8 Eylül 2005Radikal Gazetesi
Lübnan'a asker gönderme konusu, Meclis'te tezkerenin kabulüyle, somutlaşma aşamasına girdi. Ama süreç devam ettikçe, daha çok tartışma çıkaracağı da anlaşılıyor. Buna, konunun kendi içinden bakarak bir anlam veremediğimi yazmıştım. Bu ülkede söylenen bir sözün ne kadar farklı biçimlerde anlamlandırılabileceğinin sonu yok. Onun için, yeniden bu konuya dönme gereği duyuyorum. Dediğim farklı yorumlar arasında, Ertuğrul Özkök'ün, içinde olduğunu bilmediğim bir 'karanfil cephesi'nin gene ben bilmeden parçalanmış olduğuna dair yazısı da var. Uzun yıllardır her durumda savunduğum çizginin devamı olarak, dünyada Birleşmiş Milletler iradesinin egemen olmasını sağlayacak adımları destekliyorum. Lübnan'a Barış Gücü gönderilmesi bir BM kararı (Rusya ile Çin'in de desteği var). BM'nin yürüttüğü işlerde Türkiye'nin rol almasını da hep destekledim, çünkü bu dünyada var olan herkesin bu dünyayı bunaltan bütün sorunlarda bir sorumluluk alması gerektiğine inanıyorum. 'Onların sorunlarından bize ne?' gibi bir anlayış (Cumhurbaşkanı aşağı yukarı bu kelimelerle formüle etti) bana çok yanlış ve çok uzak geliyor. Gelgelelim, bu Barış Gücü konusunda, konunun daha somut ve özgül düzeylerine inince, örneğin Yıldırım Türker'in veya Umur Talu'nun söylediklerinin birçoğuna hak veriyorum. İsrail'in kural tanımaz saldırganlığına karşı bir çeşit güvence oluşturulamamışken, gönderilecek Barış Gücü neyin, ne kadar güvencesi olabilir? İsrail'in Hizbullah'la kavgası, Amerika'nın İran'la kavgasının kamuflajı gibi bir durum varken, Lübnan'a gidecek Barış Gücü hangi oyunun örtüsü olur, neye yarar, gerçek işlevi ne olur vb. Bunlar ve bunlara bağlı başka sorular bence çok haklı ve aynı zamanda çok ciddi. Ama biraz zorlama yaparak, konuya soyut ve genel çerçevesi içinde bakıyorum. Ortadoğu keşmekeşi içinde şimdiye kadar gördüğümüz en ciddi AB müdahalesi olduğu için Barış Gücü'ne bu düzeyde önem veriyorum. Bunun için, böyle bir girişim olursa içinde Türkiye'nin de bulunması iyi olur diye düşünüyorum. Şüphesiz olmayabilir, her şey ters gidebilir. Ama siyaset de son analizde budur: risk alınmadan elde edilecek bir çözüm yoktur, olamaz. Orada yıllardan beri bir Barış Gücü var, ama bu olay başlayınca varlığı hiçbir şeye yaramadı. İsrail'in kabul edilemez saldırganlığı devam ederken, beklenecek, umulacak 'iyi' gelişme, bir 'ateşkes' durumuydu. İstediğimiz gibi olmadı, sinisizmin yeni bir biçimiydi, eyvallah, ama sonunda bu ateşkes gerçekleşti. Şimdi bunu kalıcılaştıracak (mümkün olduğu kadar) bir adım atmak gerekiyor. Bunun da, şu ana kadar, 'Barış Gücü'nden daha inandırıcı, daha olabilir bir formülü önerilmedi. Cumhurbaşkanı gibi ya da 'Kültürel fay hattı yaratır' yollu sözler söyleyen Deniz Baykal gibi muhalefet edenler, gerçekte neye karşı çıkıyor? Bosna veya Somali veya Kosova veya Afganistan'da Türk birliklerinin Barış Gücü olarak bulunmasına ses çıkarılmazken, şimdi, Ortadoğu'da aynı şeyin yapılmasına bu muhalefet niçin? Ben, yapılacak işin aynı şey olacağı varsayımına dayanarak konuşuyorum. Burada ve bu hükümet zamanında olursa aynı şey olmayacağı mı söylenmek isteniyor? 'Yahudilerle Müslümanların arasına girmeyin' sözünün anlamı nedir? Gönderilecek birlik TSK'nın birliğidir ve onun disiplini ve kuralları içinde davranır. Olayın bütünü bir Birleşmiş Milletler girişimidir ve onun çizeceği çerçeve içinde yürütülecektir. Bunların dışında nasıl bir gelişmenin sinyalleri alınıyor ki, bu kadar asabi bir muhalefet havası estiriliyor? Burada bir de 'Gücümüzü göstermeliyiz' teması sürenler var ki, daha önce bir şeyler söylememe rağmen o konuyu da yarın daha genişlemesine ele alayım.