Volkan Balkan: Dianne Reeves geçtiğimiz ay İstanbul Caz Festivali’ne konuk olmuştu sıklıkla çaldığı triosuyla, yani piyanoda Peter Martin, bastaReuben Rogers,davulda da Greg Hutchinson. Kendisi ile bir röportaj gerçekleştirdik.
İstanbul’a ilk olarak galiba 1992’de gelmiştiniz. Dinleyiciler sizi seviyor, eminim siz de onları seviyorsunuz. Bence canlı performanslarınız kayıtlarınızdan daha başarılı, buna katılır mısınız?
Dianne Reeves: Katılıyorum, canlı performanslarım kayıtların üzerine çıktı. Çünkü genelde yeni dinleyiciler önünde sahneye çıkıyoruz ve yaptığımız şeyin içine dinleyicileri de katıyoruz, onları davet ediyoruz. Orada bulduğumuz duyguyla bir şov yaratıyoruz ve bundan dolayı kayıtlardan farklı bir duygu ortaya çıkıyor.
VB: Peki İstanbul’da nasıl?
DR: Buraya bayılıyorum, sanki performans için değil, burada çok sofistike bir dinleyici var. Festival için burada bulunan diğer sanatçıların konserlerinde de bulundum ve aynı şeyi gördüm. Bu arada şehri de çok seviyorum, burada hayat var, görülecek çok şey var, tarihi köklerinden ötürü pek çok katman var. Buraya gelmeyi çok seviyorum.
VB: Şimdi geriye sıçrama yapmak istiyorum, University of Colorado’da okuduğunuz yıllarda trompetçi Clark Terry tarafından ünlendirilmişsiniz, kendisinin hayatınızda önemli bir yeri var herhalde?
DR: Kesinlikle. Clark’la tanıştığımda çok gençtim, lisedeydim, genç sanatçılara hâlâ o özenle yaklaşır, hayatımda önemli bir yere sahip, hâlâ görüşüyoruz ve birlikte sahneye de çıkıyoruz.
VB: Chicago Senfoni Orkestrası, Berlin Filarmoni Orkestrası, big bandlar ve bugün de çalacağınız gibi genelde trionuzla çalıyorsunuz, hangisinde kendinizi daha rahat hissediyorsunuz hepsi farklı deneyimler?
DR: Kendimi hepsinde rahat hissediyorum, hepsi eşsiz. Fakat kendimi en rahat hissettiğim zamanlar trio ile olan performanslarım. Önümüzdeki kâğıtlara bağlı kalmaksızın müziği farklı yerlere taşıyabiliyoruz. Ama orkestrada, ki onu da seviyorum, bazen formun dışına çıkmamanız gerekiyor. Bu biraz zorlayıcı oluyor tabii, fakat trio ile yaptığımız şeylerde diğer müzisyenler de tepki verebiliyor. Bu açıdan baktığınızda orkestrada olduğu gibi değil ama ben tüm bu farklı konfigürasyonları seviyorum.
VB: Bu akşam İstanbul Superband’le de bir kaç parça söyleyeceksiniz, ne düşünüyorsunuz bu konuda?
DR: Oldukça heyecanlıyım, henüz tanışmadım, birbirimize mail attık, müzik yolladık, bu akşam da bir provamız var, güzel olacağına eminim. Bu müzisyenlerle çalışmak için sabırsızlanıyorum.
VB: İstanbul’da pek çok genç caz müzisyeni var. Nardis adlı bir caz klübü de genç caz vokalistleri için bir yarışma düzenledi, sizin tavsiyeleriniz nelerdir genç caz vokalistlerine?
DR: Teknik açıdan bakarsak şunu unutmamalılar ki, vokalist oldukları gibi müzisyendirler de. Bundan dolayı diğer müzisyenlerle yani saz icracıları ile aynı şeyleri öğrenmeliler; armoni gibi, piyano, gitar ya da herhangi bir enstrüman hakkında bilgi sahibi olmaları gerekir. Tüm bunlardan sonra ise bence en önemli şey ayrıcalıklı ya da kendilerine özgü olan şeyi bulmaları ve buna odaklanıp geliştirmeleri.
VB: Çok farklı stillerde söylüyorsunuz, soul, R & B, blues, caz, Amerikan müziğinde bir eklektisizm gözüküyor ve vokal geleneği de var. Sizin için ABD’de doğmak bir caz vokalisti olarak bir şans mı?
DR: Sanırım öyle, ama şimdi dünya küçülüyor, benim büyüdüğüm dünyadan farklı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar farklı yerlerden gelip çok özel şeyler yapıyorlar. Şimdilerde ABD’de doğmanız gerekmiyor, işler oldukça değişti. Mesela Luciana Sosa, Brezilyalı müthiş bir sanatçı, bir anda önemli bir caz vokalisti ve kompozitörü haline geldi. Ne kadar güçlü olduğun ve ne yaptığınla ilgili bir şey bu.
VB: Önemli kompozitörlerin baladlarını söylüyorsunuz, caz vokalisti sizce bir hikaye anlatıcısı da olmalı mı? Çünkü bu parçalarda pek çok hikâye var.
DR: Caz müziği bu zaten, onu ilginç kılan şeylerden biri. Hikâyeler anlatan çok iyi şarkıcılar var, ya da sesi tam anlamıyla bir enstrüman gibi kullananlar var. Çok iyi hikâye anlatabilenler var ve sesleri güçlüolmayabilir ama belli bir entrümanla, stilleriyle ve yazdıklarıyla düşünürseniz onlar müziğin çok nadide parçaları. Müzik pek çok yöne açılıyor, bu yüzden genç insanlara hep kendilerine özgü yeteneklerini bulmalarını ve müzik hayatlarını onun üzerine inşa etmelerini söylüyorum. Çünkü yeni olan şeylere her zaman yer vardır.
VB: Geçtiğimiz sene UNICEF’in galasında sahneye çıkmıştınız ve geçtiğimiz günlerde de yoksullukla mücadele için konserler düzenlendi. Siz de müzisyenlerin bu tür sosyal aktivitelerde yer alması gerektiğini düşünüyor musunuz?
DR: Bence müzik büyük bir güce sahip çünkü her şeyin üzerinde yer alıyor, dillerin, renklerin, her şeyin üzerinde. Bu işe soyunan insanlar kalpleriyle ve içtenlikle yapıyorlar ve böyle de yapmalılar. Biz böyle eşsiz bir olanağa sahibiz, İngilizce şarkılar söylüyoruz, bu İspanya’da da olabilir, mesela bir önceki konserde Slovenya’daydık ve insanlar ne dediğimizi anlayabiliyorlardı. Bence sanatı dünyadaki ilişkileri düzeltmek için kullanmak çok önemli.
(5 Ağustos 2005 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)