New York Times
İki lider bir savaşı pazarlamak için istihbarat bilgilerini siyasileştirdi. Fakat biri kamuoyunun güvenini yitirme felaketine uğrarken, diğeri böyle bir akıbetten uzak görünüyor, en azından şimdilik.
Tony Blair'in yaşadığı sıkıntılar George Bush'un da başına gelecek mi? Veya Irak savaşının ardından, bir kez daha, aynı dili konuşan farklı ülkeler olduğumuza mı tanık olacağız?
Britanya'da hâlâ Dr. David Kelly'nin ölümüyle ilgili haberlerden geçilmiyor; kitle imha silahları uzmanı Kelly, Blair hükümeti ile BBC arasında, istihbarat bilgilerinin siyasileştirildiğine dair kirli savaşın rehini haline gelmişti. Haber bültenlerine bakılırsa, Blair hükümetindeki bazı kişiler Dr. Kelly'nin ismini, eleştirel BBC haberlerinin muhtemel kaynağı olarak sızdırdı ve bu da doktoru intihara sürükledi.
Görünen o ki hükümetin amacı, BBC'nin güvenilirliğini sarsmaktı. Yetkililer, Dr. Kelly'yi haber kaynağı olarak ifşa ettikten sonra, BBC'nin Dr. Kelly'nin söylediklerini doğru yansıtıp yansıtmadığını sorgulamaya girişti. Bir yandan da Kelly'nin, Irak'ın silahlarıyla ilgili istihbarat bilgilerinin nasıl bir araya getirildiğini bilemeyecek kadar alt düzeyde olduğunu öne sürdüler.
Ancak bu saldırı vahim şekilde geri tepti. BBC'nin kanıtları olduğu açık; bu kanıtlar arasında, Dr. Kelly'nin haberlere kaynaklık eden iddialarının kayıtlı olduğu bir teyp kaseti de var. Dahası, Dr. Kelly aslında iddialarının arkasında durabilecek bilgiye de sahipti. Soruşturma ilerledikçe işin rengi daha iyi anlaşılabilir, ancak bu noktada BBC büyük ölçüde haklı görünüyor, hükümetin ise adeta kötü adamdan farkı yok.
Kitle imha silahlarının bulunamaması ve ardından gelen Kelly olayı, Tony Blair'in konumunu ciddi şekilde sarstı.
Britanya kamuoyunun üçte ikisi, Blair'in ülkesini yanlış şekilde savaşa yönlendirdiğini düşünüyor (her ne kadar bu kesimin küçük bir kısmı bunu 'bilinçli' yaptığını söylese de). Sadece yüzde 37'si başbakanın doğru davrandığı kanısında. Blair'in iktidara geldiği 1997'den bu yana anketlerde, ilk kez sakil Muhafazakârlar önde çıkıyor.
Kamuoyu duyduğuna inanmıştı
Ve tek mesele Irak değil. Irak savaşı nedeniyle uluslararası kalkınma bakanlığından istifa eden Clare Short, Blair'in 'tam bir fırdöndü' olduğunu söylüyor ve birçok Britanyalı Short'un fikrini paylaşıyor. Haziran'da kamuoyunun sadece yüzde 36'sı Blair'i 'güvenilir' olarak tanımlarken, tersini söyleyenlerin oranı yüzde 54 idi.
Bush yönetimi de en azından savaşa gerekçe uydurmak bakımından suçluydu. Abartma ve göz boyama gibi apaçık yalanlar üzerinden bir harekât yapıldı (bu, bazı doğru gerekçeler olmadığı anlamına gelmiyor elbet). Kamuoyu ne duyduysa ona inanmıştı: Geçen ay, anket yapılanların yüzde 71'i, yönetimin, Saddam Hüseyin'in 11 Eylül saldırılarında parmağı olduğunu ima ettiğini düşünüyordu.
Ve bugün iş iç politikaya geldiğinde, Blair'in düştüğü durum ile Bush'unkinin uzaktan yakından ilgisi yok. Oysa Bush, teröre karşı savaşla, rekor bütçe açığı, çalışan aileleri hedefleyip seçkinleri kollayan vergi kesintileri, doğal yaşam alanlarının yangın önleme planı adı altında kereste tüccarlarına açılması arasındaki ilişkiyi bilmezlikten gelip, kendi politikalarını Amerika'nın daha önce hiç tanık olmadığı bir yalanlar silsilesiyle pazarladı.
Fakat Bush, anket oranları her ne kadar savaş öncesi düzeylere düşmüş olsa da, Blair gibi bir çöküşten mustarip değil. Niye?
Bu soruya verilecek cevaplardan biri kuşkusuz, 11 Eylül sonrasında soytarıca bir yaltaklanmayı âdet edinen medyanın, Bush'a 'fasulyeden' eleştiriler yöneltmesi. Blair'in ekibinin, daimi kuşkuculuğuyla bilinen BBC'ye böyle acımasız bir biçimde saldırması boşuna değil.
Bir diğer cevap, modern Amerika'da biçimin özden daha önemli sayılması olabilir. Burada Temsilciler Meclisi çoğunluk lideri Tom DeLay'in geçen hafta yaptığı bir konuşmaya kulak verelim: "Demokrat liderliğin teröre karşı savaştan nasıl bihaber olduğunu anlamak için, sadece gözlerinizi kapatın ve Ted Kennedy'nin bir savaş jetini uçak gemisinin güvertesine indirdiğini hayal etmeye çalışın."
Açık söylemek gerekirse, bu vurgu kamuoyu açısından oldukça güçlü bir horgörmeyi yansıtıyor: DeLay halkın, gerçekler ne olursa olsun, bir pilot misali şık kıyafetlere büründüğü için bir adama güveneceğine açıkça inanıyor. Fakat herhalde haklı da.
Ne var ki Bush yönetimini kaygılandırması gereken bir üçüncü olasılık daha söz konusu burada: Amerikan halkı Bush'a güvendi, çünkü 11 Eylül sonrasında başkanlarına dair en iyisine inanmaya müthiş derecede ihtiyaçları vardı.
Eğer mesele bundan ibaretse, Bush eninde sonunda acı bir hesaplaşmayla yüz yüze kalacak.