NTV’de dün akşam Irak savaşı ile ilgili Sn. Oğuz Haksever yönetiminde bir tartışmayı dinlemek istedim. Sonra daha işin başında tartışamama sorunumuzla karşılaşıp bıraktım. Sonra tekrar döndüm bir ara, bu kez de Sn. Hasan Cemal İle Sn. Mehmet Barlas’ın konuşamamasını izledim ve sonra nihai olarak bıraktım. Ama sadece bu kadarcık dinlemede bile bazı noktalar beni çıldırtmaya yetti. Gerçi ben de zaten çıldırmaya çok meyilli bir insanım ama, yine de tek suçlu değilim bu ruh halim konusunda.
Sn. Barlas AKP’nin daha bugün (Sn. Erdoğan ile) güvenoyu aldığını ve başbakanlığının ilk gününde çok yüklenmenin haksızlık olabileceğini ama yine de eleştireceğini söyledi. Şimdi ben Sn. Barlas haklı haksız eleştirdi konusuna değinmeyeceğim. Sn. Okurlar, benim sorunlarım çok derinlerde. Takıldığım nokta Sn. Barlas’ın nasıl böyle bir söz söyleyebileceği oldu. Şimdi bir eylem (her ne olursa olsun) yapılırken öğrenilmez. Öğrenildikten sonra yapılır. Örneğin önce Formula 1 pilotu olunup sonra araba kullanılması öğrenilmez. Önce F1 pilotu olmayı sağlayacak kadar araba kullanılması öğrenilir, sonra yarışa çıkılır. Ancak yarış sırasında sadece pit ekibi ile diyalog, taktiklerin uygulanması vb konularda deneyim kazanılır. Ama o arabayı kullanmak öğrenilmez. Dönelim siyasete. İktidar olunca ne yapılacağına karar verilmez. Bırakın iktidar olmayı, muhalefetteyken bile ne yapılacağına karar verilmez. | AKP lideri, seçmenlerine vaatlerde bulunurken |
Siz daha bir parti olmaya karar verdiğiniz gün neyi, neden, ne zaman, nasıl ve nerede sizden öncekilerden farklı yapacağınıza karar verir, politikalarınızı saptar ve daha iktidara geldiğinizin 1. günü uygulamak için hazırlanırsınız. İktidar olduğunuz gün zaten var olan politikalarınız, kararlarınız hedefleriniz için çalışmaya başlarsınız ama sadece bazı belgelere, belki ancak o zaman ulaşacağınız için hedeften sapmadan farklı stratejiler uygularsınız veya çalışacağınız ekibi organize edersiniz vb.
Hedefler olmayınca gelecek de olmuyor
Şimdi nasıl olur da bir iktidar için “daha yeniydi” denir. Üstelik Allah için söyleyin, AKP’de kaç kişi bugün siyasetle tanıştı. Teorik olarak bugüne kadar gerek bireysel, gereksel bir parti tüzel kişiliği içerisinde politikaları zaten olması gerekmez miydi? Bakın sayın okurlarım, hiçbirimizin hayalleri yok. (Bunu daha önce de yazmıştım.) Geleceğe yönelik hedeflerimiz yok. Bunlar birey olarak da, kurum olarak da yok bizde. Olmayınca da işte bugünkü gibi yalpalıyoruz. Kuşkusuz ki parti programları, hükümet programları var. Ama bunlar somut ve nasıl yapılacağı açık olan belgeler değiller. Daha çok bir vaatler yazısı bunlar. Oysa ki politikacının hayalleri analitik ve somut verilerle desteklenmiş olmalı. Bir başka deyişle Kıbrıs sorunu çözülecektir vb ifadeler benim için önemli değil. Önemli olan Kıbrıs sorununu nasıl çözeceksiniz, çözüm anlayışınız nedir? Doğru veya yanlış, önemli olan kendi doğrunuzu açıkça ifade edip arkasında durabilecek misiniz? Peki Türkiye’de hangi siyasal partide bu anlamda hayalleri, geleceğe yönelik politikaları ve kararlılığı görebiliyorsunuz. Ancak bu kadar deneyimli yazarlarımızın bile yeni iktidara gelmeyi geçiş dönemi gerekçesi sayabildiği, en azından anlayışla karşılamaya hazır olduğu bir ülkede ne bekliyorsunuz?
İkinci takıldığım nokta Sn. Hasan Cemal’in “ben de savaşa karşıyım ama Türkiye’nin önleyemeyeceği bir savaştan daha az zarar ile çıkması için tezkereye evet derdim” mantığı... Kabul edilemez. Olmaz, bunun aması olmaz. Çünkü o ama konulduktan sonra amadan öncesinin bir anlamı kalmıyor. Şimdi düşünün ben (Açık Site'nin editörü) Sn. Melih Kafa ile bir tartışmaya başlıyorum. Giderek sertleşiyoruz. Sonunda Sn. Kafa diyor ki “Sinan seni fena halde döveceğim.” Bütün bu aşamaları Sn. Şerif Erol izliyor. Sonunda eline bir muşta alıp Sn. Kafa’ya veriyor ve Sn. Madra’ya diyor ki “Hocam inanın ben kavgaya karşıydım ama önleyemeyecektim, bari stüdyoda zarar az olsun diye mecburen muştayı verdim ama inanın kavgaya karışmadım.” Sizce Sn. Erol’un yediğim muşta darbelerinde sorumluluğu yok mu?
Bakın bu çok saçma bir örnek olabilir ama kesinlikle bu olaya uygun. Çıkarın bizlerin isimlerini, kalan boşluklara ülkeleri yerleştirin ve düşünün. Ve bu ama kelimesini kullanan herkesten bir kez daha açıklama rica ediyorum. Bizim için kabul edilebilir bir ama aynı mantıkla herkes için kabul edilemez mi? Ve biz günü kurtarmaya devam etmeye çalıştığımız sürece ne zaman ama demekten kurtulacağız. Günün birinde artık aması yok denmeyecek mi?
NOT: Bu yazı 24/03/2003 tarihinde kaleme alınmıştır. Gündemle görünürde uymadığı için son Efes-CSKA Moskova maçı için yazacağım bir noktayı bir sonraki daldan dala yazısına bıraktım. O gün bu zamanda ne alaka demeyin. Aslında yine bir temel mantığa değineceğim.