"Tutmayın beni" Benim futbola olan aşkımı artık fark etmişsinizdir sanırım. Dün akşam da bir araştırmacı gazeteci yazar olarak Galatasaray-Beşiktaş maçının özetini seyrettim. Sonra ülkem için olmayan umutlarımın nasıl eksiye dönmemesini, hiç değilse sadece sıfır noktasında kalmasını sağlayabilirim diye düşünmeye başladım. Maçın bir anında Sn. Hasan Şaş düşürüldü veya düştü. Hakeme göre düştü, Sn. Şaş’a (sağda) göre düşürüldü. Hakem düşme olarak yorumladığı için penaltı vermedi. Bana göre bunlar çok olağan şeyler. Ancak ondan sonra Sn. Şaş adeta bir 100 mt sprinteri gibi hakeme koşmaya başladı. Zor durduruldu. Nedir bu sinir, nedir bu bireysel cezalandırma tutkusu?Eğer her yapılan hatanın cezasını biz vereceksek o zaman hukuk,
yargı, mahkeme gibi kurumların ve bu kurumların işleyişini belirleyen kurallar bütünlüğünün ne anlamı var? Eğer Sn. Şaş durdurulmasaydı ne yapacaktı hakeme? Eğer yapacaklarında, yapmayı düşündüklerinde haklı ise o zaman aynı eylemi (bireysel suça hükmetme ve cezalandırma) eylemini herkesin her konuda yapmaya hakkı yok mu? O zaman bir futbolcu kale çizgisinin üstünde topu dağlara taşlara vurup gol atamadığında milyonlarca TL ödeyerek stada giren seyircilerin de (hiç değilse tek bir tanesinin) o golü atamayan futbolcunun o şekilde peşine düşüp hakem için düşünülen eylemin aynısını yapmaya hakkı yok mu? Eğer futbolcu ve seyircilerin böyle bir hakları varsa, benim de hatasız verdiğim bir hizmet karşılığında paramı ödemeyen müşterime saldırma hakkım mı var? Eğer benim müşterime saldırma hakkım varsa o zamanda müşterimin hatalı program için bana saldırma hakkı mı var? Bunun sınırı ne? Kim ne zaman, hangi eylemler için karşısındakine saldırabilir?
Yaptırımlar transfer boykotuna kadar gitmeli
Böyle bir hak hiç kimse ve hiç bir eylem için yok. Suçu, suçluyu ve cezayı saptamak bir kurumlar ve kurallar bütünlüğünün içinde. Bu bütünlük, yani Türkiye’deki yargı sistemi (buna futbolun kendi içindeki yargı da dahil) sorunlu çalışıyor olabilir, yavaş çalışıyor olabilir, her şey olabilir, ama bu bize bireysel yargılama ve infaz hakkı vermez. Bence bu tür olaylarda kulüp yönetimleri, futbolcu sarı veya kırmızı kart görüp bir ceza almasa dahi sadece teşebbüs etmiş olması nedeniyle çok ağır yaptırımlar uygulamalılar. Bu yaptırımlar kaba davranışlarda bulunan futbolcuları transfer etmemeye kadar gitmeli. Futbolcunun emeğinin bir anlık hatalı kararla gasp edildiği iddiası veya edilmesi bu tür bir davranışa gerekçe olamaz.
* * *
Her bayramı olduğu gibi bu bayramı da 60’dan fazla ölü, 200’den fazla yaralı ile kapadık Doğal olarak suçlu trafik canavarıydı. Aralık ayında aniden başlayan kar ve kötü hava koşulları bir diğer suçluydu. (Aynı mantıkla temmuz ayında aniden! bastıran sıcaklar da başka olayların suçlusu olabilir.) Bolu dağındaki sis bir başka etkendi. (Bugüne kadar Bolu dağında hiç sis olmamıştı.) Bayramın kısalığı da bir başka trafikte yığılma nedeni olmuştu. Zaten bu bayramın kısa süreceği de arife günü belli olmuştu. Bu yazdıklarım bir espri yapma çabası değil biliyorsunuz. Gazetelerde ciddi ciddi haber diye verildi bunlar.
Sayın okurlar, bu gerekçeler ile bir tatilde bu başarıları elde eden bir ulus ancak kendisi ile aynı değer yargılarına sahip uluslar ile bir birliktelik oluşturabilir. Daha önce de Açık Site’de yayınlanan bir yazımda Türkiye’nin AB üyeliği hükümetler nezdinde bir sorundan öte toplumlararası bir sorundur ve AB ülkelerinin hükümetlerinin kendi toplumlarının tepkilerine kayıtsız kalamayacaklarını ve hep bir gerekçe bulacaklarını belirtmiştim. AB ülkelerine verilen sert mesajların veya AB ülkelerinin Türkiye’yi birlik üyesi yapmamaktan dolayı düşecekleri çelişkileri kanıtlamanın toplumsal düzeyde bir anlamı yoktur. Bu mesajlar kesinlikle algılanmaktadır. Aklı başında tüm politikacılar bu çelişkinin farkındadırlar. Teorik olarak AB üyesi olan bir Türkiye’nin görünür çıkarları ile örtüşeceğinin de bilincindedirler. Ama üst düzeydeki bu eğilimler topluma yansımamaktadır. Hükümetler de bu yansımayışa kayıtsız kalamazlar. AB üyesi ülkelerin vatandaşları için, bir bayramda (4 günde) ufak çaplı bir savaş kadar zayiatı trafikte veren, inanılmaz bir fakirliğin diz boyu olduğu (bu nedenle AB ülkelerine kaçışı ve/veya oradan kaynak aktarımını isteyen), yargı, sağlık, eğitim sistemlerinin bozukluğu nedeni ile kendileri ile hiçbir ortak değer yargısının olmadığı bir toplumuz.
Doğal olarak böyle bir toplumsal yapı ile entegre olmak istenilmiyor. Peki sizce bu düşünce yapısı hatalı mı? Eğer hatalı değil ise öncelikle yapmamız gerekenler sadece yasaları değiştirmek mi (buna doğal olarak itirazım yok) yoksa yasalardan öte değer yargılarımızı ve davranış biçimlerimizi sadece kendi fiziksel sağlığımız için değiştirerek bir tatili 64 ölüsüz atlatmak mı?
Maçlarımızın, ölü ve yaralı olmayan bir bayram havası içinde geçtiğini göreceğimiz günlere kadar, ben AB üyesi olabileceğimizi sanmıyorum. (Allah aşkına onların maçları çok sorunsuz mu demeyin.) Herkesin sorunu kendisine yetiyordur sanırım, ek istekte bulunmaları için pek bir neden yok.