ulaştı, artık hedefi tutturmak zor. Ondan sonra diyor ki; “bunun yanında yakın zamanda mali piyasalardaki dalgalamaların ardından oluşan döviz kuru hareketlerinin doğrudan etkileriyle, önümüzdeki aylarda yıllık enflasyon rakamlarının geçici olarak bir miktar daha yükselmesi söz konusu olabilecektir.” Bakın ayırıyor, “enflasyon oldu, yükseldi, artı bir de kur oynadı, o da enflasyonu biraz daha arttırabilir” diyor. Yani çok doğru bir teşhiste bulunuyor. “Enflasyonun artışı ile kur oynamaları arasında bir ilişki yoktur” diyor, “onun etkisi yeniden gelecek” diyor. Halbuki bu konuda çok garip yazılar çıkmıştı, herkes bunu söyledi demiyorum, ama bazı kimseler enflasyondaki artışı kur oynamasına bağladılar. Kur oynayacak, kur oynadığı zaman sizin aldığınız girdilerin fiyatı yükselecek, maliyeti yükselecek, o maliyetinize zam yapacaksınız, toptancınıza zamlı vereceksiniz, toptancı onu alacak perakendeciye verecek, tüketiciye gelecek ve bunların hepsi o ay içinde olacak. Bu olmaz. Enflasyonun kur oynamasıyla ilgisi yok. Nitekim tüketici fiyat endeksine bir bakalım. Buradaki artışın bileşenlerine bakalım. TÜFE Mayıs ayında %1.88 arttı, bu artışın yüzde ne kadarı hangi sektörden geliyor? Bakın giyim ve ayakkabı sektörü bu artışın %48’ini yapmış Mayıs ayında. Giyim ve ayakkabı sektörü ithalata bağlı bir sektör değil ki, her sektör bir şeyler ithal eder ama bu sektör özellikle ithalat veya dövizle yoğun iş yapan bir sektör değil. En çok katkı yapan ikinci sektör de gıda ve alkolsüz içkiler, onun da alakası yok. Ondan sonra ulaştırma geliyor. Ama ulaştırmada dikkat edilmesi gereken nokta döviz kurundan çok petrol fiyatları. Petrol fiyatlarının etkilediği bir sektör, o da ayrı bir olay, o döviz kuru dışında olan bir şey. Dolayısıyla, bizim Nisan ve Mayıs ayında gördüğümüz enflasyonumuz dövizden kaynaklanmıyor, daha o etkiyi görmedik. O bu hareketin üzerine binecek.
Burada telaşlanmak gerekir mi? Evet, hedeften çok sapıldı doğru, fakat bu yüzde katkıların iyi analizi gerekiyor. Çünkü bunlar bir ayın rakamları. Giyim ve ayakkabı %48 dedim ama bu sektörün son 4 aydaki enflasyona katkısına bakıyorsunuz; %2. Burada mevsimlik hareket var; Nisan-Mayıs aylarında, giyimde yeni ürün çıkıyor, yazlıklar piyasaya veriliyor, yeni fiyatlarla geliyor, oradan bir fiyat artışı olmuş olabiliyor. Dolayısıyla giyim sektörü Türkiye’deki enflasyonun nedeni diye bir şey yok, o, bu ayın etkisi. Mesela gıdaya bakınca, orada durum öyle değil. Bir ayda %11 artmış, yılbaşından bu yana olan enflasyonun %40’ını gıda belirliyor. Demek ki gıda sektöründen gelen etki epey önemli.
ÖM: Gazetelerde de, yağ, pirinç fiyatlarının epey yükseldiği ve meyve zammının yakında geleceğini belirten bazı haberlere de rastlıyoruz.
HE: O zaman bakalım, bu gıda fiyatları niye yükseliyor? Kıtlık filan yok değil mi? Tarımda bildiğimiz bir anormallik yok. Mesela üretici fiyat endeksine bakıyoruz, Mayıs ayında gıda ürünleri sektöründeki fiyat artışı eksi, düşmüş, yani oradan gelmiyor.
ÖM: Nereden geliyor?
HE: Talepten geliyor, iç talep kuvvetli olduğu zaman çeşitli mallar üzerinde etkisi olabiliyor, yaygın kullanılan mallardan söz ediyoruz. Gıda, her ailenin şu veya bu kadar bütçesinde yer alan bir şeydir. Dolayısıyla iç talebin kuvvetli olması gıda ürünlerinde böyle bir fiyat artışına yol açıyor. “Bunun kökeninde başka bir şey hiç mi yok?” diye sorarsak; var. Onu da söyleyeyim; son 12 aylık dönemi ele aldığımız zaman, tarım sektörünün fiyat artışı %8.43, üretici fiyatlarından söz ediyorum. Demek ki üretici fiyatları yükseliyor tarımda, tarım ürünlerinin fiyatlarının yükseldiği ve bunun da belli bir şekilde TÜFE’ye yansıdığı bir ortamdayız. TÜFE’ye yansıyor olmasının altını ısrarla çiziyorum, bu talebin yüksek olduğunu gösteriyor.
Ekonomide bunu destekleyecek bir finansal değişim de var, daha evvel söz etmiştim, Merkez Bankası’nın büyüklüklerine baktığınız zaman, Eylül’den bu yana Merkez Bankası büyüyor. Bu da şu demektir, parasal büyüklüklerde bir artış var. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bu noktada “bir enflasyonist baskı var, bu hedefleri tehlikeye düşüyor, müdahale etmem gerekir” demesi normal. Bu alınan karar bir işe yarar mı? Evet, tabii. Faizleri yükseltmek suretiyle Merkez Bankası ne demiş oluyor? “Benden kaynak kullanmak isteyen bankalar bunu pahalı alacak.” Dolayısıyla “kredi genişlemesi kararlarınızı alırken likidite problemi ile karşılaşırsanız, ‘Merkez Bankası’ndan ucuz kredi alabilirim’ diye bir düşünceniz olmasın. Biraz daha pahalı alacaksınız” diyor. “Ama öbür taraftan parayı bende tutmak isterseniz size daha iyi fiyat vereceğim.” Bu ne demek? Kredi riskini mi alacaksınız, yoksa elinizdeki likiditeyi Merkez Bankası’na mı vereceksiniz? Merkez Bankası’na vermek demek risksiz yerde tutmak demek. Yani “kararlarınızı gözden geçirin” diyor. Buna banka sisteminin vereceği tepki çok önemli. Şöyle bir şey düşünelim, “ben o kadar iyi, o kadar kârlı, o kadar güzel işler yapıyorum ki, Merkez Bankası’nın kaynağına ihtiyacım yok, Merkez Bankası’nda para dinlendirmeye de ihtiyacım yok, ben işime devam ederim” derse, bu artışın çok etkisi olmaz diye düşünmek mümkün. Tabii olay böyle olmayacaktır, muhakkak sistem üzerinde belli bir etki yaratacaktır. Fakat iç talepteki genişlemeyi kısmanın tek yolu bu mudur? İktisat politikası yapımcıları sadece buna dayanabilirler mi? Dediğim hayali örneği düşünün, öyleyse iç talep falan kısılmaz, yine kredi arzı devam eder, onunla da insanlar ne yapıyorsa onu yapmaya devam ederler. Ama bir de bir başka alet daha var, o da maliye politikası. Hiç unutmamak gerekiyor, bir taraftan Merkez Bankası bu kararı alırken öbür taraftan kamu harcamalarını biraz rahat kullanırsanız bir etki yaratmamış olursunuz. Daha doğrusu bir yerden vermeğe çalıştığınız etkiyi öbür taraftan gidermiş olursunuz. Bu da önemli bir nokta. O halde hükümetin tavrını görmek lazım, yani bunun hemen arkasından, hükümetin de aynı yönde bazı tedbirler alması, bazı harcamaları ertelediklerini (ille kestik demeleri gerekmiyor), bunu ciddiye aldıklarını söylemesi lazım. Dolayısıyla Merkez Bankası görevi gereği, enflasyon tehlikesinin varolduğu konusunda uyardıktan sonra, buna hükümetin de, “Evet, ben bunu algıladım, o yönde ben de elimden gelenleri yapıyorum. Ey vatandaşlar, siz de harcamalarınızı kesseniz iyi olur” gibi bir şeyler söylemesi lazım. Şu anda yapılan işlemlerin doğru yolda olduğuna şüphe yok, Merkez Bankası bu noktada bunu yapmak zorundaydı fakat Merkez Bankası’nın beklenen sonucu tek başına yaratabilecek derecede güçlü olduğunu düşünmek de biraz gerçek dışı gibi geliyor bana.
ÖM: Yani karamsar mı iyimser mi bakmamız lazım?
HE: Artık iyimser olmamız lazım, çünkü artık karamsar olarak ikaz edecek bir şey kalmadı, ikaz edilenlerin hepsi gerçekleşti. Bundan sonra “battık” demenin de çok anlamı yok. Yapılabilecek şeyler var gerçekten. Yaz dönemi biraz sakinleşen bir dönemdir genelde, fakat çok sakinleşeceğini sanmıyorum Türkiye’de. Piyasalardan bahsediyorum tabii. O anlamda şöyle bir kaygı olacaktır; “acaba döviz girişleri eskisi kadar olacak mı veya beklenen kadar olacak mı?” gibi. Böyle, piyasa biraz tedirgin olur. Bu tavır, hele hükümet tarafından desteklenirse fazla hadise olmadan gider. Ama ondan sonra karşılaşacağımız bence hakikaten şok gibi olan şeyler var. AB sürecinde olup bitenler, iç politikada olup bitenler gibi. İnsanların ‘ne oluyor acaba?’ deyip risk algılamalarını değiştirecek olaylar olabilir. Ona da hazırlık yapılabilir. Yanlış bilmiyorsam, galiba bugün, Bakan Ali Babacan AB sürecinde neler yapılmakta olduğunu açıklayacakmış, konuşma yapacakmış. Böyle şeylere ihtiyaç var, çünkü Avrupa’dan olumlu olmayan sinyaller gelebilir, ama “biz yapıyoruz yaptığımızı, o yönde de olumlu ilerliyoruz, reformlarda da yapamadıklarımızı yapacağız, gündeme aldık, işin sahibiyiz” vs. gibi. Avrupa’nın kendi gelişmeleri ayrı bir konu tabii, bu tür şeylere çok ihtiyaç var. Aksi halde zaten bu tür rapor açıklamalarının olumsuz etkileri fazla olur. AB Komisyonu’nun raporu açıklanacak, her zaman tartışma konusu olmuştur, ama bir de paniğe yol açması var, bir de ‘hay Allah, olumsuz şeyler de söylendi, ama şunlar da iyi gidiyor’ diye düşünülmesi var. O zaman bazı çalkantılarla olayın atlatılmasını sağlamak olanaklı olabilir. Bütün yaz boyu hükümetin enerjisini buna vermesi lazım, aksi halde, sonbaharda gereksiz yere benzer sıkıntılar yaşanabilir.
ÖM: Fazla bir karamsarlık için sebep olmadığı açık, senin de genellikle söylediğin gibi, karamsarlık kendini besleyen bir özelliğe de sahip olduğu için şu noktada hiç bir anlamı yok herhalde. Öte yandan da AB konusunda epey sıkıntılı bir dönemden de geçildiği ortada. Gelecek hafta bir AB zirvesi var. “Türkiye’nin hükümetler arası konferansa acaba katılmaması ihtimali var mı?” diye de haberler geliyor.
HE: Bunlar olacak. Önümüzde bazı tedirgin edici olaylar var, onlara karşı önlem olarak söylüyorum bunu. Bunlar mutlaka davranışları kararları etkileyecek.
(8 Haziran 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)