Barış ve sonrası

-
Aa
+
a
a
a

30 Kasım 2011Taraf Gazetesi

DUBLIN- Masanın başında üç adam oturuyor. Üçü de İrlanda’nın kuzeyinden, Katolik ve cumhuriyetçi. Hepsi de siyaseten aktif. Ama her birinin siyasî hikâyesi ve tecrübesi çok farklı.

İlk konuşmacı Ryan Feeney! Silahlı çatışmanın yoğun olduğu yılları bir çocuk olarak yaşamış. Şimdi toplumsal bölünmeyi kültür ve spor faaliyetleri aracılığıyla aşmayı, en azından hafifletmeyi hedefleyen kurumlarda çalışıyor. Çocukluğu ve gençliği boyunca Protestanlarla hiç ilişkisi olmamış. Ancak üniversiteyi bitirdikten sonra tanışmış “somut, canlı Protestanlarla”. K. İrlanda’daki keskin bölünmüşlüğün olağan bir örneği sayılır bu hikâye. Feeney, iki toplum arasındaki bu buzul ilişkinin dönüştürülmesi için uğraşanlardan biri. Anlattıkları; barış sonrası dönemin ne kadar karmaşık ve zorlu olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

İkinci konuşmacı Tim Bartlett! Bir din adamı. İrlanda Katolik Kilisesi’nin başında yer alıyor. Barış sürecinde önemli rol oynamış. Bartlett’e göre; çatışmaların çözümü konusunda din adamlarının rolü genel olarak ihmal ediliyor. Oysa hem çatışmaların sonlandırılması hem de barışın yerleştirilmesi bakımından hayati katkılarda bulunabilirler. Mesela barış görüşmeleri devam ederken intikam duygularının dönüştürülmesinde din adamlarının çok önemli etkisi olduğunu özellikle vurguluyor. Bunu da mağdurlara ve yakınlarına bağışlama yolunu telkin ederek yapmışlar.

Üçüncü konuşmacı Michael Culbert! Eski IRA militanlarından. Yakalanmış, yargılanmış ve müebbet hapse mahkûm edilmiş. On altı yıl yattıktan sonra salıverilmiş. Çıktıktan sonra, eski cumhuriyetçi mahkûmlarla ilgili çalışmalar yapmaya başlamış. Şimdi bu alandaki en önemli organizasyonun yöneticisi.

IRA’nın silah bırakmasına giden yolun sıkıntılarını anlatırken; farklı ülkelerden benzer deneyimleri yaşamış aktörlerle yaptıkları görüşmelerin yapıcı bir etkisi olduğunu vurguluyor Culbert. Mesela Güney Afrikalılarla konuşurken şöyle bir söz söylenmiş kendilerine: “Diyalog kurmak, savaşmaktan daha zor!..”

IRA’yı silah bırakmaya yönelten en önemli faktörün “halktaki savaş yorgunluğu” olduğunu belirtiyor Culbert. Kendilerine destek veren geniş bir kitle vardı; bu kitle sayesinde var olabiliyorlardı. Şimdi bu kitle savaşın artık bitmesini istiyordu. IRA yenilmemişti; ama askerî bir zaferin mümkün olmadığını da biliyordu. Britanya hükümetinde barış ve çözüm niyeti belirince, buna olumlu karşılık vermek artık kaçınılmazdı.

Culbert de, çatışmayı sona erdirmenin ve barışa ulaşmanın hiç kolay olmadığını söylüyor. Bunu biliyoruz, barış sürecinde yer alan diğer aktörlerden de tekrar tekrar dinledik. Ancak Culbert’in dikkat çektiği bir başka nokta var ki, genellikle üzerinde durulmuyor: “Barış sonrası”nın sorunları!

“Otuz yıl savaştık, yirmi yıldır da barışı kurmaya çalışıyoruz ve henüz almamız gereken çok yol var” diyor Culbert!

Silahlı çatışmanın tamamen sona ermesi anlamında barış çok önemli, ama onu kalıcı hale getirmek en az bunun kadar, hatta daha da önemli! Silahlar susunca, negatif barış gelir. Pozitif barış ise, ancak çatışmayı yaratan sebepler dönüştürülür ve silahlı çatışmanın açtığı yaralar, yaptığın tahribat tamir edilirse gelebilir.

Culbert’in ve Bartlett’in konuşmalarından, İrlanda’da “barış sonrası”nın sorunlarına dair iki çarpıcı örnek çıkarabiliriz. Bunlardan biri, çatışmaların mağdurlarının ve kurbanlarının durumu! Çatışmalar sona erince, geride çok sayıda ölü kalır, biliyoruz. Onların anıları ve yakınlarının durumu, barış sonrası dönemin önemli konularındandır.

Çatışmanın mağdurları arasında, eski mahkûmları da saymak gerektiğini belirtiyor Culbert! Kendi çalışmaları sonucunda, çatışmalar boyunca yaklaşık 25 bin kişinin içeri girip çıktığını; bunların dört bin kadarının hiç mahkeme yüzü görmeden aylarca içeride tutulduğunu; çok sayıda kişinin de uzun yıllar hapis yattığını anlatıyor. Bu 25 bin kişinin çok büyük bir kısmının IRA’ya yakın durduğunu kabul ediyor Culbert; ama bunların büyük bir kısmının IRA’yla örgütsel bir bağı olmadığını ve uyduruk gerekçelerle/delillerle tutuklandıklarını ve/veya mahkûm edildiklerini söylüyor. Aileleriyle geniş bir kitle oluşturan bu insanların durumu, barış sonrasının zahmetli konularından biri, öyle olmaya da devam ediyor.

Barış sonrası dönemin ikinci önemli sorunu, şiddet kültürünü dönüştürmek! Silahlı çatışma dönemi, günlük hayatın olağan ilişkilerine de sinen bir şiddet kültürü yaratmış. Buna, IRA’nın silahlı mücadelesinin Katolik toplumda kendine has bir efsane olduğu gerçeğini de eklemek gerekir. O efsanenin etkisiyle, silahlı mücadele yöntemini benimseyen ufak tefek örgütler türüyor. Culbert, özellikle gençleri tersinden eğitme işinin bu açıdan çok önem taşıdığını belirtiyor. Açıkçası şu: Eski IRA militanları, şimdi anti-şiddet kültürünün yerleşmesi için yoğun çalışma yürütüyorlar.

Velhasıl, belki şu an barışa yakın durmuyoruz. Ancak silahlı çatışma altında geçirdiğimiz her günün, ileride ne gibi yükler ve bedeller getireceğini bilmek, belki barış için daha çok çaba harcamamız gerektiğini bir kez daha hatırlatır.