Doğrular ve yanlışlar...

-
Aa
+
a
a
a

6 Şubat 2003Fehmi Koru

Bir gün "Savaşa hayır" ve "Bizim için bağlayıcı olan BM güvenlik konseyi kararıdır" diye yattık, ertesi sabah "Savaşın başında yer tutmazsak sonunda masaya oturamayız" diye uyandık. Dünya, son 24 saattir, ABD dışişleri bakanı Colin Powell'in BM'ye sunduğu yeni 'sözde-kanıtları' konuşacak; biz ise bir bütün günü "Ne oldu da politika değişti?" sorusuna cevap arayarak geçirdik...

Türkiye, önceki günden beri, Irak konusunda yeni bir politik çizgiyi benimsemiş bulunuyor. Bu çizgi, Başbakan Abdullah Gül'ün geliştirdiği 'barış inisiyatifi' ile taban tabana zıt. Başbakan Gül, aynı gün, ABD başkan yardımcısı Dick Cheney ile, telefonda yaptığı, "Yabancı asker konuşlandırma yetkisini ancak bayram sonrası Meclis'e sunabiliriz" pazarlığını, 'barışa hâlâ şans var' diye düşündüğü için yapmış olmalı. Oysa, savaşın 'ahlâkî yönden' yanlış olsa da 'siyaseten' doğru olduğu söylendikten sonra, o pazarlığa hiç gerek yoktu.

Yeni durum temel doğruları değiştirmiyor...

İlk doğru, Türkiye "Hayır" dediği ve kolaylık sağlamaya karşı çıktığı sürece, ABD'nin Irak'a yönelik niyetlerini gerçekleştiremeyeceği gerçeğidir. Basra Körfezi'nde ve etraftaki Arap ülkelerinde yüzbinlerce asker, yüzlerce uçak bulundurması bir anlam taşımıyor ABD'nin; karacı güçlerle Kuzey'den de bir cephe açması zorunlu. "Bizim 'Hayır' dememizin kıymet-i harbiyesi yok; savaş nasıl olsa başlayacak, fırsatı kaçırmayalım" görüşü bu yüzden yanlış...

İkinci doğru, Washington'un, Ankara'dan, ülkenin her tarafını bir askerî üs gibi kullandırmasını istediğidir. Limanlar, havalimanları, Doğu'da (muhtemelen Diyarbakır'da) kurulacak dev bir yeni üs... Askerinin bir kısmını transit olarak Irak'a taşısa bile, epey bir miktarını Türkiye'de bırakacak ABD. Fazla uzun sürmeyeceği her halinden belli savaştan sonra da, çok sayıda Amerikan askeri (bu sayı 40 binin üzerine çıkabilir), Türkiye'de kalmaya devam edecek... Afganistan operasyonu sırasında Pakistan'ın bile ABD'ye göstermeye yanaşmadığı bir kolaylıktır bu. Afganistan'da konuşlanmış Amerikan askerlerinin, bazen sıcak tâkip için Pakistan'a girmelerinin sıkıntılara sebep olduğu düşünülürse, Irak-savaşı sonrası Türkiye'de meydana gelebilecek sorunlar tahayyül edilebilir...

Üçüncü doğru, bazılarının göstermeye çalıştıklarının tersine, ABD'nin, Türkiye'yi savaşın tarafı bir 'muharip güç' olarak görmediğidir... 1991'de, kuzeyden ikinci cepheyi Türkiye'nin açması söz konusuydu; Turgut Özal'ın planı dönemin Genelkurmay başkanı tarafından değil ABD tarafından bozuldu. Bugün de, ABD, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin Irak'a girmesini, Kuzey Irak'ta nâzım bir rol oynamasını istemiyor. Güneye kaydırılan birliklerimiz, göreceğiz, orada kalmaya devam edecekler. Bu sebeple, "Kuzey Irak bizim ilgi alanımız, savaştan uzak durursak arzu etmediğimiz gelişmeler yaşanabilir" yaklaşımı bir safsatadır...

Dördüncü doğru, ABD'nin savaş-sonrası hesaplarında, bölgeye vereceği yeni biçim için, Türkiye'nin herhangi bir belirleyici yeri ve rolü bulunmadığıdır. ABD, bölgeye sadece petrolü için gelmiyor; Washington, 'Roma İmparatorluğu'nu günümüzde canlandıracak yeni bir dünya düzeni peşinde... O düzende, ABD ve İngiltere dışındaki ülkelere söz hakkı yok; Avrupa bile fotoğrafın dışında... Washington, 1991'de olduğu gibi, bir ittifak cephesi oluşturmuyor... Bu yüzden, "Savaşın başında yer almazsak paylaşım masasında yerimiz olmaz" görüşü boş bir hayaldir...

Bütün bu mülâhazalara rağmen, Türkiye, başka çıkar hesapları yüzünden, yine de savaşa girebilir; ancak bu, anayasal (m. 92) bir gereklilik olan, Ak Parti yetkililerinin de baştan beri savunageldikleri 'uluslararası meşruiyete' zemin teşkil edecek BM güvenlik konseyinin yeni bir kararı sonunda olabilir... İtirazcı ülkelerin hepsi Türkiye gibi ikna edilebilse dahi, o kararın çıkması en az iki hafta alacağına göre, Türkiye'yi ABD'nin savaşına şimdiden bu denli sıkı sıkıya bağlamanın anlamı nedir?

Herhalde bir anlamı olmalı, ama ne?

http://www.yenisafak.com.tr/fkoru.html