Michael Albert* İle ABD Seçimleri Üzerine Mülakat
28 Ekim 2004 Perşembe
Ömer Madra: Size ilk olarak şunu soralım: The Independent gazetesinin Washington muhabiri Andrew Gumbel, “ABD’nin bir sinir buhranının eşiğinde” olduğunu yazdı geçenlerde. Ülkenin, ABD Başkanlık seçimi öncesinde bir tür “çöküş/erime” eşiğinde olduğunu belirtiyordu. Siz bu tespite katılıyor musunuz?
Michael Albert: Pek değil. Bunu nasıl görebildiğini bilemiyorum doğrusu...
ÖM: Kendisi bu konuda üç önemli sebep gösteriyor. Yeni kuşak, dokunmatik bilgisayarlı oy makinelerinin yetersizliği, güvenilir olmayışı ve hileye açık oluşu. İkincisi, eyalet seçim kanunlarının çok yetersiz oluşu. Üçüncüsü, ABD seçim sisteminin yetersizliğinin sırf teknolojik bir mesele olarak görülmesi...
Bütün bunların oldukça abartılmış gözlemler olduğu kanısındayım. Oy kullanmada usulsüzlükler ve başka bazı sorunlar olacaktır elbette, ama bunlar Amerikan seçimlerinin tipik olgularıdır zaten ve son dönemlerde, özellikle Bush’la birlikte sayılarının da arttığı görünüyor... Ama bütün olayın infilak edeceği kanısında değilim.
ÖM: Peki, Bush takımının ikinci bir defa seçimi hile ile kazanması olasılığını nasıl görüyorsunuz. Siyaset bilimci Stephen Shalom bunun pekâlâ mümkün olduğunu yazıyordu geçenlerde.
MA: Evet, bunun mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu arada, seçimleri hileyle götürenlerin sadece Cumhuriyetçiler’den ibaret olduğunu da sanmayalım. John Kennedy de, muhtemelen hileyle kazanmıştı. Bu hiç de atipik Amerikan tarihi değil. Amerikan politikasının içinde yer aldığı bağlam da budur işte. Temel mesele bu değil. Temel mesele, Kerry’nin hiç de hayran olunacak bir potansiyel Başkan olmaması, tipik olarak ABD’de ve dünyada yoksul ve zayıf seçmenlerin karşısında elit seçmenlerin çıkarlarını koruyacak bir Başkan adayı olması, Bush’un da ondan besbeter bir Başkan adayı olması. Bush sağ kanat köktenciliğini temsil eden biri. Dolayısıyla, Kerry’nin Bush’u altetmesi önemli ve istediğimiz bir sonuç. İnsanların da bu sonucun gerçekleşmesi için uğraşması, elinden geleni yapması önemli. Bu yapılıyor da.
ÖM: Noam Chomsky’nin, geçenlerde Democracy Now radyo ve televizyonuna verdiği mülakatta söylediği bir şey vardı; Çok yeni bir Gallup kamuoyu araştırmasında seçmenlere, siyasi konularda adayların tutumu hakkında ne bildikleri sorulduğunda, ancak yüzde 10’unun bu konuda bir fikre sahip oldukları ortaya çıkmış. Bu acayip durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
MA: Bunun biraz daha ötesine geçen bir bir durum var aslında, ama ana hatlarıyla böyle korkunç bir durum olduğu da doğru. Her şeyden önce, Başkanlık seçimlerinde Amerikan halkının neredeyse yarısının oy kullanmadığı gerçeği var ortada. Çok genel anlamda, olup bitenleri en çok bu oy kullanmayan yüzde ellilik kitlenin anladığını söylemek mümkün. Onların anlayışına göre, sadece bu seçimlerde değil, bütün seçimlerde Demokrat adaylar da Cumhuriyetçi adaylar da, kendilerinin dışındaki insanları temsil ediyorlar. Yani, her iki taraftan aday olanların da sadece varlıklıları, yoksullara karşı servet ve kudretlerini korumak isteyenleri temsil ettiğine inanıyorlar, onun için de oy vermeye falan gitmiyorlar; “Yok, biz bu oyuna katılmak istemiyoruz,” diyorlar...
Dolayısıyla, Amerikan seçimlerinin başlangıç noktası bu: Oy verenlerin yüzde ellisi kendi isteği ile seçime katılmıyor. Geri kalan yüzde ellinin hatırı sayılır bir bölümü de –muhtemelen 5/3’ü – de kişilik, üslup, davranış gibi faktörlere bakarak oy veriyor. Aslına bakılırsa bu, ilk bakışta görüldüğü kadar garip bir durum da olmayabilir. Çünkü hiç olmazsa bu konularda insanların oldukça doğru bir fikri, net bir algılaması var. Adayın kişiliğini, stil ve tavrını görüyor ve ona dayanarak bir hükme varıyorlar. Siyaset meseleleri üzerine oy kullananlar ise, çok muhtemeldir ki, yalanlara bakarak oy vermiş oluyorlar. Bu siyasaların, seçmenlerin düşündüğü şeylerin tam tersi olması çok mümkün. Dolayısıyla, bu iki seçmen kategorisinden hangisinin seçim konusunda daha akıllıca, daha bilgece tepki vermekte olduğunu kestirmek o kadar kolay değil. Siyasi konularda oy verenlerin büyük çoğunluğu da, tek bir konuya, ya da iki konuya bakarak oy veriyor; yoksa adayın genel siyasi perspektifini dikkate alarak değil. Çünkü, genel politik perspektiflerin, özünde birbirine çok benzer olduğunun da farkındalar. Adaylar arasındaki ayrımı da, gerçekten farklı olduğundan emin oldukları konular üzerinden yapıyorlar: Doğum kontrolü, kürtaj, ateşli silahların kısıtlanması vb. gibi konularda... Bunlar, genel olarak Amerikan seçimlerinde dikkat edilen tipik noktalar...
Önümüzdeki seçimi önemli ölçüde farklı kılan nokta ise, toplumun önemli bir kesiminde bu sefer bir farklılık olduğuna dair bir kanı, bir duygu, ya da bir sezgi olması. Yani, adaylardan birinin sağcı bir köktenciliği temsil ettiği, ötekininse – ne kadar korkunç olursa olsun – işte her zamanki iş ilişkilerini temsil ettiği yönünde bir hissiyat bu. “Böyle gelmiş, böyle gider” tavrı da aşırı sağa kaymaktan iyidir gibilerinden. Dolayısıyla, Kerry’nin veya kimi durumlarda Bush’un yanında güçlü bir şekilde siyasi olarak saf tutuyorlar. İşte, Amerikan toplumundaki büyük gerginlik de buradan kaynaklanıyor.
ÖM: Gerginlik sadece Amerikan toplumu için değil, bütün dünya ülkelerinin halkları için de geçerli herhalde. Çünkü, Bush ile Kerry arasındaki değişiklikler, büyük olsun olmasın, Bush yönetimi altında bir dört yıl daha geçirmenin dünya insanları için büyük felaketlerle sonuçlanabileceğini düşünmek de çok mümkün...
MA: Evet. Hakkaniyetçi bir ortam olsaydı, ABD’nin uluslararası gücü ve nüfuzu dolayısıyla dünyanın da oy hakkı olması gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın birçok yerinde, bu seçimlerden kimin Başkan çıkacağı konusunda, Amerikan halkı kadar ya da neredeyse ona yakın etkilenen birçok toplum olduğu doğru. Dolayısıyla, kelimenin gerçek anlamıyla, bu insanlar sonucu seyredip dua etmekle yetinecekleri yerde, oy hakkına sahip olmalıydılar. Ama, tabii böyle bir hakları yok. Bu durumun zamanla değişmesi gerekiyor. Gerçek hedef, bizim toplumumuzda da, dünya toplumunda da gerçek bir değişim olmalıdır. Amerikan toplumundaki değişikliklerin dünyayı böylesine sert ve gaddar bir şekilde etkileyebiliyor olmasının önüne geçilmeli. Amerikan toplumunun da dünyadaki öteki toplumlarla eşit bir ortak olarak dünya meselelerine katılıyor olması gerekir, bir imparatorluk, bir zorba, bir haydut devlet olarak değil, Dünyanın başına çorap ören bir terör kaynağı değil. Oysa, şimdi tam da buyuz işte...
Ama, dünya Kerry’nin seçilmesinin bu durumu sona erdireceğini sanıyorsa, , şaşırmış demektir. Bu, yanılgıdır. Böyle bir değişim olmayacaktır. Kerry, ABD’yi dünya sahnesinde şimdi olduğundan farklı bir aktöre dönüştürmeyecektir. Buna karşılık, Kerry yönetimi, Bush’un ikinci dönem başkanlığı kadar kötü de olmayacaktır bence.
ÖM: Seçimin nasıl sonuçlanacağını tahmin ediyorsunuz?
MA: Aylar öncesine, Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti’lerin kurultaylarının yapıldığı zamanlara dönersek; o zamanki fikrim seçime bir hafta kala dönüm noktasına ulaşacağı, dönüm noktasının da medyanın alacağı tavra bağlı olacağı yönündeydi. Medya dramatik ve güçlü bir şekilde Bush lehine kayarsa, Bush’un kazanacağını düşünüyordum. Böyle bir şey gerçekleşseydi, büyük şirket elitleri, yani ABD’nin en güçlü unsurları, Bush’un serveti yeniden zenginler lehine dağıtmasının yararlı olacağı kararına varmış olacakları için gerçekleşecekti. Bunu Kerry’den çok daha agresif bir şekilde yaptığı şüphesiz. Bu yeniden dağıtımın onlara getireceği yararın, Bush’un köktenci politikalarının getireceği risklerden daha fazla olacağı hesabını yaptıklarında, sonucun Bush’un lehine olacağını düşünüyordum. Bush’un başka politikaları onları korkutuyor, bazı konularda çok ileri gittiğini düşünüyorlar. Ama yararın zarardan fazla olduğunu düşündüklerinde medya onu desteklemeye karar verecekti. Öte yandan, Bush’un köktenci politikalarının, saldırgan eğilimlerinin çok tehlikeli olacağını ve Kerry’le kıyaslandığında servet ve kudretin yeniden dağıtımının kendilerine sağlayacağı yararların bazılarından feragat edebilecekleri sonucuna varmaları halinde ise, bu odaklar medyayı Kerry lehine kaydıracaklardı. Bunu yapsalar, ya da en azından biraz tarafsız bir tavır alsalar bile Kerry’nin kazanacağı düşüncesindeydim. Kanaatim şimdi de aynı. Bu iki şeyden hangisinin gerçekleşeceğini bilmiyorum. Çok hızlı bir şekilde, bir gün içinde bile olabilir. Bekleyip göreceğiz, başka çaresi yok.
ÖM: Ama, öte yandan, bazı medya organlarının, mesela New York Times, Washington Post gibi birçok gazetenin tavırlarında bir değişiklik şimdiden olmuş gibi, öyle değil mi? Kerry’yi desteklediklerini belirttiler.
MA: Doğru. Bu anlaşılabilir bir şey, tarif etmeye çalıştığım olayı yansıtıyor. Ama asıl büyük etkiyi yaratacak olan şey, son hafta içinde, yani şu günlerde çok büyük çapta bir medya “yaylım ateşi” olması. Burada medyanın, özellikle de TV’nin böyle bir yaylım ateşine girişmesi ve gazetelerin de bunu izlemesi söz konusu. Mesela Kerry’nin korkunç bir tablosunu çizmesi ve aynı anda da Bush’u hoş ve loş ışıklar altında sunması. Burada şunu gözden kaçırmamak gerek galiba, Amerikan seçimleri, genel olarak, toplumun çok küçük bir kesimini kazanmayı hedef alan bir yarışma olarak ele alınmalı. Pek çok eyaletin kimden yana oy kullanacağı, daha parti kurultayları zamanında kararlaştırılır ve ondan sonra bir daha değişmez. Örneğin, Massachussetts’in Kerry’yi, Texas’ın da Bush’u seçeceğini daha kampanyanın birinci gününden beri biliyorduk. Bu durum, aslında eyaletlerin pek çoğu için de aynen geçerlidir. California ya da New York gibi devasa eyaletlerin ve başka pek çoğunun oyları önceden belirlenmiştir. Kampanyayı izlersek, adayların da bu önceden belirlenmiş eyaletlerde pek de öyle fazla vakit ve para da harcamadıklarını görürüz. Asıl yaptıkları, nereye gideceği belli olmayan eyaletlerde yoğunlaşmak ve oralarda kapışmaktır. Adaylarının durumunun birbirine yakın olduğu eyaletlerde de oy verenlerin çoğu kararını önceden belirlemiş durumdadır. Dolayısıyla, asıl seçim nispeten az sayıda, -diyelim 20- eyaletteki nüfusun, nispeten küçük bir bölümü, -diyelim yüzde onu- üzerinde geçer.
Michael Albert, Ömer MadraAmerikan seçimlerinin birinci kuralı şudur: Amerikan kamuoyunu hiçbir şeye karıştırmayın! Yani, oy veren insanları, herhangi bir ciddi politik fikri olduğuna ve bu fikirlerin hayata geçirilebilmesi için herhangi bir hakkı ya da sorumluluğu olduğunu düşündürecek hiçbir şeye izin vermeyin. Birinci kural, kamuoyunun görece kayıtsızlığını sağlamak ve bunu sürekli kılmaktır. Yani, ABD’de siyasi özne olmanın her dört yılda bir, oy sandığı önünde bir şalter indirmekten ibaret olduğu kavramını sürekli kılmaktır. Dolayısıyla, bütün bu kampanyalarda partiler ve adaylar 20 kadar eyalette seçmenlerin yüzde 10’unun oyu için kapışırlar. Yarışma yöntemi de, nüfusun çoğunluğunun pasif ve kayıtsız kalmasını garantilemeye yöneliktir. İşte Amerikan seçimleri dediğiniz şey budur.
Bu dinamik, bir adayı seçer. Çoğu zaman Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki seçim sadece küçük farklar üzerinde değil, marjinal olan konularda yapılır ve büyük ölçüde de önceden kestirilemez niteliktedir. Yalnız, bu sefer, dikkatli ve ciddi bir analiz yapılırsa, Bush’un yeniden seçilmesiyle Kerry’nin seçilmesi arasındaki farkın önemli olduğu ortaya çıkıyor. Kerry herhangi bir şekilde daha pozitif olduğundan değil, Bush’un yeniden gelmesi dehşet verici olduğu için.
ÖM: Öyleyse, sonuçta John Kerry’nin belli bir fark atarak bu seçimi kazanabileceğini söyleyebilir miyiz?
MA: Evet. Kerry elbette bu seçimi kazanabilir. Ama Bush da öyle. Yoklamalar her gün farklı sonuçlar gösteriyor. Kamuoyu araştırmalarına inanmak için özel bir sebep bulunduğunu da hiç sanmıyorum. Sonuca etki edebilecek önemli konulardan biri, yeni oy verenlerin sayısı olacak. Onlar üzerinde de muhtemelen doğru dürüst anket filan yapılmıyor. Bir başka sorun da şu; Yeni seçmenler oy kullanabilecekler mi? Başka seçmenler oy kullanabilecekler mi? Bütün hikâye o kadar karışık ve bulanık ki, sonucun ne olacağını kestireceğim demek “haddini bilmezlik” olur doğrusu. Şu anda sonucu kestirebilen kimse olduğunu sanmıyorum...
ÖM: Peki, ama sonuçlar birbirine çok yakın çıkar da, bir kere daha iş mahkemede biterse ne olacak?
MA: O zaman, Bush zaten Başkan olduğu ve ayrıca elinin altında da muazzam bir güç bulundurduğu için, büyük ihtimalle seçimi kazanmış olur. Benim tahminim bu yönde. Bir de şu var; Mevcut Başkan’la seçim yarışına giren her adayın mücadelesi fazladan zorlaşmış demektir. Başkanlık mevkii seçimde ekstra kuvvet getirir çünkü. Dolayısıyla, Kerry’nin galip çıkması için, seçim gecesi kazanmış olması gerekir diye düşünüyorum. Bence, Kerry’nin kampanyasını yürütenler de bu düşüncedeler.
ÖM: İtiraf etmeliyim ki, Bush’la bir dört yıl daha geçireceğimizi düşünmek de şahsen benim içime ürpertiler veriyor.
MA: Evet. Böyle bir olasılığı düşünmenin insanı ürperttiği çok doğru. Ama, kişisel olarak şunu da söylemeliyim ki, Bush’un yapacakları, dünya halklarından çok Amerikan halkı bakımından dramatik biçimde tehlikeli olacaktır diye de düşünüyorum. Bush’un Kerry’i alt etmesinin dünya açısından önemli sonuçları olacaktır elbette, ama bence bunlar, ABD’nin içinde meydana gelecek sonuçlardan daha az dramatik olacaktır. Bush ikinci dönem için de kazanırsa, ABD içindeki her türlü sosyal gelişme programını gerisin geriye götürecek, çevre koruma meseleleri başta olmak üzere, her türlü programı son derece tehlikeye sokacaktır. Bunlar daha sonra tüm dünya için başka tehlikeli sonuçlar doğuracaktır tabii. ABD daha korkulu, daha paranoyak bir ülke haline gelirse, yani Amerikan halkı daha da ürkmüş ve paranoyaklaşmış hale gelirse, o zaman yönetim de uluslararası alanda yapacağı girişimlerde bu korkudan bol bol yararlanacaktır. Bu da tabii bütün dünya için kötü sonuçlar doğuracaktır. Aslında, Bush’un kazanmasının, Kerry’nin kazanmasına göre dünya açısından daha kötü olmasının temel sebebi de bu olabilir.
Tabii şurası da açık ki, bu adamlardan hangisi kazanırsa kazansın, solun görevi, yani daha iyi bir dünya, daha iyi bir toplum olması için çalışan insanların görevi, temelde eskisiyle aynı olacaktır: Kalıcı, tutarlı, örgütlü bir muhalefet inşa etmeliyiz. Kısa vadeli hedeflerinin yanı sıra, uzun vadeli vizyonu olan, ve geniş bir desteği harekete geçirebilecek, değişimi gerçekleştirecek bir muhalefeti yaratmalıyız. Önümüzdeki asıl görev budur.
ÖM: Michael Albert, çok teşekkür ederiz.
* Michael Albert, Znet’in kurucusu ve editörlerinden, Amerika’lı yazar ve aktivist.