Beni Öldürdüler, Beni Öldürdünüz

-
Aa
+
a
a
a

“Bilseydim ki bu seni son görüşüm, sana sımsıkı sarılır ve dua ederdim tanrıya ruhunu korusun diye. Bilseydim ki bu seferki, bu kapıdan son geçişin, sarılırdım sana, öperdim ve bir kez daha çağırırdım. Bilseydim ki bu, sesini son duyuşum, saklardım her kelimeni defalarca duyabileyim diye…” diye yazan Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi adlı kısa romanını hep birlikte canlandırdık. Hepimiz o romanın kahramanları olarak gurur duyuyor olmalıyız oynadığımız oyundan.

Kırmızı Pazartesi romanı sevdiği uğruna töreye karşı gelen ve aile namusunun temizlenmesi için öldürülmesi gereken kişinin yaşadığı toplumda sığınacak, tutunacak yer bulamamasını, herkesin gözü önünde herkesin susarak onayladığı bir cinayete kurban gidişini anlatır. Öyle bir cinayettir ki kimsenin kaçacak yeri yoktur. Biri ölecek diğeri öldürecektir. Günü bile bellidir. Beklenen kanlı Pazartesi maktulun ailenin büyüğü tarafından çarşı meydanında bıçaklanışını ve onun can çekişmesini izleyenlerin yine sessiz kalışını anlatır roman. Ölmeden önce köy meydanında toplanan kalabalığa döner ve son sözleri “Beni öldürdüler, beni öldürdünüz” olur.  

Koskoca roman bilinen ve beklenen cinayetin ağır ağır yaklaşması, herkes tarafından sessizce kabul edilmesi, karşı çıkılamaması ve ölenin “beni öldürdüler, beni öldürdünüz” sözleri üzerine kurulmuştur.

İşte 21. yüzyılda bu romanı sahneye koyduk ve başarıyla oynadık.

“Erken öten horozu keserler” atasözünü çağrıştırır biçimde ülkemizde bilinen siyasi söylemin dışında bir şeyler söyledi ve yazdı diye sadece düşüncelerini ifade etti diye önce medyada hedef gösterildi. Hepimiz susup bekledik.

Sonra davalar açıldı. Davalarda da hedef gösterilmeye devam edildi. Pek çok önemli akçeli dava dururken onun davası gazetelere haberlere yansıtıldı. Davanın görüşüldüğü duruşmalar hep olaylı oldu. Yine sustuk bekledik.

Horozun erken öttüğünün hepimiz farkındaydık. Su testisinin su yolunda kırılacağını da biliyorduk. Genlerimizde yazıyordu. Susup olacakları bekliyorduk. Davalar davaları izledi. Konu hiç gündemden düşürülmedi. Neden düşürülmediğini bile sorgulamadık.

Kimse adalet aramıyordu ki. Adalet aramayı çoktan bırakmıştık.

Hepsi romanın bir bölümüydü. Sırayla gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Töre söz konusu olduğunda kimsenin adalet beklentisi yoktu. Günümüzün töresi ise insan olmayı, hoşgörülü olmayı ne olursa olsun hayatı savunmayı itiyordu elinin tersiyle. O töre ki kendini var eden insanları bile günü geldiğinde yok edebilecek kadar insana uzak, hayata uzak durabiliyor yine de varlığını sürdürebiliyordu.

Bu da bir töre cinayetiydi. Hafifletici neden bulmak kolaydı. Ağır tahrik vardı. Açılan davada düşünceleri yüzünden hüküm giyerek suçlu bulunmuştu. Cezası ertelenmişti, hapse filan girmemişti ama ne gam. Zaten kimse adaletten bir şey beklemiyordu. Önemli olan “yüce adaletin” suçlu bulmuş olmasıydı. Bu hepimize yeterdi. Yetmeliydi.

Sustuk ve bekledik. Olacağı biliyorduk. O da biliyordu, bizler de. Hatta katiller bile biliyordu. Yapacak bir şey olmalıydı ama elimiz kolumuz bağlıydı. Bizler, onun düşündüklerini düşünmeye cesaret edemeyen bizler, masum olmalı masum kalmalıydık. Onu korumayı saklamayı, sahip çıkmayı düşünemedik bile. Ne de olsa bizler masumduk. Su yolunda kırılması gereken testinin bu kadar uzun süre kırılmamasını yadırgayanımız bile oldu. Öyle ya, töreye karşı gelinmiş egemen siyasi söyleme aykırı düşünceler beyan edilmişti. Onu örnek alan çocuklarımız maazallah daha da ileri giderse bu toplumu kim bir arada tutacaktı. Birilerinin bir şey yapması gerekiyordu. Yaptılar da….

Güvercini vurdular. Herkesin gözünün önünde. Hepimizin beklediği biçimde yok ettiler, onu. Öylesine hızlı bir ölümdü ki, son sözlerini kimse duyamadı. Duyabilseydik eğer; Güvercinin son sözlerinin “beni öldürdüler, beni öldürdünüz…” diyen o son sözlerini duyabilseydik eğer belki içimizde insanlık uğruna bir şeyler filizlenebilecekti. Buna bile fırsat vermediler.

Şimdi medyanın vicdan sahibi bazı değerli ileri gelenleri ve bazılarımız vicdanlarını tırmalayan “beni öldürdünüz” sözlerini bastıracak bir şeyler yapma çabasıyla güvercinin ardından ağıtlar yakacaktır elbet. Ama bilin ki bunlar da o romanın bir parçasıdır. Olacağı biliyorduk. Hepimiz biliyorduk. Ne demişti Marquez “Bilseydim ki bu seni son görüşüm, sana sımsıkı sarılır ve dua ederdim tanrıya ruhunu korusun diye”...   

 

 

Gazeteci ve yazar Hrant Dink’in anısına saygı ile…