21 Aralık 2011Taraf Gazetesi
Bireysel vicdan ve kolektif vicdan
Ayhan Çarkın, bir dönemin kirli sicilini aydınlatmak için her fırsatta konuşuyor. Korkunç cinayetleri bütün ayrıntılarıyla anlatıyor. Cinayetlerin işleniş biçimi, yeri ve tarihi konusunda somut bilgiler veriyor; katillerin isimlerini belirtiyor.
Söylediklerinin ciddiye alınmasını engellemek için, kendisine “meczup” muamelesi yapıldı; menfaat karşılığı yalan söylediği iddiaları atıldı ortaya. Ama o, konuşmaya devam etti; daha fazla ayrıntı verdi.
Çarkın’ın anlattığı cinayetler ve bu cinayetleri mümkün kılan bağlantılar, aslında kimsenin meçhulü değil. Kendisinden önce de konuşanlar, ayrıntılı itiraflarda bulunanlar oldu, Abdulkadir Aygan gibi. TBMM araştırma komisyonu tutanakları, Kutlu savaş raporu gibi belgelerde de yığınla bilgi var bu konuda. Daha da önemlisi, toplumsal hafızanın bastırılmış kısmı, zaten o kirli savaş yöntemlerinin nasıl işlediğini ve kimlerin bundan sorumlu olduğunu depolamıştı. Yani “herkes her şeyi biliyor” dersek, abartmış olmayız.
Lakin o dönemden ve sorumlularından hesap sormak için bütün bunlar yeterli olmadı. Mağdurların ve yakınlarının anlatımları ve feryatları, tek başına dokunulmazlık zırhını delecek bir etkiye ulaşamayabiliyor. Bazen kirli savaş ekibinin ve cinayet ağının içinden tek bir kişinin itirafları, bütün o belge, bilgi ve feryattan çok daha fazla etki yaratabiliyor; suç tuğlalarından örülmüş duvarın sarsılmasını, hatta yıkılmasını sağlayabiliyor.
Arjantin’de öyle oldu meselâ. 1976 – 1983 yılları arasında hüküm süren askerî cunta, inanılması güç vahşet uygulamalarına başvurdu. “Kaybetme” diye adlandırılan insanlık suçu, bu cunta tarafından geliştirildi. Kaçırılan kişiler, gizli/illegal gözaltı merkezlerindeki işkence seanslarının ardından uyuşturularak kargo uçaklarına bindiriliyor ve canlı canlı okyanusa atılıyordu.
Bu şekilde kaybedilen/katledilen kişilerin sayısı bugün hâlâ tam olarak bilinmiyor. Cunta çöktükten sonra, kayıpları araştırmak için bir hakikat komisyonu kuruldu. Komisyonun raporunda, tanık ifadeleriyle yeterince kanıtlanmış sayılan olaylarda 8.960 kişinin zorla kaybedildiği belirtildi, ancak araştırmaların devamı halinde bu sayının çok daha yüksek olacağı da vurgulandı. Genel kabul, kayıpların toplam sayısının 30.000 civarında olduğudur.
Ancak komisyon, “Arjantin tipi ölüm” olarak nitelenen kaybetme uygulamasının nasıl işlediğine dair somut verilere ulaşamadı. Başta Mayo Meydanı Anneleri ve Anneanneleri olma üzere, birçok hareket, örgüt, girişim bu zulmü aydınlatmak için bıkmadan usanmadan mücadeleyi sürdürdü. Lakin Arjantin’in “kirli savaş” sicilinin üzerindeki kopkoyu perde, asıl içeriden birinin itiraflarıyla kalkabildi.
Cunta döneminde deniz subayı olarak görev yapan ve “ölüm uçuşları” denen o vahşet mekanizmasının içinde yer alan Adolfo Francisco Scilingo, yıllar süren vicdan muhasebesinin sonunda konuşmaya karar verir. 1995 Mart’ında Arjantinli gazeteci Horacio Verbitsky ile yaptığı röportajda her şeyi anlatır.
Ondan önce başka yolları da denemişti Scilingo. Meselâ cuntanın kötü namlı lideri Videla’ya 1991’da bir mektup yazmış ve “sinizme son verelim, hakikati anlatalım” diye çağrıda bulunmuştu. Sonra görevdeki deniz kuvvetleri komutanına ve en son devlet başkanı Carlos Menem’e aynı içerikte mektuplar göndermiş; ama hiçbirinden karşılık almamıştı.
Scilingo’nun itirafları, kamuoyunda epeyce yankı bulur. Bu durum, hem eski hem de mevcut muktedirleri tedirgin eder. Söylediklerini değersizleştirmek ve daha fazla konuşmasını engellemek için düğmeye basılır. İtiraflardan kısa süre sonra çek sahtekârlığı iddiasıyla tutuklanır; ama delillerin uydurma olduğu anlaşılınca birkaç ay sonra serbest bırakılır; lakin rahat bırakılmaz. Bir gün, kendilerini polis diye tanıtan dört kişi tarafından güpegündüz kaçırılır ve susmadığı takdirde öldürülmekle tehdit edilir.
Çareyi İspanya’ya kaçmakta bulur (1997). Orada yargılanmak için başvuruda bulunur. 2001’de tutuklanır. Yargılama 2005’te sonuçlanır; Scilingo suçlu bulunur ve yüzlerce yıl hapis cezasına çarptırılır.
Yıllarca susturamadığı vicdanının, bu cezayla sakinleştiğini söyler Scilingo ve ekler: “Benim hapishanem kafamın içindedir.”
Bu trajik hayat hikâyesi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, Verbitsky’nin, Scilingo’la yaptığı söyleşilerden hareketle kaleme aldığı The Flight. Confessions of an Argentinian Dirty Warrior adlı kitabına bakabilirler.
Scilingo’nun itirafları cunta dönemiyle hesaplaşmada bir dönüm noktası oldu. Böyle olmasını sağlayan en önemli faktör ise, kamuoyundan gelen yoğun basınçtır. Meselâ dönemin genelkurmay başkanı, cunta döneminde devlet terörü uygulandığını ve ordunun bundan sorumlu olduğunu kabul eden bir konuşma yapmak zorunda kaldı. “Tarihî” sıfatını hak edene bu konuşmada, ordu mensuplarına hitaben, ahlâka ya da hukuka aykırı emirleri reddetmekle yükümlü olduklarını söyledi.
Scilingo’nun itirafları, yargı organlarını da cunta dönemi suçları konusunda daha sorumlu davranmaya yöneltti. Bugüne kadar yüzlerce sorumlunun yargılanıp ağır cezalara çarptırılması büyük ölçüde bu sayede mümkün oldu.
Scilingo olayını, bir bireysel vicdan muhasebesinin kolektif vicdanı uyandırması sonucunda bir toplumun kirlerinden arınma çabasının çarpıcı hikâyesi diye özetleyebiliriz.
Bizim de bir Scilingo’muz var artık: Ayhan Çarkın! Şimdi imtihan sırası kolektif vicdanda ve sorumluluk mevkiindeki şahıslarda; bilhassa hükümette ve yargıda…