Ömer Madra: Epey sarsılmadan sonra biraz durulma var gibi görünüyor ekonomik durumda. Döviz piyasası duruluyor mu? Ne oldu ne bitti ve ne kaldı geriye?
Hasan Ersel: Bir kaç şey gördük, onları anımsamakta yarar var: Demek ki ortalık karışınca piyasa oyuncuları dağılıyorlar, önlerini göremeyince darmadağınık oluyorlar. Bunun anlamı da piyasa kayboluyor, yani oyuncular piyasadan çekiliyorlar, iş yapmıyorlar, işlerini azaltıyorlar. Daha önce de böyle olmuştu. Bütün piyasa oyuncuları bir yöne gidiyor, yani ya alıcı oluyorlar, ya satıcı oluyorlar. Bu durumda satışlar kayboldu, piyasa küçüldü ve fiyatlar (kurdan bahsediyorum) anlamsız bir yerlere tırmanıverdi. Demek ki bu durumlarda yol göstermeye ihtiyaç var. Buradan birinci sonuç çıkıyor, piyasada bazen yol gösterene çok ihtiyaç oluyor, “piyasa kendi kendine yolunu bulur” boş bir laf. Bunu ikide birde hatırlıyoruz da sonra yine unutuyoruz nasıl oluyorsa... İkinci nokta daha gördük, döviz piyasasında, “bırakalım piyasa bu dengeyi bulur” sözünün geçerli bir yöntem olmadığı, ülkede pek çok kararı etkileyen (haklı ya da haksız) bir değişkenin, yani bir sosyal değeri olan, sosyal katkısı veya zararı olan bir değişkenin piyasadaki karışıklıklara bırakılamayacağı ve bırakılmadığı da görüldü. Sonuçta serbest kur edebiyatını herkes yaptı ama her ortalık karıştığında “aman Merkez Bankası karışsın” dendi. Demek ki bu iş pek de söylendiği gibi yürümedi, bunu teslim etmek lazım. Israr etmenin fazla alemi yok. Yalnız Merkez Bankası’nın müdahalesinin nasıl yapılacağı, nasıl akıllıca olacağı, bunun sonuçlarının nasıl tartılacağı, öyle basit işler değil. İkisini karıştırmamak lazım, “müdahale etsin” demekle “iyi sonuç alınır” demek aynı şey değil. Bir olay daha vardı, ben hiçbir zaman anlamamıştım, serbest kur varsa girenler çıkamaz diye. Serbest kuru hapishane gibi tarif eden bir şey vardı. Bu fikir nasıl geldi onu bir türlü çıkaramadım ama doğru olmadığını gördük. “Bu cari açık önemsizdir, hiç merak etmeyin, dünya değişti”, edebiyatının da hikâye olduğunu gördük. Bu tür olayları karar alıcıların zihinlerinin bir yerinde tuttukları, bir yere kadar hoş gördükleri, konjonktür değişince hoşgörü sınırlarının daha artabileceğini, fakat hiçbir zaman sonsuz olmayacağını gördük. Nitekim dün de Standard & Poor’s Türkiye’nin notunu “olumlu”dan “durağan”a çevirdi.
ÖM: Günün önemli haberlerinden bir tanesi oydu.
HE: Böylelikle önümüze açtığımız iktisada giriş kitaplarının bazı temel ifadelerinin doğru olduğunu bir kere daha gördük. Bu kadar tur atıp bu kadar zarar etmeye değer miydi? Onu bilemiyorum, bana sorarsanız değmezdi.
Avi Haligua: Başka türlü bir teori daha var ortada, piyasa kendi halinde gitse kendi dengesini bulacağı, ancak ortada büyük bir komplo olduğuna dair yorumlar var, mesela bugünkü Yeni Şafak’ta “Tahtakale’de oyuna isyan” manşeti var. Piyasanın içindeki bir sürü kişinin görüşlerini almışlar, Soros’u suçlayanlar var, büyük bir tezgâhtan bahsedenler var, büyük oyuncuların Türkiye’yi bozmaya çalıştığını söyleyenler var, vs.
HE: Böyle rahatlamak da mümkün! İnsanın kendi kusurunu kabul etmesi zordur. Onun için ‘birileri bize kötülük yaptı” der rahatlarsınız. Şu tezgâhı yaptığı söylenen kişilerin aslında dünyanın her yerinde birbirlerinin neredeyse gözünü oymakla meşgul rakipler olduğunu bir düşünürseniz... Bunlar hiçbir yerde anlaşamıyorlar, bir tek Türkiye’ye gelince bir kötülük yapmak için uğraşıyorlar. Bana çok ciddi gelmiyor, hele onların ne kadar muhteris insanlar olduğunu bilince... Şimdi Türkiye’den çıkıp giden nedir? Kim gitti? Türkiye’de bu çalkantı ne anlama geliyor? Türkiye bir felaketin içine mi düştü? Hayır, Türkiye’de fabrikalar açmış olan yabancı sermaye mi gitti? Mercedes fabrikayı kapatıp buradan gitti mi? Olay bu değil, sermayenin girip çıkma hızı dünyanın her yerinde böyle. Yani kısa vadeli finansal sermaye. Sıcak para denen şey giriyor, çıkıyor. Korkunç rakamlar mı çıkıp gitti? Hayır. Türkiye’nin bugünkü büyüklüklerine göre hiç de değil... Fakat piyasayı sarsabiliyor girişi çıkışı. Sarsmak istiyor muydu? Ben sanmıyorum istediğini... Fakat kendini güvene alabilmesi için ayrılması gerekiyordu, gitti. Şimdi ne oldu? Türkiye’de bir müdahale oldu, yeni bir dengeye doğru olay gidiyor, emin olun ki ilk gelecek olanlar yine onlar olacak. Çünkü Türkiye ortalık sakinleşince para kazanabileceği bir yer. Artık bir süre büyük bir çalkantı olmayacaktır. Öte yandan, faizler epeyce yükseldi, oradan da para kazanırsınız. Dolayısıyla bence merak edecek bir şey yok, biraz sonra tamamı değilse bile önemli bir kısmı geri gelir. Faiz de çıktığı yerde kalır. Bunu geçmişte de gördük, kur oynak bir değişken, hele böyle müdahalelerin az olduğu ortamda öyle. Buna mukabil, faiz çok kimsenin kararlarını ve çok farklı kimsenin kararlarını etkileyen bir değişken. Bir de vadeli bir işlem üzerinden yapıldığı için uzunca süre geçerli kalıyor. Ondan sonra faizi aşağı çekebilmek için uğraşmak gerekiyor. Hani yapışkan çamuru havaya atarsınız da, tavana yapışır. Yapışınca tavana çıkıp indirmeniz lazım, kendi kendine o düşmez. Faizdeki olay böyle oluyor. Geçmişte Türkiye’deki kargaşalıklarda, bu tür olaylarda da hep gördüğümüz gibi, faizi çıktığı yerden indirebilmek için çok uğraşmak, hem de el birliği ile uğraşmak gerekiyor. Şimdi en önemli sorunlardan bir tanesi, faizin çıktığı yerde ne kadar süre kalacağı, ekonomiyi nasıl etkileyeceği? Aşağıya inmesinin kolay olmayacağını düşünüyorum. Önümüzdeki konjonktüre bakıyorum, orada bir yığın olay var, ne hükümet kontrol edebilir, ne başkası kontrol edebilir. Hükümetin yapabileceği Avrupa ile ilgili olsun, Türkiye içerisindeki siyasi gelişmelerde olsun, ortamı yumuşatacak hareketler, kararlardır. Ayrıca olayı anladığını, Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini, ne yaptığını da kestirdiğini gösteren iktisat politikası tedbirleri alabilir. Bu işin yumuşamasına yol açar. Merkez Bankası’nın yaptığı bir açıklama var, diyor ki; “bizim tahminimize göre bu aylarda biraz doğal fiyat artışı olacak”... Sonra sonbaharda da fiyat artışı bekliyor. (Aslında biraz garip bir ifade kullanmış. “Dalgalanma” diyor. Ama niye dalgalanma olsun ki? “Fiyat artışı” demek istiyor olması lazım. ) Bu bana da mantıklı geliyor, çünkü yaz aylarında bazı ürünlerin fiyatları, tüketici ürünlerinin fiyatları ayarlanmaz, eldeki stoklarla gidilir. Mevsim başında yeni fiyatlara göre bir düzenleme yapılır. Onun için ben de fiyat artışı beklerim Eylül ayında. Piyasanın kuralları nedeniyle, sadece bu yılın özelliği olarak değil. Bundan 40 küsur yıl evvel kırtasiyecilik yapardım, o zaman da öyleydi. Bunda yeni bir şey yok, okullar açılınca hayat başlar biliyorsunuz, o arada bazı kararlar alınır. Ondan sonra söylediği gibi bir duraklama bekliyor, bunun 2007’nin yarısını etkileyeceğini söylüyor. Bu da bana mantıklı geliyor, ben de ekonominin duraklayacağını ve bu duraklamanın bu yılın son çeyreğinde başlayacağını düşünüyorum. 2007’nin ilk yarısını etkileyeceğine de inanırım, ama daha uzun da olabilir, ebediyen anlamında değil de yarıyı aşabilir o duraklama, o dönemin konjonktürüne bağlı. Yanlış anlaşılmasın terminolojiden, “ekonomi daralacak” demiyoruz, büyüme hızı daha düşük olacak. Bu sorun doğurabilir mi? Doğurabilir, çünkü zaten bu büyüme hızı da istihdam üzerinde olumlu etki yaratamadı, orada belki daha az olur. Bu da bazı tedbirleri almaya yönlendirir hükümeti. Fakat hükümetin oradaki tavrı çok önemli, yani popülist önlemlerle vaziyeti geçiştirmeye çalışırsa iki damga birden yer. Bir, olayı anlamadığını, iki, seçim ekonomisi yaptığını. Bunların ikisi de çok antipatik sonuç doğurur Türkiye açısından. Orada çok dengeli gitmesi lazım, kolay bir iş mi? Değil, zor kim olursa olsun...
Merkez Bankası’nın yaptığını biraz savaş stratejisine benzetmek istiyorum. Merkez Bankası bu hafta sonu bir karar aldı, dedi ki “ben bu işi halledeceğim, elimdeki bütün aletleri bir arada kullanacağım”. Kullandı da. Yani döviz piyasasına müdahale etti, faizlerini yükseltti, piyasadan para çekti, bu piyasayı söndürmek için yapılması gereken her şeyi birden yaptı. Tarihte iki büyük askerin benzer olayda yaptığı iki tane tam farklı strateji vardır; bir tanesi Mareşal Rommel. İkinci Dünya Savaşı sırasında Rommel’in kuvveti karşısındaki kuvvetlere göre daha azdı. Mareşal Rommel’in yaptığı, cepheyi iyi analiz edip bir noktayı seçip kuvvetlerini oraya toplayıp oradan darbe vurmaktı. Bunda başarılı olduğu zaman düşmanı bozguna uğratmış oluyor. Başarılı olması ne demek? Orada istediği darbeyi vuramazsa düşman ayılır, onun kuvvet çektiği, tamamen boş bıraktığı, dolayısıyla tamamen boş veya zayıf bıraktığı yerlerden onu bozabilirdi. Bu bir taktik. İkinci taktik ise, Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak’ın Sakarya Savaşı’nda yaptığı. Yine az kuvvetleri vardı, karşılarında Yunan kuvvetleri büyüktü, Sakarya nehri boyunca sürekli kuvvet kaydırarak Yunan birliklerinin karşısında her yerde varlıklarını gösterdiler ve bıktırdılar. Sonunda Yunanlılar kaçmak zorunda kaldı. Bu ikisi arasında önemli bir fark var, Sakarya Savaşı’nda saldıran tarafın karşısında hep varolduğunuzu gösteriyorsunuz. Rommel’in yaklaşımında ise saldırıyorsunuz. Merkez Bankası’nın yaptığı Rommel’inkine benziyor, bütün kuvvetlerini topladı, kısa zaman içerisinde etkili olabilecek bir darbe vurdu. Tabii piyasa olayı bir savaş değil, dolayısıyla benzetme de tam değil. Ama yaptığı buna benziyor. “Ben burada çok kuvvetliyim” dedi. Bununla piyasa oyuncuları ikna olursa kazanılmış olur. Fakat “yok, galiba öyle değil ve bizim bu isteklerimizi tatmin etmedi” dediği anda Merkez Bankası kuvvetlerini harcamış gibi olacaktır.
ÖM: Nasıl görünüyor peki bu açıdan bakıldığında?
HE: Benim umudum var, çünkü piyasadaki oyuncuların büyükleri, Merkez Bankası olaya hakim olduğunda onun peşinden gitmek eğilimindeler, kendi menfaatleri de o yönde. Büyük bankalar, büyük oyuncular piyasanın istikrara gelmesi konusunda ondan yanalar. Bu arada güven kırıcı bir şey olmazsa, “Merkez Bankası bu işi çözdü, yaptı, tamam” deme olasılığı yüksek. Bunu ne bozabilir? Merkez Bankası bir hata yapabilir, artık yapacağını sanmıyorum. Hükümetten bu işi bozucu bir eylem gelebilir, inşallah gelmez! Dışarıdan bir şok gelebilir, yani hiç beklenmedik bir şey, bir başka ordu geldi gibi bir şey. Akla hemen Amerika’da FED’in (ABD Merkez Bankası) alacağı karar geliyor. Açık Piyasa Komitesi faiz arttırma kararı alacak. Ama bu bir saldırı değil, beklenen bir şey zaten. FED toplandı hiç kimsenin aklına gelmeyecek derecede yüksek bir faiz oranı ile piyasaların altını üstüne getirdi diyelim. O zaman melek olsanız yapacağınız bir şey yok.
ÖM: Zaten o bütün dünyada da etkili olacak.
HE: Ben onun da olacağını sanmıyorum. Dolayısıyla bu olay burada sakinleşme eğilimine girmiştir diye düşünürüm. Ödediğimiz fiyat kurda sınırlıdır, yani bu kur dün indiği noktadan biraz daha aşağı iner, yarın belki biraz daha aşağı iner. Yani büyük gayretler olmadan iner. Bu iş baştan doğru tutulmuş olsaydı belki Merkez Bankası daha az döviz harcayarak, daha az faizi tırmandırarak benzer sonuç elde edebilirdi. O geçti artık, yapacak bir şey yok. Yalnız faizin yükselmesinin bilançolar üzerinde etkisi olacağını, borç maliyetlerini etkileyeceğini, bazı kararları etkileyeceğini unutmamak lazım. Bunun kamu finansmanı üzerinde de etkisi olacağını, mesela gelecek senenin faiz ödemelerinin bundan etkileneceğini, dolayısıyla kamu açığı olayını tekrar gündemde ön plana çıkacağını unutmamak lazım. Bunlar da bize bu olaydan kalacak olan hatıralar.
(29 Haziran 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)