Ömer Madra: Validebağ Gönüllüleri adına Arif Belgin’le sohbet edeceğiz, hoşgeldiniz.
Arif Belgin: Hoşbulduk.
ÖM: Nedir bu Validebağ Gönüllüleri, biz çeşitli programlarımızda, eylemlerinizden, girişimlerinizin bir kısmından bahsettik, ama sizin ağzınızdan duymak isteriz.
AB: Öncelikle Açık Radyo’ya ve sizlere beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu konuda özel ilgi göstermenizden mutluluk duydum. Validebağ Gönüllüleri’ne geçmeden önce Validebağı Korusu nedir, onu açıklamak isterim. Validebağ Korusu, Koşuyolu, Acıbadem, Altunizade ve Barbaros mahalleleri arasında yer alan, ama mülki olarak Altunizade ilçesi içinde yer alan bir koru. İçinde Validebağ Öğretmenevi, Validebağ Öğretmenler Hastanesi, -ki geçen seneden beri Validebağı Öğretmenler Devlet Hastanesi şekline dönüştürüldü adı-, yer almakta. Ayrıca Abdülaziz Av Köşkü vardır, bunun adı da İzci Müzesi’ne dönüştürüldü geçtiğimiz yıllarda. Aslında biz bunu kabul etmiyoruz, çünkü yasa dışı olarak yapıldı bu.
ÖM: İzci Müzesi mi?
AB: İzci Müzesi’ne dönüştürüldü, içindeki bazı mozaikler tahrip edilerek yapıldı bu. Ayrıca, Abdülaziz Av Köşkü’nün müştemilatı olarak yer alan bazı ahırlar vardı, bunlar yıkıldı, yerine ‘İzci Evi’ adı altında yine yasa dışı bir bina yapıldı. şu anda o da yasa dışı bir bina olarak varlığını sürdürüyor. Ayrıca, izcilik yapmak için uygun bir yer değil burası, şehrin ortasında izcilik yapılmaz. İzciliğin yapılacağı yer, dağlar, yaylalar, belki deniz kenarıdır, ama şehrin ortasındaki bir yeşillik alan değildir, olmamalıdır. Biz buna da karşı çıktık. Burada tabii sadece izcilik yapılmıyor, senede bir kaç defa 3-5 yüz ya da 3-5 bin tane izci çocuk getiriliyor, etraf çöp içinde kalıyor, o kadar; esas olarak, burada bir restoran, kafeterya benzeri bir yer açıldı, bir büfe, onun tuvaleti, vs. epey büyüdü, kocaman bir yer haline geldi ve buradan para kazanılıyor.
ÖM: Bir rant kaynağı halini aldı.
AB: Evet. Kısacası bir rant kaynağı.
AH: Her zamanki gibi bir birim açıldı, bu birim yavaş yavaş genişleyip ihtiyaçlara göre insani bir almaya başladı.
AB: Evet. Bayrak direkleri dikildi, “izcilik olimpiyatı yapacağız” diye, bir kere yapıldı bir daha yapılacağını da sanmıyorum, ama bu bayrak direkleri duruyor. Aydınlatma direği dikildi, kocaman, “geceleri karanlık oluyor” diye. En son yapılan şeyle, tabir-i caizse buna “tüy dikildi”; bir şekilde, protokolle, Üsküdar Belediyesi’ne devredildi Koru’nun bakım, temizlik ve güvenlik işleri. Öncelikle buraya girmek istemezdim, önce Validebağ Korusu nedir bunu anlattıktan sonra, bunlar peşi sıra gelen şeyler. Validebağ Korusu, insanların sabahları yoğun olarak koşu, spor, gezinti amacıyla kullandıkları bir mekân. Gerçekten güzel bir yerdir, insanların nefes alabileceği, rahatlayabileceği, günün stresinden kurtulabilecekleri bir yer. Ama burada zamanla çeşitli işler yapıldı, bunlara biraz daha ayrıntılarıyla değiniriz zannediyorum. Bu arazi Hazine’ye ait, fakat kullanım hakkı Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiş durumda. 1927 yılından beri böyle. O nedenle içinde Öğretmenler Evi, Öğretmenler Hastanesi ve öğretmenlere ait bazı tesisler bulunmakta.
AH: Benim bildiğim kadarıyla Validebağ şu anda sit alanı aslında, devredilmiş olmasının yanında tamamen koruma altında ve olduğu gibi kalması gereken bir alan. Peki bu karara rağmen, bu sürecin nasıl işlediğini biraz anlatabilir misiniz?
AB: Validebağ Gönüllüleri ile çok yakından ilişkili bu geçmiş. 1995 yılında başlayan bir girişim Validebağ Gönüllüleri. Önceleri Altunizade Muhtarı Cafer Koç’un öncülüğünde başlayan, mahalle sakinleriyle, mahalle sorunlarını nasıl çözebiliriz toplantıları periyodik olarak tekrarlana tekrarlana büyüyor ve zamanla Acıbadem, Barbaros Mahallesi ve Koşuyolu’ndan da katılımlarla, Validebağ İnisiyatifi adı altında bugünlere kadar geliyor. 1998 yılında, Koru’dan 50 dönümlük bir bölümün, hastane yapılmak üzere, Marmara Üniversitesi’ne devredileceğini duymamızla beraber, Validebağ Gönüllüleri hareketi doğmuş oldu. Yani tüm bu 4 mahalleden insanların bir araya gelmesiyle birdenbire bu hareket büyüdü ve genişledi. Yüzlerce kişilik toplantılar yapılmaya başlandı.
AH: Örgütlenmenin başladığı nokta Marmara Üniversitesi’nin oraya bir hastane yaptırma isteği miydi?
AB: Evet, insanlar çok büyük tepki gösterdiler buna. Her hafta, hatta haftada bir kaç defa yüzlerce kişilik toplantılar yapıldı.
ÖM: 95’ten beri?
AB: 95’ten beri süregelen hareket 98’de zirveye ulaştı ve 98’de bunu önlemenin, yani hastane yapılması vb. diğer girişimleri önlemenin en kestirme yolunun bu alanı sit alanı ilan ettirmek olduğunu düşünerek 3 numaralı koruma kuruluna binlerce imza ile başvurduk. 6500 tane imza toplandı 4 mahalleden ve koruma kuruluna baş vurduk. Koruma kurulu 1999 yılında burayı birinci derecede sit alanı ilan etti. Ama tabii sit alanı etmekle sorunlar bitmiyor. Rant elde etmek isteyen insanların elleri sürekli burada, hâlâ devam ediyor. Bu nasıl oluyor? Alıştıra alıştıra oluyor, yani ülkemizde pek çok şeyde olduğu gibi burada da bir takım şeyler alıştıra alıştıra yapılmaya çalışılıyor. Örneğin bu bayrak direğinin dikilmesi. Bayrak direklerinin ve aydınlatma direğinin dikilmesi tamamen bu şekilde olmuştur. Önce birini yapıyorlar, sonra bir diğerini, sonra bir diğerini.
ÖM: Tabii şu da olabiliyor, bayrak direği de kolay kolay itiraz edilemeyecek bir şey gibi görünüyor.
AB: Fazla bir önemi yok diye düşünüyor insanlar.
AH: Bir yandan da bayrak direği, saygınlığı olan bir şey.
AB: 10-12 tane civarındaydı, tam sayısını şu anda hatırlamıyorum, “çeşitli ülkelere ait bayraklar dikilecek, 1 ya da 5 bayrak direğinden ne olur?” deniyor. Ortalama insanımız aslında bu şekilde düşünmekte ve bazı yetkililer de buna güvenmekte. Nasıl olsa buna fazla itiraz etmezler. “Aydınlatma direği canım ne güzel, bakın aydınlanıyoruz, güvenliğe katkıda bulunuyoruz” gibi şeyler. Hastane de aynı şekilde, Marmara Üniversitesi burada bir hastane yaparsa kötü bir şey mi? Hayır, değil, kim buna karşı çıkabilir? Ama 10 kilometrelik bir alan içinde 14 tane hastane varmış, hiç önemli değil. Hastaneye ihtiyaç yokmuş, hiç önemli değil. Okul yaparız, hükümet konağı yaparız. Hep hayırlı amaçlar, hep ulvi amaçlar ama sonuçta yeşil gidiyor, geri dönmemek üzere gidiyor. Bunu maalesef göz ardı ediyoruz.
AH: O bölgede de kalmış az yeşil alandan biriydi benim görebildiğim kadarıyla. Yani genellikle yapılaşmasını tamamlamış, şehirleşmiş bir yer orası. Peki, şimdi sit alanı ilan edildi ve ardından yine de bir hukuki süreç işliyor olmalı, yani birileri birilerine yazıyor ve bunu yapmak için onay alıyor olmalı. Bu süreç nasıl işleyebildi?
AB: Koruma Kurulu’ndan onay alınmadan herhangi bir işlem yapılmaması gerekiyor. Hatta ben yanımda 1999 tarihli koruma kurulu kararını getirdim, orada aynen şöyle der: “bundan böyle sit alanı içinde kalan arazi ve binaların kullanımı, bu binalarda yapılacak her türlü tamir ve değişiklik gibi uygulamalar için mutlaka Koruma Kurulu’nun görüşü ve kararı gerektiği konusunda ilgili makamlara ivedilikle bilgi verilmesine karar verildi.”
AH: “Bir çivi bile çakılamaz” durumu var aslında.
AB: Evet, aynen öyle. Bir çivi bile çakılamaz çünkü burası birinci derece sit alanı, yani ikinci derece olanlarda, -mevzuatın ayrıntılarına şu anda fazla hakim değilim ama- biraz daha gevşeklik, biraz daha esneklik olmasına rağmen, birinci derecede çok katı, yani mutlaka yapılacak her işlem için önceden onay alınması gerekir iken nedense burada sahip olan devlet ya da kullanmakta olan devlet yetkilileri olduğu için göz ardı ediyorlar. İtirazlarımızda, “biz Koruma Kurulu’na başvurduk” diyorlar, “peki gösterin Koruma Kurulu onayını” deyince, o yok!
AH: Peki mahkeme sormuyor mu aynı belgeyi?
AB: Mahkemeye başvurma durumu ancak bu protokolden sonra oldu, 2006 yılı Haziran ayında İstanbul Milli Eğitim Müdürü Ömer Balı’nın imzasıyla bir protokol imzalandı, Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır’ın da imzaladığı, İstanbul Valisi Muammer Güler’ın de onay verdiği bir protokol. Bu protokol ile, Koru’nun bakım, temizlik ve güvenlik işleri Üsküdar Belediyesi’ne devredildi. Her zaman olduğu gibi, “Koruma Kurulu’ndan onay aldınız mı?” diye sorduğumuzda “evet, aldık” cevabı geldi, fakat bundan 4 ay sonra, yani Ekim ayında yazılmış olan, Koruma Kurulu’ndan “Koru’nun bir protokol ile Üsküdar Belediyesi’ne devredildiği duyumları alınmıştır, bu konuda bizim ivedilikle bizim bilgilendirilmemiz gerekmektedir” şeklinde bir yazı var elimizde. Fakat buna rağmen hiçbir şey değişmiyor çünkü ‘biz yaptık oldu’ mantığıyla bunlar yapılıyor.
ÖM: Validebağ Gönüllüleri bir dernek mi? Hukuki statüsü nedir?
AB: 2001 yılında bir dernek oluşturma kararı aldık, derneğimizi kurduk, hatta ilk adımız da Validebağ Havzası Kent Kültürü ve Dayanışma Derneği idi, sonra bunun çok uzun olduğu, akılda kalmayacağını düşünerek Validebağı Gönüllüleri Derneği’ne dönüştürdük. Sonra bu protokol aleyhine, İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nde 2006/4 dosya numarası ile 31 Temmuz’da davamızı açtık.
ÖM: Bunu Hazine aleyhine mi açıyorsunuz?
AB: Hayır, bu protokolün iptal edilmesini istiyoruz, belli bir kurumu hedef alarak değil, sadece bu protokolün iptal edilmesini istiyoruz. Esas talebimiz de buydu, aynı zamanda yürütmenin durdurulması talebimiz vardı. Bu reddedildi, şu anda büyük ihtimalle davanın da reddedilmesini bekliyoruz, çünkü yürütmenin durdurulmasının reddedilmesi bana göre bir gösterge. Büyük ihtimalle reddedilecek fakat önemli değil, biz tabii ki gereken diğer yasal girişimleri yapacağız.
AH: Aslında Validebağ Gönülleleri’nin örgütlenmesiyle de ilgili biraz konuşmak lazım, çünkü Türkiye’de oluşumlar açısından ciddi anlamda bir tarihi olan ve başarılı bir şekilde, dağılmadan devam edebilen beceren, doğrudan tabandan, mahalle örgütlenmesi olan az sayıdaki örneklerden biri benim bildiğim kadarıyla. Bu iş nasıl oldu? Şu anda ne durumda?
AB: Biraz önce kısaca bahsetmiştim, Altunizade Muhtarı Cafer Koç’un, -ki kendisi çok çok başarılı bir mahalle muhtarıdır- mahalle sorunlarını çözmek için başlattığı toplantılar sayesinde başladı.
ÖM: Bu 1995’te mi başladı?
AB: Evet.
ÖM: Açık Radyo ile de aynı tarihlerde, biz de 95’te başlamıştık.
AB: Hoş bir tesadüf. Sonra 98’de, az önce sözünü ettiğim Marmara Üniveristesi’ne hastane yapılması izninin verilmesiyle birlikte tepkilerin de çoğalması gündeme geldi ve böylece Validebağ Gönüllüleri doğdu. Bir zaman sonra bu protokol aleyhine açtığımız davada olduğu gibi, ya da diğer bazı girişimlerimizde olduğu gibi, resmi makamlara başvuru gerekiyor. Burada da tüzel kişilik aranmakta. Tüzel kişilik olmayınca sorunlar yaşanıyordu, onun için biz de dernekleşelim dedik ki bu da uzun tartışmalar sonucu oldu. Bir takım klasik dernekçilik alışkanlıkları vardır Türkiye’de onlara kapılmayalım kaygısı vardı haklı olarak, ama bir taraftan da bu resmi makamlarla ilişkileri yürütmek gerekiyor, bir taraftan para toplamak gerekiyor. Biz aynı zamanda 1995’ten beri her sene bir şenlik yapıyoruz, mahalle şenliği. Müzik gösterileri, sinema gösterileri yapılıyor; bunlar için yine hep cebimizden para veriyoruz, ama etraftan da para toplamaya çalışıyorduk. Bu da tabii ancak gönüllülük esasıyla oluyor, bu durumda para toplamak yasal değildir, izin almanız lazım, bunun belli bir hukuki prosedürü var. Onun için dernek olmanız lazım ya da vakıf olmanız lazım, vs. Onun için biz dernek olmayı tercih ettik, para toplama açısından da sorunlar yaşamamak için.
AH: Bir de tabii mücadelenin mahalle üzerinde ne gibi etkileri olduğunu merak ediyorum. Çünkü orada bir sosyolojik durum oluşmuş olmalı, bunun insanlar üzerinde, ilişkiler üzerinde ne gibi etkileri oldu?
AB: Her harekette olduğu gibi bizde de tabii ki inişler çıkışlar oldu, aramızdan ayrılanlar oldu, yeni katılanlar oldu. Şu andaki hareketin içinde yer alanlarla ilk başlayanlar arasında belki 4-5 kişi ortak olabilir, diğerleri tamamen değişmiş durumda.
ÖM: Bu da iyi bir şey aslında.
AB: Evet, aslında bir canlılık göstergesi bu, hep aynı kişiler devam ediyor olsaydı belki de fazla durgun olurdu hareket. Gençler katıldı, orta yaşlılar ağırlıktadır gene de. Aslında biz daha da fazla genç olmasını istiyoruz ama gençlerin başka kaygıları var. Ben 40 yaşın üzerindeyim çoğunluk da 40 yaşın üzerinde hareketimizde.
ÖM: Biz onları genç sayıyoruz.
AB: Belki dünyadaki genel yaşam ortalamasına bakarsak, evet genç sayılabiliriz! Hareket yüzlerce kişiye ulaşıyor, gerçekten bizim yüzlerce kişilik bir tabanımız var. Bu protokol aleyhine yaptığımız bazı eylemler oldu 2006 yılında Haziran ayında, 3000 kişiden fazla insanı Validebağ Korusu’na topladık. Basın geldi, pankartlar açıldı, sloganlar atıldı, son derece canlı hareketli bir eylem oldu. Binlerce insan toplanabiliyor, binlerce insan imza verebiliyor ama tabii binlerce insan yine birçok harekette olduğu gibi aktivist olamıyor, tam anlamıyla her işe katılamıyor ama yüzlerce insanı katabiliyoruz yine de.
ÖM: Bu açıdan çok başarılı sayılır, nicel olarak da nitelik olarak da başarılı olduğunuz rahatlıkla söylenebilir.Çağımızda aslında herkesin bir şekilde aktivist olduğu görülüyor, başka türlü sorunlar çözülemiyor.
AB: Umarım resmi yetkililer de bunu düşünürler ve takdir ederler, çünkü en son olarak benim aleyhimde açılan bir hakaret davası var. Bu protokole güvenerek Koru’da ağaç kesimi yapıldı ‘temizlik’ adı altında. Biz bunu fotoğraflarla tespit ettik, polis çağırıp tutanak tutturduk, Koruma Kurulu’na da ihbarda bulunduk. Bu sırada tabii bazı bağrışmalar, vs. oldu ama hakaret kesinlikle yok, en azından bizim tarafımızdan yok. Onlar tarafından çok kesin bir şey söylemeyeyim burada. Akşam ben bunu bizim 150 kişilik mail grubumuza var orada aktarırken, yetkililerden birinin de bir militan gibi bağırdığını ifade ettim.
AH: “Militan” kelimesi mi?
AB: “Militan” kelimesi evet, çok iyi tahmin ettiniz, takıldılar ve bunun hakaret olduğu iddiasıyla hakkımda dava açıldı. Üsküdar’da şu anda bu dava sürmekte ve orada da ilgili kişi yine geldi ve diyor ki “sizin burada hiçbir hakkınız yok” ben de ona ısrarla şunu söylemeye çalışıyorum, anlatmaya çalışıyorum ki “bizim burada mahalle sakini olarak hakkımız var, olayın dernekle, inisiyatifle ilgisi yok, ben çevrede oturan biri olarak orada hak sahibiyim. Herkes hak sahibi, siz de hak sahibisiniz, ben de hak sahibiyim, benim çocuğum da hak sahibi, komşum da, sizin komşunuz da, herkes, bütün İstanbul, bütün Türkiye.” Yani bunu anlamak istemiyorlar, “tahsisli olduğu için biz burayı kullanırız, siz hiçbir şey yapamazsınız” diyorlar.
AH: Ama zor yerden anlatmışsınız.
AB: Maalesef bunu anlamak istemiyorlar, çok zor.
ÖM: Demokrasi 101 derslerini ne zaman başlatıyorsunuz?
AB: Demokrasi dersi biraz galiba yaşanarak olan bir şey, çünkü kâğıt üzerinde, sınıf ortamında bunları anlatsanız da insanlar, “anlıyoruz” deyip kafa sallasalar da pratikte yaşanarak bazı şeylerin öğrenilmesi lazım.
ÖM: İzci kurslarında belki!
AB: Bizim çok sevdiğimiz bir Mustafa abimiz var, Avukat Mustafa Akman, kendisi evvelki sene yapılan bir izci toplantısında izcilere ve onların başındaki liderlere ufak bir söylev verdi.
ÖM: Çok önemli aslında.
AB: Bizim bu koruyu neden korumak istediğimizi, kendilerinin de aslında koruması gerektiğini, buradaki ağaçlara, otlara hiçbir şeye zarar vermemeleri gerektiğini, aslında aynı amaca hizmet ettiğimizi, karşı karşıya insanlar rakip ya da düşman olmadığımızı anlatmaya çalıştı. Evet, izcilerle ya da onların başındakilerle bizim bir sorunumuz yok, ama onları oraya getiren anlayışla sorunumuz var. Yani orası izcilik yapılması gereken bir yer değil çünkü.
ÖM: Peki umutlu musunuz?
AB: Tabii ki umutluyuz, umutlu olmasak şu anda burada da olmazdım veya bu hareketi de sürdürmezdik. Tabii ki umutluyuz, ancak tabii zorluklar var, zorluklar daha çok devletin koyduğu kurallara devletin uymamasından kaynaklanıyor. Yani devletin bazı yetkilileri, -devlet demeyeyim tabii, çok genel, çok soyut bir kavram- “ben devletim, ne istersem yaparım” anlayışında. Biz de diyoruz ki “hayır yapamazsınız, bizzat yine devletin koyduğu kurallar var, yasalar var, yönetmelikler var, onlara uymak zorundasınız. Veya devletin bir başka biriminin getirdiği bir takım kısıtlamalar var, bunlara uymak zorundasınız.” Bunlar da sırf devlet öyle dediği için değil, bunlar yeşili korumak adına, gelecek nesillere soluk alacak bir yer bırakmak adına gerekli olduğu için uyulması gereken kurallar. Yani olay sadece kural olduğu için o kurala uyulması gerekiyor noktasında bırakılmamalı, yeşil, yeşillik, ağaçlar bize lazım. Küresel ısınmanın ne kadar ciddi bir felaket olduğunu hepimiz biliyoruz artık. Buna rağmen hâlâ oradaki bir avuç yeri, o yeşilliği korumaya çalışmamız gerekiyor.
ÖM: Ve o devlet memurlarının da bizlerin parasıyla işi yapmakta olduğu, bizden aldıkları vergilerle yapmakta olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Kadir-i mutlak bir devlet anlayışıyla bir şey yapamayız herhalde. Esas itibariyle bu tür girişimler, tabandan gelen halk hareketleri uzun vadede yoruluyorlar, çünkü devlet hiç değişmiyor, o yorulmak bilmeyen bir kuruluş.
AH: Hatta bir yandan da davalar peşi sıra gelebiliyor.
AB: Yıldırmak amacıyla yapılıyor tabii.
ÖM: Sizin için açılan hakaret davalarında olduğu gibi... Sizin bu 12 yıllık geçmişten anlattığınız gibi, gelecek kuşaklara devredilecek sağlam bir gezegen bırakma çabanız da devam ediyor. Başarı dilemekten başka bir şey söyleyemiyoruz. Gelişmelerden bizi de haberdar ederseniz daima radyoda duyurmaktan mutluluk duyarız.
AB: Son olarak şunu söylemek istiyorum, bu 12 yıldır sürüyor ama “belli bir tarihe kadar şu başarıyı elde ettik artık biz sahneden çekilelim” diye bir anlayış yok. Bizim sürekli bir gözümüz orada, bir ayağımız orada ve bu bana göre ve bazı arkadaşlarıma göre ömür boyu sürecek bir şey. Ben bastonla da olsa bu hareketi devam ettirmeyi düşünüyorum, çocuğum da devam ettirecek, arkadaşlarımın çocukları da devam ettirecek.
AH: Gerçekten ‘mahalleli’ olma geleneğinin yaratıldığı bir durum.
AB: Eski klasik İstanbul’daki mahalle geleneği, bir yerde böyle biraz bizim çabalarımızla da olsa sürdürülmeye çalışılıyor, bu ömür boyu sürecek.
ÖM: Demokrasi de böyle bir şey zaten, demokrasi geleneği de böyle bir şey, agora değil mi?
AB: Aynen.
(17 Mayıs 2007 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)