Artçının Bakışı VI: Taşralı Papazlarım

-
Aa
+
a
a
a

Şu günlerde en çok hayıflandığım, İstanbul'a uzanıp, bu fırsat, Samir Amin'in elini sıkıp iki çift laf edememek oldu. Nasıl hayıflanmam ki; makaleleri ve kitaplarıyla ilk tanışmam, K.Popper, T. Kuhn, L.Althusser, E. Laclau, (fazla entellik taslamadan) ve benzerleriyle  aynı zamanda oldu. İlk gençlik yıllarımı geçmiş ve tabii gecikmiştim bu tanışmalar için. Çünkü Senjozef Mektebi'nde (Saint-Joseph ya da taktığımız adıyla Aziz Yusuf Şefkat Yuvası) Aziz Kardeşimiz Olivier, evet, Chere Frere Olivier, edebiyatta Baudelaire'in en masum şiiri L'Albatros'tan öteye geçmediği gibi, Felsefe'de de, Sartre falan ne kelime, meşrebine en uygun düşecek masum Bergson'a bile ulaştırmamıştı bizi.

Neyse, haklarını yemeyelim. Sonraki  öğrenim yollarım ne de olsa sevgili "papazlarım" tarafından açıldı. Öğretim yöntemleri  yüzlerce yıllık bir prensibe dayanırdı: "Dura  Lex   Sed Lex."  Bu Latince özdeyişin Fransızca'sı "c'est dure mais c'est comme ça" yani Türkçe olarak, "zor ama böyle!"  Bizler buna kısaca "yersen sistemi" derdik ve neredeyse her derste yapılan irili ufaklı sınavların  soruları yazıldığında,  "başlayın!" emri de genellikle,  "Chacun pour soi, Dieu pour tous" olurdu:  Bunun düz anlamı, "herkes kendi için,Tanrı herkes için" olsa da, bizce "kopyaya yelteneni yakarım" anlamına gelirdi.

Eğitim işine, ender baş gösteren büyük rezillikler dışında pek karışmazlardı aziz kardeşlerimiz; bunun ailelerin işi olduğunu düşündüklerini sanıyorum. Ağırlık  öğretimdeydi. Her ne kadar  Milli Eğitim Bakanlığı müfredatında olmayan bir dinler ötesi Fransızca Ahlak dersimiz, seçmeli Türkçe Din Bilgisi dersimiz ve Katolik arkadaşlarımızın Kateşizm'i vardıysa da, haftalık karnelerde "çalışma eksi puanlarına" göre, "terbiye" eksi puanları pek ender yer alırdı. (Kırmızı kalemle işaretlenen  "travail  ve politesse" eksi notları).

Şimdi buralara nereden geldim? Tabii Samir Amin'in, biraz da İbn-i Haldun'cu kokan, markez-çevre paradigması ve her tür yeniliği yine biraz da çevreye atfetmesinden. Ötesinde, her şeyin ardından, artçı gözüyle baktığımda, İzmir Ortaokulu'nun İstanbul Liseli okula göre çevrede yer aldığını, üstelik bizim aziz kardeşlerimizin de, merkezdeki o yatılı cehenneme gitmemizi pek istemediklerini görmemden. Pek uzak bir düşünsel bağlantı gibi görünse de, bizim papazlarımız sanki bizleri İzmir için yetiştirdiklerini hep hissettirirlerdi. İşte, Çatalkaya Volkanı'na zorlu yürüyüşler, Yamanlar zirvesindeki Karagöl'de yüzme dersleri v.s. En belirgin gösterge ise, İstanbul Saint-Joseph Lisesi'nin her yıl verdiği 5-10 arası değişen kontenjana, şampiyonluk sıralamasına bakmaksızın seçim yapmalarıydı. Hani genellikle olduğu gibi yarıyılda bırakıp dönmesinler diye. Haklı olduklarının en somut örneği, pek çoklarının yanı sıra, sevgili, rahmetli dostum Ahmet Priştina herhalde... Siyaset alanında merkezden iş çıkmayacağını gözleriyle yaşayıp özüne dönmüştü, S.J. ortaokul basket takımına döner gibi.

Devamını okumak için tıklayın.

 Artçı'nın Bakışı: 5. Bakış

Artçı'nın Bakışı IV: Feodaliteye Övgü

Artçı'nın Bakışı III

Artçı'nın Bakışı II:"Felsefeyi Bırakın"

Artçı'nın Bakışı I: Akçakaya'dan Strasbourg'a