26 Kasım 2006Mustafa Çapar*
Birkaç haftadır bu sayfalarda, ateistlerin cenaze namazının kılınıp kılınamayacağı tartışmaları yapılıyor. Türkiye'de bu denli can alıcı sorunlar varken bu konu fazla ekstrem kalıyor belki ama yine de demek ki ateistlerin cenazesinde dini ritüellerin bir tören havası içinde yerine getirilmesi bazılarının canını yakıyor. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Bütün cenaze törenleri, sonunda gelip dini inançlara dayanıyor. Bu da insanlık tarihinde oldukça uzak bir geçmişe tekabül ediyor. Mesela biz "homo sapiens"lerin yakın akrabası olan ve soyu bir biçimde tükenen "neanderthal"ler, 70-80 bin yıl kadar önce ölülerini belli bir şekilde gömüyorlardı ve ölünün yanına, gittikleri yerde de kullanabilsinler diye yaşarken kullandıkları bazı eşyalarını bırakıyorlardı. Demek ki dinsel inanç on binlerce yıl önceye, ilk insana kadar dayanıyor. Din, en basit ifadeyle, insan türünün, müdahalede yetersiz kaldığı bazı olayları, olguları anlama ve açıklamada yetersiz kaldığı durumlarda, bunlara kutsallık atfederek çeşitli ritüller eşliğinde aşacağını düşünerek geliştirdiği sistemdir. Tabii ki kutsal ve olağanüstü bir yaratıcının varlığı temel alınarak. Dolayısıyla dinsel inançla tanrı düşüncesi arasında kopmaz bir ilişki bulunuyor. Bir başka deyişle eğer din, kültürel olgu olarak değerlendirilirse, ki netice itibarıyla din insanın kültürel yaratımından başka bir şey değildir, tanrıyı da aynı bağlamda değerlendirmek gerekir. Nitekim ister tektanrılı dinler olsun ister çoktanrılı, ister doğadaki bazı varlıkları tanrılaştırsın, ister bir soyut "varlık"ı, bütün dinlerde olağanüstü yeteneklerle ve güçlerle donatılmış bir var eden/yok eden, ihya eden/cezalandıran kudret sahibi vardır. Dinler bu ön kabulden hareketle toplumsal (cemiyetsel) sistemi oluştururlar.
Din yok sayılamaz Kültürel bir değer ve gerçek olarak dini yok saymak sosyolojik anlamda mümkün değildir. Çünkü dinler birer sosyal olgu olarak vardır ve hayatın her aşamasında bir şekilde karşımıza çıkarlar. Bir dini inanca sahip olup olmamak bu bağlamda önemli değildir. Geçen haftaki yazıda da vurgulandığı gibi dinin belirlediği kültürel kodlar, ister istemez bireyin hayatına bir biçimde nüfuz eder. Hatta dini inanca sahip olmasak da birçok davranışımız dini inançla belirlenir ve sınırlanır. Mesela birçoğumuz dini bayramları "gayri ihtiyari" kutlarız. En azından hatırı kırılmasın diye büyüklerimizin bayramını tebrik ederiz. Ayrıca arada bir ve yine özellikle bayramlarda ölen yakınlarımızın mezarlarını "ziyaret eder", onları anarız. Ölümün oldukça "doğal" bir aşama olduğunu bile bile, mezar başında dualar eşliğinde ağlayan yakınlarımızı buğulu gözlerle izleriz. Bu bizim dinliliğimizi değil, dinin üzerimizdeki kültürel etkisini gösterir. Dinsiz ve ateist de olsak, bizim açımızdan anlamlı olmadığını da düşünsek bazen okunan ilahilerden etkileniriz. Din içinde yaşadığımız kültürün önemli bir bileşenidir çünkü ve bir şekilde içimize işlemiştir.
Ateistlerin törenleri Ateizm-din-tanrı bağlamında ise ateistlerin işinin gerçekten çok zor olduğu söylenebilir. Çünkü ateistlerin bilerek ya da bilmeyerek yaptığı birçok tören, sonunda dinin referanslarına dayanıyor. Konuyu çok dallandırmadan Marksizm karşıtı birçok ideoloji tarafından bilerek öne sürülen bir argümanla ve tabii yanlış olarak ilk ateistmiş gibi gösterilen Karl Marx'a bakalım. Birçok sosyalist, komünist Marx'ın mezarını farklı zamanlarda "ziyaret" eder. Bütün ziyaretçilerin Marksist ve ateist olması gerekmez elbette ama herhalde büyük çoğunluğu ateisttir. Büyük olasılıkla ziyaretçilerin çoğu Marx'ın "ruhuna bir fatiha" da okumuyorlardır. Ama Marx'ın mezarını ziyaret edenler sonuçta artık yaşamayan, hatta muhtemelen kemikleri bile çürümüş olan bir ateiste yapılmış anıtın önünde ona saygı, mihnet, sevgi, bağlılık bildirerek "kadim" bir ritüeli yerine getirirler. Bu kültürel davranış, sonunda gider, dini inancın ve dolayısıyla tanrı inancının pratiklerine (kalıntılarına) dayanır. Kendisini laik-ateist olarak değerlendiren Türkiyeli birçok aydının Anıtkabir'e gidip "Ata'nın manevi huzurunda" saygı duruşunda bulunması, kendisine komünist, sosyalist, devrimci diyen, dinsiz ve ateist olduğunu beyan eden kişilerin belli tarihlerde ve çeşitli nedenlerle Deniz Gezmiş'in ya da diğer "önder"lerin mezarının başına gidip "devrimci duruşla", "devrim yemini" etmesi yine dinsel-tanrısal inanç geleneğinin izlerini taşır.
Törenlerin derin anlamı Peki, yaşarken ateist olduğunu söyleyen bir kişi ölürse, nasıl gömülmeli bu ateist? Bir defa artık canlı olmayan bir kişinin kendi cansız bedenin nasıl gömüleceği veya cansız bedene ne yapılacağı hakkında herhangi bir karar verme olanağına sahip olmadığını biliyoruz. Henüz hayattayken yakınlarına veya arkadaşlarına, ölümünden sonra cenazesine ne yapılması gerektiğini söylemiş veya bir vasiyetname bırakmış olabilir. Ama bu talebi karşılanmayabilir. Ölen ateist herhangi bir tören istememiş olsa bile, yakını, tanrı ve din inancı olmasa da toplumsal nedenlerden dolayı cenaze töreni yapmak isteyebilir, dolayısıyla tören tamamıyla ateistin yakınının inisiyatifine geçer. Bu elbette etik değildir ve haksızlıktır. Bu "haksızlığa" ateistlerin mutlaka söyleyecek sözleri vardır ama herhalde "Cenaze için dini tören yapıp bu ateistin ruhuna işkence etmeyin!" biçiminde değil. "Ruhuna işkence etmek" sözleri, dini inancı olmayan bir ateistin söyleyeceği en son söz bile olmamalı! Ateistlerin, bir ateistin cenazesinin gömülmesi aşamalarında yapılacak bütün törenlerin, ritüllerin, yeminlerin, şerefine veya ruhuna kadeh kaldırmanın, mezarına içki dökmenin, mezarı başında şarkı türkü söylemenin, marş, şiir, kitap okumanın ve daha birçok benzer pratiğin dinsel inançla ve tanrıyla sıkı bağlantısı olduğunu, bir ölü bedenini belli bir yerde bir mezara gömmenin, mezarı anıt haline getirmenin ve hatta mezarın kendisinin dinsel bir yönünün bulunduğunu unutmamaları gerekir. Ama yine de bir ateistin cansız bedeninin "dini tören"le gömülmesi ölene değil yaşayan ateistlere saygısızlık. Öte yandan "hem ateistim hem de cenazemde dinsel törenler isterim" demek ise çelişkiden öte bir ironi ve postmodern lafazanlıktır.
* MUSTAFA ÇAPAR: Yard. Doç. Dr., Mustafa Kemal Üni.