Düzmece Hayallerimiz

-
Aa
+
a
a
a

Şubat ortasındayız ve çoktan on bir çeşit sebzeyle karşılaştım bile.. Tohum paketleri tersini söylese de, biliyorum büyüyecekler. Bu ülkedeki her şey, nergisler, çuha çiçekleri, badem ağaçları, yaban arıları, yuva yapan kuşlar, hepsi bir ay erken geldi. Hava çok güzel. Kışlar artık çocukluğumdaki uzun, gri, özlem dolu kışlar değil. Bu ülkede, 1982 ve 1963'de karşılaştığımız donlar, Gulf Stream akmaya devam ettikçe bir daha olacak gibi görünmüyor. Yazlarımız uzun ve sıcak geçecek. Üst kuzey yarıkürenin büyük kısmında mevsim değişikliği, şimdiye dek hepimize nazik davrandı.

 

Eminim ki iklimbilimcilerin söylediklerini kabul etmekte zorlanmamızın nedenlerinden biri de bu.. Erken gelen bahar, mitolojilerimizde erdem için verilen bir ödüldür. Tanrının sevgili kulu Solomon, "Io için kış geride kaldı" diyerek sevinir. "Yağmur bitti ve geride kaldı; toprakta çiçekler bitiyor; kuşların cıvıldayacağı zamandır." Bu kadar güzel bir şey nasıl kötü bir nedenden kaynaklanıyor olabilir ki?

 

Yarın (16 Şubat 2005) 13 yıllık görüşmelerden sonra iklim değişikliği hakkındaki Kyoto Protokolü yürürlüğe giriyor. Hiç kimse, 30 gelişmiş ülkenin sera gazlarının emisyonlarını %4.8 azaltmasını öngören bu anlaşmanın tek başına sorunu çözebileceğini sanmıyor. Anlaşma 2012 yılında sona erecek ve BM engellemeleri yüzünden yerini alacak yeni bir anlaşma için şimdiye dek hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Asıl failleri, Amerika ve Avustralya'yı dışarıda bırakıyor ve gelişmekte olan ülkelerce üretilen sera gazlarına hiçbir sınırlama getirmiyor. En azından, öngördüğü kesintiler atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunu güvenli bir seviyede dengelemek için çok az. Ama yine de bu zayıf anlaşma bile, içinde bulunduğumuz iklim gidişatı hakkındaki rahatlığımızın tehdidi altında.

 

Neden peki? Neden terörizm hakkında bu kadar ciddiyken, hayatımızın sürmesine olanak tanıyan koşulların ortadan kalkması hakkında bu kadar rahatız? Bir neden, eminim ki beklentilerimizle karşılaştıklarımızın farklı olması. Eğer iklim değişikliği hayatımıza felaket getirecek olsaydı (çünkü evrimsel tarihimiz boyunca doğadaki izleri bularak yaşamımızı sürdürdük) felaketin başlamasını beklerdik. Dünyanın varlıklı kesiminde birkaç bin insanın seller ve ısı dalgaları yüzünden öldüğü doğrudur ama hepimizin hemen her gün hissettiği baskın duygu kirliliğimiz tarafından kutsandığımızdır.

 

Açgözlülüğümüzün bedelini yerimize başkaları ödüyor. Bu ay Exeter'de, hükümetler konferansında toplanan iklimbilimciler, bu yüzyılda, nerdeyse kesinlikle, olması beklenen yalnızca 2.1 derecelik bir artışın, 3 milyar insanı su sıkıntısına iteceğini . Bu da sonuç olarak on milyonlarca kişinin ölümü demek. İngiltere gibi ülkelerde, iklim değişikliğinin kışların yumuşak geçmesi ve baharların erken gelmesi anlamına geldiğini söyleyenler bundan da yakamızı sıyırabileceğimizi iddia ediyorlar. Dünya kötüye giderken, yiyecek fiyatları artarken, buna sebep olacak kadar zengin olanlar, birkaç nesil boyunca, olanlardan etkilenmeyecek bir azınlık olacaklar.

 

Başka bir neden de, amacı bize yeniden güven vermek olan ve doğrudan medya ile bağlantılı büyük bütçeli endüstriler. Savunucularını "septik" (kuşkucu) diyerek övüyoruz. Eğer gerçekten öyle olsalardı kollarımızı açarak karşılardık onları. Septisizm (kelimenin Latince kökeni "araştıran" ya da "düşünen" anlamına geliyor) bilimin ilerleme yoludur. Eğer olmasaydı, bizler hâlâ çubukları birbirine sürtüyor olurduk. Septik dediklerimizin bu kelimeyle uzaktan yakından ilgisi yok. Çoğunluğu, çalışanı oldukları Exxon Mobil'e bağlı olup bir sonuca varmak için, onu doğrulayacak tezler üretme görevi verilmiş halkla ilişkiler uzmanlarıdır. BBC Today gibi programlarda bulunmaları; AIDS hakkında her konuşulduğunda birinin çıkıp hastalığa aslında HIV virüsünün sebep olmadığını söylemese ya da her bir roket yörüngeye girdiğinde Flat Earth Topluluğu'ndan biri aslında öyle olmadığını söylemeye çağrılmasa, daha az sakıncalı olacak. Zaten en saygın medya üyelerimiz de Exxon Mobil'e istediğini veriyor: aslında öyle olmasa da belirli bir bilimsel tartışmanın olduğu izlenimini veriyorlar.

 

Ama burada daha büyük bir sorun var. Bilimin tersine, iklim değişikliğini inkâr etmek dünya ekonomistlerinin hemen hepsinin bakış açısıyla tutarlı, hatta onlar için gerekli. Marx, Keynes ya da Hayek'ten haberleri olsun ya da olmasın modern iktisat, gezegenimizin bize sonsuz refah sağlayacak ya da kirliliğimizi yutacak kapasiteye sahip olduğu görüşü üzerine kuruludur. Bütün bunları düzeltmek, ancak sonsuz büyümeyle sağlanabilir. Yine de sonu olan bir dünyada sonsuz büyüme olanaksızdır. Bunu ekonomik teorilerin dayandığı temelden çektiğimizde ise tüm düşünce sistemleri yıkılır.

 

Bu tabii ki düşünülemez bile. Sağ ve sol kesimin, her çocuğun, her anne babanın, her çalışanın beklentileri suya düşmüş olur ve bütün ilerleme süreçlerini berbat eder. Eğer ilerlemenin çarkları, yani teknoloji ve insanın gayretleri bu gidişatı hızlandırdıysa, şimdiye dek doğru olduğunu düşündüğümüz her şey yanlış demektir. Karanlığa küfretmektense bir mum yakmanın daha iyi olduğu düşüncesiyle büyütülmüş olarak, artık görüyoruz ki evimizi yakmaktansa karanlığa küfretmek daha iyi.

 

Ekonomistlerimiz iklimbilimciler tarafından kökten dinciler kadar çılgın hatta daha tehlikeli ütopyacılar, yeni bin yılcı bir kültün liderleri olarak görülüyorlar. İyi ama onların teorileri yönetiyor hayatlarımızı ve biyolojiyle fiziğin hâlâ işe yaradığını söyleyenler, iyimserlik üzerine kurulu küresel görüş tarafından alaya alınıyorlar.

 

Ve bence, bu da bize kafalarımızı başka tarafa çevirmemizi sağlayacak yeterli neden yaratıyor. Terörizm tehlikesi söz konusu olduğunda, güvenebileceğimiz bir neden çıkıyor ortaya, demek ki öldürülebilecek kadar önemliyiz! Ve tüm bunlar, esas amaca ulaşmak için, iyiyle kötünün yollarında ilerleyen hayatlarımızın büyük hikâyesini doğruluyor. Ama iklim değişikliği tehdidinde hiç iyi taraf yok ki. Bütün söylenen, fıçıdaki mayanın kendi atıklarıyla zehirlenene kadar nasıl beslenip büyüdüğü.. Bu da kibrimizin kabul edemeyeceği kadar sefil bir son..

 

İklim değişikliğinin getireceği esas olarak teknik bir zorluk değildir. Exeter Konferansı'nın sonunda da belirtildiği gibi "varolan piyasa sisteminde enerji etkinliği konusundaki gelişmeler, ekonomik büyüme sonucu oluşan talep artışlarını karşılamaya yeterli değil"se de, enerji etkinliğine yatırım yaparak çevresel etkileri en aza indirmek büyük oranda olasıdır. Kullandığımız enerjiden daha fazlasını daha zararsız yollardan üretmemiz mümkün. Kendimizi içinde bulunduğumuz gidişat, ancak siyasi liderlerimiz, insanların fantezilerindense insanları kurtarmayı amaçladıklarında, yön değiştirecektir. İklim değişikliğiyle, maddi dünyaya ait olduğumuzu kabul ettiğimiz zaman başa çıkabiliriz ancak.

 

Çeviren: Neslihan Çamdere

 

Mocking Our Dreams, George Monbiot, The Guardian

 

Bu konuyla ilgili diğer yazıları okumak için tıklayın.