31 Ocak 2007Haluk Ağabeyoğlu
İlki, Mart 2003 Tezkeresi'nin Meclis'te reddedilmesi. İçinde birçok sol ve İslamcı siyasi yapı barındıran Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonuyla emek örgütlerinin birlikteliği sayesinde Ankara'da yapılan seksen bin kişilik yürüyüşün, meclisin kararına etki ettiği su götürmez bir gerçek. Bu başarı gezegen düzeyinde barış isteyen halklar nezdinde "bizim" itibarımızı yükseltmişti. Hele Ortadoğu'da, bunun ardından bir "Türk" gazeteci, vb. olarak dolaşır iseniz, çevrenizde oluşan bu saygı haresini hissedebilirdiniz. Bizlerden oluşan toplumsal muhalefetin bu başarısı, nihayet vatandaşı olduğumuz bu ülkenin saygınlık hanesine yazıldı, tabii olarak. Dünya şaşırdı ve saygı duydu.İkincisi, Hrant Dink'in ardından iki yüz bin insanın yürümüş olması. Bu rakamın azı yok, fazlası olabilir. Bunun dünyadaki "deprem" etkisini şu sözler kanıtlıyor: Törene katılan Ermeni diasporasının etkili bir ismi, o güne dek gıyaben tanıştıkları Fethiye Çetin'e yürüyüş sırasında gelir ve şunu der: "Ermeni sorununu konuşmanın tekeli şu ana dek dünyada bizim elimizdeydi. Siz bugün şunu yaptınız; bu tekeli bugün elimizden aldınız." Evet soralım şimdi bir dışişleri sözcümüze mesela, ya da herhangi başka bir devlet yetkilimize: "Ne diyorsunuz; Hrant Dink'ın ölümü ile bize armağan ettiği bu iki yüz binlik yürüyüş, bu yürüyüşteki vakar, bizi bu sorunun konuşulma merkezi haline getirdi dünyada. Şimdi, var mısınız Hrant'ın dilinden bu sorunu konuşmaya.""Saçmalamayın" diyeceklerdir size. "Şimdi biz, hepiniz Hrantlaşma sevdasındaki siz iki yüz bin Ermeni'yi nasıl linç edeceğimizi konuşuyoruz aramızda. İlk iş; Ertuğrul'a sipariş ettik, gazetesinde anket yapıyor iki soruluk... 'Hepimiz Ermeni'yiz' denir mi, denmez mi? Hrant'a fatiha okunur mu, okunmaz mı? Emniyet'te imal ettiğimiz O.S. posteri daha hiçbir şey. İlk neticeyi de aldık: Samsun'da bir kilisenin camları, gece taşlanıp kırıldı bile."Aynı durum: Bilirkişi raporu ve mütalaaŞu anda durum, aynen Hrant'ın yerel mahkeme sürecindeki bilirkişi raporu ve bunun üzerine savcının mütalaasını verme anına denktir. Biz, tarihin bilirkişiliğine başvuruyor ve diyoruz ki "Bakın çok örnek var ama uzağa gitmeyelim; bundan on yıl önce Solingen'de ırkçılar, insanlarımızı yaktıklarında bir evin içinde, Almanlar, 'Hepimiz Türk'üz' diye yürümüşlerdi." Bu kapı gibi sağlam bilirkişi raporumuz, aynen 301 davasında Hrant için yazılan ve masumiyetini belgeleyen bilirkişi raporunun eşi. Ne var ki o davada, o rapora rağmen savcı, Hrant hakkında zehir zemberek bir mütalaa vermiştir. Hakim, üzerine üç celse karar verememiş, sonra vermiştir. Hukuk mahkemesinde bilirkişi raporuna uymak, neredeyse istisnası olmayan bir teamüldür. Ama öyle olmamıştır. Söylemeye gerek var mı: O savcı devlettir. O mahkeme devlettir. Derin merin değil, devlet.Şemdinli'yi örten, "iyi çocuklar"ın babalarının devleti.Şimdi de bizim savcılarımız var... Mütalaa veriyorlar... Çok var, ama biz yine "Ertuğrul"a dönelim: "Kardeşim, sen bugüne kadar kaç şehidin cenazesine gittin?" diye sormuş, 27 Ocak'taki yazısında. "Niye cenazeye gelmedin?" serzenişine cevabı bu... Bu savcılara niye böyle abuk serzenişlerde bulunulur, o bir tarafa, Ertuğrul'un karşı sorusunda ortaya koyduğu mugalatanın bayağılığı ve bu bayağılıktaki çaresizlik, hâlâ şaşırtabiliyor insani. Bu öyle bayağı bir mugalata ki, yazarın sorusunun bir muhatabı olarak okuru ben, yarın, şu anda Cizre hudut taburunda asker yeğenimin cenazesini kaldırabilirim. Eğer bu böyle sürerse, sekiz yıl sonra oğlumun cenazesini kaldırabilirim. Bu "şehit cenazelerine katılıp katılmayacağımı" da doğal olarak soruyor olmalı Ertuğrul bana.. Evet hâlâ şaşırabilmemiz lazım ama galiba. Bilirkişi raporlarına rağmen linç fermanları yazılan bu ülkede Ertuğrul'a hala şaşırabilmeliyiz. Direnmek ve bu dünyayı başlarına geçirebilmek için, şaşırma duygumuzu yitirmemeli. Şöyle devam ediyor Ertuğrul: "Göğsümü gere gere söylüyorum. Ben de milliyetçi bir insanım." Demişler ki Ertuğrul'a "Hrant'ın dili, millete aşina gelmeye başlayabilir. Onları özlerine döndür." O da öyle yapıyor. Peki niye üc beş yıl önce Ortaköy'de bir barın açılışında -"Havana Club" gibi bir şeydi adı galiba- üstünde Che tişörtü, ağzında Che'nin purosuyla, eş dost kolkola "Commandante"yi söylüyordunuz, gözler kayık. Che, entrenasyonalizmin insan bedeninde cisimleşmiş hali, enternasyonalizm ise senin göğsünü geren milliyetçiliğinin panzehiri değil mi?Şaşkınlıkla soracaksınız bunu ona. Başka yol yok.Devletin isteği münzeviliği derinleştirmekIsabelle Kortian, dünyada Ermeni araştırmalarının önemli bir ismi olan Ermeni hanım, cenaze için geldi ve ertesinde 25 Ocak'ta Zaman gazetesinde şunu yazdı: "Türkiye'de durumu daha somut bir şekilde görmeliydim. Diasporadan birisi olarak, ki burada herhangi bir akrabam yok, Ermeni toplumunun İstanbul'daki münzevi hayatını görmem için çok zamanım oldu." İşte bu tespit, "münzevi hayat", "bir toplumun sürdüğü münzevi hayat", ne korkunç, ne iç dağlayıcı ve ne utanacağımız bir durum.Şimdi devletin isteği, bu münzeviliği derinleştirmek, yaygınlaştırmak, toplumu zihnen ve fiziken linç etmek.Bunun işareti şu değil mi? Cinayetin haftasında, geçen cumartesi, bir dans topluluğu Agos'un önünde saat 17:00'de bir gösteri sergileyeceklerini kamuya duyurdu. Tam 15 dakika insanlar, Agos'un önünde Hrant gibi yatacak, üzerlerini gazete parçaları ile örtecek, Hrant'ı hissedeceklerdi. Bu sanat gösterisinden birkaç saat önce Şişli Emniyet Amirliği'nden aradığını söyleyen bir amir, Agos'un yetkilisine şunları söyledi: "Bu gösteriyi biliyoruz. Bildirimi vardır. Sizin bilginiz ve onayınız dahilinde olduğunu da siz söylüyorsunuz. Tamam bunu da anladık. Bu tabii haktır. Ama size tavsiyemiz, siz gazete olarak mümkün olduğunca bunlara bu gösteriyi yaptırmamaya çalışın. Biliyorsunuz az ileride Ülkü Ocakları filan var. Bir gerginlik filan olmasın. Saldırı filan olabilir. Sonra çocuklarınızı kaldırımdan toplamayalım."Buraya mealen aktarılan konuşmanın son cümlesi, mealen değildir. "Sonra çocuklarınızı kaldırımdan toplamayalım" cümlesi, kelimesi kelimesine bu Şişli Emniyet Müdürlüğü'nün bir amirince böylece söylenmiştir. Devleti halkın devleti yapmakBu telefondaki ses, kim olursa olsun devlettir. Devletin sesidir. Bu usturuplu(!) tehdit, esasen devletin duyduğu ölümcül korkunun ta kendisini ifade eder. Bu ülkede halktan başka hiçbir güç, vicdanına sıkılan kurşundan üç saat sonra onbin kişi bir araya gelip yürüyemez. Halktan başka hiçbir güç, koruyamadığı vicdanına artık sahip çıkmak için, ikiyüzbin kişi ardından yürüyemez. Ancak halk yürür, halk yürümüştür. Devletin korkusu budur. Devlet, halkın yapılmadığı sürece halktan korkar. Bu korkunun eseri olarak halkı münzevileştirmek ister. Korku içinde yapmak istediği şey budur: Halkın yürüyüşünün arkasını getirtmemek.Yapılması gerekenin ne olduğu ise çok açık değil mi... Halk hareketini kurmak. Devleti, halkın devleti yapmak.Bunu yapacak kuvvet, olsa olsa, "bizdeki Hrant"ta mevcuttur.