Vallahi solumdan kalkmadım. Uyandığımda, her sabah olduğum gibi neşe içindeydim. Hatta, incecik bıyık darbeleri aldığım için kıkır kıkır gülüyordum. Duş yaparken kendi sesimden şarkılara eşlik edip kalçalar kıvırdım. Titretmeyi denedim. Kolaymış be yaaa... Karnını ve bacaklarını kasar gibi yapıyorsun ve de titre. İşte bu.
Gel gençliğim gel, çıkıp titretelim Q Jazz’da. Eski sesimizden üç parçayı da ekoya vurdurursak ve vvveeeee veveeeeveeee huzurlarınızdaaaa dadadadaaaa FOOOK FOOOKKK FOFOFOFOOKKKKK. (FOK eşittir beni tamamlayan göbek adım Fatma ile birlikte Oya Kayacan. Hep bu isim altında şöhret olmak istemişimdir. Şimdilerde de kalçam ve göbeğimle birlikte sanat dünyasına kendimi bahşettiğim adım, mütenasip bir yaşam sürerdik. Allah nasip etmedi.) Biz yine günün içine, nasibimize dönelim.
Hepsini doyurdum. Sokaktakilerin çapak kontrolüne kadar yapıldı, bir bir kafaları kaşındı, gıdıgıdılandılar. Evdekiler tarandı, top kovalamaca ve yüksek atlatmaca oynaşıldı, kahvaltı masasına çıkılıp şımartılma mönüsünden seçilen dil peyniri ve pate yendi. Derken, eh saat oldukça oldu. Maişet motorunu çalıştırıp paraya tahvil etmenin gerekliliğine binaen tam kapıdan çıkıyorum ki, (yoksa siz beni sırt üstü yatarak paralanan yazarlardan mı zannettiniz?) ding dong. Açtım.
Karşımda setresi pantolu temiz, sakalı tımarlı bir genç.“Günaydın efendim. Büyükşehir Belediye Başkanı’mızın selamlarını getirdim. Nasılız bakalım, afiyette miyiz inşallah diye soruyorlar.”
Yani sabah sabah trakunya çarpsa ancak bu kadar olurum, gözlerim yerinden fırladı ki yuvalarına oturtması hayli zaman aldı.
“Ben iyiyim, Müfit Bey’i sormalı, o nasıllar inşallah!”
Üsküdar, Salacak; bir zamanlar...“Hürmetler ediyorlar efendim, soruyorlar ki: suyumuz akıyor mu? Akarken bizi memnun ediyor mu? Çöplerimiz ne durumdalar? Memnun muyuz geçen çöpçülerimizden? Evde kaç kişi varız Allah geçinden versin? Bizlerden yok inşallah bir şikayetimiz! Diktiklerimizi beğeniyor muyuz, kokluyor muyuz? Az gölge etsinler ve de halkımızın şikayetlerine mucip olan kargaları barındırmasınlar diye ağaçları da kestik, geh geh geh nasıl hizmet ama? Pek yakında kavakların yerinde de yeller esecek. Malumunuz veçhile çok tozuttular artık, değil mi efendim? Doğalgazımız nasıl ısıtıyor ama, elinizi vicdanınıza koyun. Fokurduyor maaşallah, iyi ısıtıyoruz canım, yukarıda Allah var, değil mi? Çok şey değişti değil mi biz geldik geleli?”
Sabrın sonu selamettir. Dinliyorum dinliyorum, baktım ki oğlanın nefesi yetmez hallere girdi, fırsat bu fırsat...
Müfit Beylerce bir mahsuru yoksa
“Bir ‘Temiz Üsküdar’ sloganıdır dolaşıyor ortalıkta, çöp arabalarının arkasında bile ‘temizlik imandan gelir’ yazıyor. Gel gör ki Üsküdar bok kokuyor. Bu mu imanı tam teşekküllü Müfit Beyler’in temizlik anlayışı? Gül dikmek bok kokusuna mani mi oluyor? Yoo, Nazlı’ların hesap cüzdanları şişiyor. Suları sual ediyorlarsa eğer sular su değil mikrop yuvası. Yüzümü şişe suyuyla yıkıyorum be. Cildiyecilik oldum bu sizin Müfit Beyler’in suları yüzünden. Güzelim gözlerimin çevresine kaşıntılar araz oldu. Neredeyse pul pul dökülüyordu gözlerim ki dar yetiştim cildiyeci Yasemin’e. Çözüm olarak Müfit Beyler’in suyunu gözümüze sokmayacakmışız. Üstelik akıyorsa da rahmet bolluğundan akıyor. Ne yani, yağmur yağınca suları Müfit Beyler mi akıttı oluyorlar? Doğalgazımız iyi şükürler olsun. Sıcağını kol gibi hissettiriyor bütün kış. Çöplerimiz de bildikleri gibi. Haftada iki gün altı delik çöp kamyonlarımız geçerek topladıkları çöplerin suyunu ezip mahalleye çöp suyu olarak geri döndürüyor. Ben de zaten mahalle halkını geri dönüşüme örgütlüyorum. Kağıtları toplayıp atıyorum arabanın arkasına, Robert Kolej’in atık bidonuna taşıyorum. Şişeler için şuraya Şişe Cam kumbarasını getirttim. İyi de oldu. Müfit Beyler duymasınlar ama, Arap’ın Yeri’nde her gece hiç içilmese yüz şişe rakı içiliyor. O şişeler hiç olmazsa fakir fukaranın işine yarar oldu. Bira kutularını sarhoşlara, bira şişelerini de alkoliklere yardım olsun diye topluyoruz. Sarhoşlar kutuları paraya tahvil edip Marmara alıyor. Alkolikler ancak mahalle bakkalına kadar yetişebiliyor ve on boşa bir dolu alıyorlar. Yaa, ağaçlar iyice kuşa döndü. Kargalar sayenizde artık evlerimize bile girer oldular da, evsiz barksız kalan diğer kuş türleri nerededir belli değil. Saklayabildiğimiz kadarını arka bahçelerimizde barındırıyoruz.. Şu kavak kalabalığını da bir an önce kaldırsınlar tabii ki ayak altından.
Kavak ve polen özlemi çekenler için köşebaşlarında cep sinemaları açar, Fellini’den Amarcord’u seyrettiririz. Gerçi “kavaktan odun, halayıktan kadın olmaz” derler ama olsun, Müfit Beyler o kavakları da ölçtürüp biçtirip bize sokacak bir şekle koyar elbet. Biz ev halkı olarak kalıcı üç canız. İki kedi bir insan. Müfit Beyler’in bize reva gördüğü pisliğe bulaşırlar korkusundan her tarafı telledim, onlara evden dışarı adım attırmıyorum. Diğer canlar gelir gider veya gelir gitmez. Muhabbete göre. Gece tarifesine göre de oluyor bazı. Onikiden sonra çift ya. Zaten sabaha şurda ne kaldı dediğimiz de oluyor yani... Dört ayaklıları da sağlık problemleri olunca bizde barındırıyoruz Müfit Beyler’ce bir mahsuru yoksa. Yüklüce zehir saçtıkları dönemlerde maalesef elimizden bir şey gelmiyor. Göçüp gidiyor hayvancıklar yaşamımızdan.” Levyeyi geçirdi benim ön cama Daha konuşmam bitmemişti. Hatta her sinir bastığında çenemin kazandığı normal hıza daha çıkamamıştım bile. | "Köşebaşlarında cep sinemaları açar, Amarcord'u seyrettiriz." |
Oğlan, elinde not almaya yeltenip de bir satır bile yazamadığı kağıdı kalemi filan toparlayıp şık deri çantasına yerleştirdi. Yakasında ilişik Gönüllü etiketine rağmen gönülsüz gönülsüz gülümsedi. Elime bir zarf tutuşturarak “Aynı değerleri paylaşıyoruz efendim, ne de olsa din kardeşiyiz,” diye bir girizgah daha atar gibi oldu ki ben sabah provasını yaptığım gibi şöyle bir titrettim. Ürktü. Uçar kaçarcasına merdivenlerden aşağı koşmaya başladı. Bu titretmeyi yalnız olduğum zamanlar yapsam daha iyi olacak galiba, neyse.
Zarfın içinde, ödenekleri kesildiği için hizmette kusur edileceğini anlatan bir yazı vardı. Müfit Beyler imzalamışlar eksik olmasınlar.
Bir an düşündüm, kırıp bacağımı kerevetin üzerine, otursa mıydım bugün evimde diye. Bir şeyler ters gidecek sinyali mi vardı ne sanki havada.
Demeye varmadı ki Üsküdar Meydanı’nda, adamın biri elindeki levyeyi geçirdi benim ön cama. Un ufaldı ön cam.
Arabadan çıktım ki adamı görüp, “N’olmuş kardeş,” diye duruma vakfolayım.
Maddeden kan gölüne dönmüş iki göz iskelete yakın bir kafanın üzerinden bana dikleniyor. “Var mı lan ööle el kol hareketi.” Levye hala havada. “Var mı lan delikanlıya parmak marmak.”
Durumu anında kavradım. Sağ yanımdaki minibüsü hedef alarak, sağa döneceğime dair işaret parmağımı sallamıştım. Orta parmak şekli çiziyorum zannetmiş galiba. “Yok yaa, işaret mişaret,” demeye çalıştım ama devamı gelmedi. Son günlerin pehlivan konusu girdi fikrime. Gülmem tuttu, kahkahalarla gülmeye başladım. Kıspet içinden parmak geçirenlerle geçirtenleri hayranıkla izleyen bir ırkın afhatı değil miyiz? Eeee, yol isteyen işaret parmağına bozulmak da ne oluyor o zaman be kardeşim?
Yeter bugün burada kalsın.