Ömer Madra: Chicago Illinois Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Akarca Açık Gazete’de konuğumuz oldu. Programcımız Ali Bilge kendisiyle Açık Gazete adına bir söyleşi yaptı. Yaklaşan seçimleri de gözönüne alarak, Ali Akarca’nın üzerinde çalıştığı önemli konulardan biri olan Türkiye’de seçmen davranışları üzerine ilginç bir sohbet oldu:
Dinlemek için:
1. Bölüm:
2. Bölüm:
İndirmek için:
1. Bölüm: mp3, 23 Mb. 2. Bölüm: mp3, 23 Mb.
****
Ali Bilge: Açık Radyo’da Açık Gazete’deyiz ve konuğumuz Prof. Dr. Ali Akarca. Akarca uzun yıllardır Chicago Illinois Üniversitesi Ekonomi Bölümün’de çalışıyor ve kendisini özellikle Türkiye’de seçmen davranışlarına yönelik akademik çalışmalarıyla biliyoruz. Bugün bu konu üzerine eğileceğiz. Hoşgeldiniz Ali Bey.
Ali Akarca: Hoşbulduk!
AB: Meseleye tarihsel olarak baktığınızı biliyorum. Türk seçmeni tarihsel süreç içerisinde nasıl bir davranış sergiliyor? Sizden değerlendirmenizi rica edeceğim.
AA: Türk seçmeninin davranışlarını 1950’den beri Aysıt Tansel’le birlikte inceledik, hem yerel seçimleri, hem parlamento seçimlerini. Seçmenlerin büyük bir kısmı daha önceki seçimde oy verdiği partiye oy veriyor, fakat hepsi öyle değil, %14 kadarı stratejik oy veriyor. Bundan kasıt şu; birinci tercihine değil bazen ikinci tercihine oy veriyor iktidarın gücünü dengelemek için, yahut da %10 barajından dolayı oyunu boşa harcamamak için. O yüzden yerel seçimlerde ve genel seçimlerde farklı oy kullanabiliyor. Fakat bir kısım seçmen de ekonomiye bakarak, hükümeti ödüllendirmek veya cezalandırmak istiyor. Bu stratejik oy verme oranı yerel seçimlerde daha yüksek oluyor, iktidarı değiştirmeden iktidarı uyarma fırsatı buluyor seçmen.
AB: Şöyle bir örnek verebilir miyiz? %30 oy alan ya da % 40 oy alan bir partinin %14’lük kısmı, partiyi denetleyen bir oy stratejisi güdüyor.
AA: %14’ü başka bir partiye geçiyor. Bu yerel seçimde %20’ye kadar çıkıyor, yani %6 daha fazla oluyor, ama bu sadece Türkiye’ye has birşey değil, Amerika’daki cumhurbaşkanlığı döneminin ortasına düşen kongre seçimlerinde de böyle oluyor; Avrupa’da AB ülkeleri arasında Avrupa parlamentosu seçimleri genel seçimlerle aynı zamanda olmuyorsa iktidardaki partiler oy kaybediyor. Yani orada da seçmenler stratejik oy kullanıyor. Zaten bizim bulduğumuz sonuç, Türk seçmeninin Avrupa’lı, Amerika’lı seçmenden çok farklı olmadığı şeklinde, belki nüanslar değişik olabilir, değişim oranları, etki oranları değişik olabilir, fakat temelde aşağı yukarı aynı davranıyor.
AB: Yani genel seçimdeki oy oranını %14 azaltıyor?
AA: İktidar partisinin taraftarlarının %14’ü başka bir partiye oy veriyor. Mesela DYP’ye oy vereceğine ANAP’a oy veriyor yahut ANAP’a vereceğine DYP’ye veriyor, fakat tamamen zıt bir partiye gitmiyor, mesela AKP yerine Saadet Partisi’ne oy veriyor. Bu son yerel seçimlerde de gördük, doğuda AKP’nin kaybettiği oyların bir kısmı Saadet Partisi’ne gitti, onların oyları arttı, 2004’te de aynı durum oldu, ama 2007’de oylar tekrar geriye gitti. Bu stratejik oy kullanmanın bir örneği.
AB: Ekonomik programına ve yaklaşımlarına göre de tercih ediyor değil mi?
AA: Evet. Türk seçmeni ekonomik duruma bakarken sadece son bir yılı dikkate alıyor, ondan öncesini görmüyor. Biz buna miyopluk diyoruz, bir nevi geriye bakıyor ama son bir yılı dikkate alıyor ve enflasyona verdiği tepki büyümeye olan tepki kadar değil. Büyümedeki %1’lik artış, kişi başına düşen milli gelirdeki %1’lik bir artış iktidar partisine %0,77 kadar, yani %1’den az bir oy getiriyor; buna karşılık enflasyondaki %1’lik artış oylarını %0,12 oranında düşürüyor. Yani aynı oranda değil etkileri, fakat ikisinin de etkisi var, bu istatistiki olarak da anlamlı çıkıyor. Sadece son 1 yıla bakıyor.
AB: İktidarı son 1 yıldaki ekonomik politikalarına göre değerlendirip oy veriyorlar seçmenler...
AA: Bir de seçmenin enflasyona daha az ağırlık vermesi seçim ekonomisi dediğimiz durumu ortaya çıkartıyor. Yani iktidarlar seçim ekonomisi yaptığı zaman iktidara kızmak yerine seçmene kızmak gerekiyor, çünkü iktidar seçmenin oyunu almak istiyor, seçmen de o şekilde ödüllendiriyorsa onlar da o şekilde davranacak tabii. Bu yeni birşey değil, eski iktidarlarda da oluyordu, ama değişik şekillerde oluyordu. Türkiye tarımsal bir ülkeyken sübvansiyon veriyorlardı, fiyat desteği veriyorlardı, şimdi kömür dağıtıyorlar.
AB: Televizyon veriyorlar.
AA: Evet o şekilde oluyor.
AB: Birincisi stratejik oy verme var dediniz, ikinci olarak da seçmen ekonomik kararlara bakarak değerlendiriyor dediniz.
AA: Stratejik oy da değişiyor yerel seçimle genel seçim arasında. Yaptığımız çalışmaların bir kısmının faydası da o oldu, hem gözlem sayısını arttırmak bakımından, hem de seçmenin değişik seçimlerde ne şekilde oy verdiğini görebilmek bakımından. Hem yerel seçimleri, hem meclis seçimlerini bir araya getirmemizin o faydası oldu, hem gözlem sayısı arttı, hem de değişik seçimlerde değişik şekillerde oy veriliyor mu verilmiyor mu onu ölçmemizi sağladı.
Bir de bu dediklerime aykırı olan, ya da değişik olan, çok sıkça rastlanmayan bir durum var; İngilizce’de “political realignment” diyoruz, yani yeniden saf tutma, yeniden taraf tutma veya taraf değiştirme diyelim. Öyle durumlar oluyor, bu Türkiye’de 2002’den sonra oldu biliyorsunuz.
AB: Evet yani merkez sağda AKP’ye oylar aktı, merkez sağ olup olmadığı bile o dönemde bilinmiyordu.
AA: Aşırı sağdan yani MHP’den de, ANAP’tan da, DYP’den geçişler oldu ve bunlar temelli geçişler. Buna benzer birşey 1950’lerde oldu, 1946-50 arasında CHP oylarının önemli bir kısmı Demokrat Parti’ye kaydı, fakat orada kalmadı, 50’den sonra da devam etti 54’e kadar. Aynı durum 2002’de oldu, büyük miktarda oy AKP’ye kaydı fakat orada kalmadı, 2007’ye doğru da devam etti. Dolayısıyla 2007 seçiminin, 1954 seçiminin özel bir durumu var, yani onları incelerken sadece ekonomik faktörlere bakmak yeterli değil.
AB: Başka nelere bakıyorsunuz???
AA: Tabii, bu kaymanın sebeplerine girebiliriz. Bu çok önceden başlamış, geriye baktığımız zaman görebiliyoruz, o zaman içindeydik fark edemiyorduk. 1987’den beri seçmende bir hoşnutsuzluk görünüyor, 1987’den itibaren 2002’ye kadar her seçimde başka bir parti birinci olmuş, 91’den beri de her seçimden sonra değişik kombinasyonlar koalisyon olmuş. Yani bütün partiler denenmiş vaziyette ve seçmen bundan hoşnutsuz. Çok miktarda yolsuzluk ortaya çıktı, ekonomik performans iyi değildi, birçok krizler geçirildi.
AB: Çok yüksek bir enflasyon vardı.
AA: Evet enflasyon yüksek oldu. Bir de bunun üzerine tuz biber eken depremler oldu, 99 depremleri, hükümet orada çok aciz kaldı.
AB: Bir de büyük bir ekonomik mali bunalım yaşandı.
AA: Fakat bu sadece iktidar partisine patlamadı o zaman, onlar beceriksizlik gösterdi. Bir sürü bina yıkıldı, tarihi binalar, 500 senelik binalar, 1000 senelik binalar sağlam kalırken yeni yapılan binalar çöktü çürük diş gibi. Onun faturası da o anda muhalefette olan partilere çıktı. DSP iktidardaydı, ama yeni iktidara gelmişti. MHP iktidardaydı, MHP de iktidara geleli 1 yıldan az olmuştu. Bu durumda onlara fatura çıkartmak olmazdı, ancak onlara yardıma gitmekte aciz kaldıkları için fatura çıktı. Ancak, DYP de, ANAP da, CHP de, bunların hepsi oy kaybetti. Orada belediyeleri elinde bulunduran partiler oy kaybetti. DSP’nin, MHP’nin aşağı yukarı hiç belediyesi yoktu orada, ama onlara da fatura çıktı. 2002’de topyekün, 99’da meclise giren partilerin tümü tasfiye edildi seçmen tarafından, %10 barajının altında kaldı. Fazilet Partisi zaten kapatılmıştı.
AB: İşte taraf değiştirme böyle oluyor.
AA: Aynen. Bu durum 2007’ye doğru devam etti, yani seçmen 2002’de taraf değiştirdi çoğunlukla, ama hâlâ eski partilerde kalan bir kısım da 2004 ve 2007’de taraf değiştirdi. AKP oylarındaki artışın bir miktarı da ekonomik performanstan dolayı oldu.
AB: Büyüme vardı.
AA: Büyüme vardı, ekonomi iyi gidiyordu, enflasyon düşüyordu, fakat hepsini ona bağlamak imkânsız; bir ölçüde de bu oy kaymalarının devam etmesi sonucu olan bir olay. 2002’de hâlâ eski merkez sağ partilerin seçmeninin bir kısmı 2007’de taraf değiştirdi. O kadar derine girmek istiyor musunuz bilmiyorum, ama bunda cumhurbaşkanı seçimi meselesi, 367 oy meselesinin de etkisi oldu.
AB: 2002 Kasım seçimleriyle beraber, hatta bugüne kadar, 2007 seçimlerinde de zirveye ulaşan iktidar ve kurumların çatışması, bürokratik kurumların, silahlı kuvvetler, yargı, vesayet rejimi kurumları diyebileceğimiz kurumların çatışmasıyla geçti. İktidar ve muhalefet partilerini bu çatışma ne şekilde etkiliyor?
AA: Biraz önce stratejik oylamadan bahsetmiştik, demiştik ki iktidarın gücü çok fazlalaşmasın, diktatörleşmesin diye, taraftarlarının bile bir kısmı başka partilere kayıyorlar denge sağlamak için. Benim görebildiğim kadarıyla bunun tersi oldu, yani seçmen stratejik davrandı, muhalefet seçmeni iktidarın yanına geldi, dediğiniz gibi iktidara karşı vesayet rejiminin gücünü dengelemek için. Seçmen dedi ki; “iktidar gücü diktatörlüğe gitmiyor, tam tersine adamın gücü elinden alınıyor.” O şekilde bunu telafi etmek için bir stratejik oylama şeklinde izah edebiliriz bunu, ama tersine bir stratejik uygulama, iktidarın partisinin aleyhine değil de lehine bir şekilde. Yani AKP’nin felsefesine inanmayanlar bile demokrasiyi savunma açısından o tarafa yöneldiler.
AB: Peki 2007’den 2010’a geldik, 2011’de muhtemelen seçim var, yasal süresi de yaklaşıyor.
AA: Temmuz 2011’de.
AB: Belki daha erken de olabilir. 2007’den itibaren bürokratik vesayet kurumları ile iktidar arasındaki çatışma artarak devam etti. Bir yığın yargılamalar var askeri erkân açısından, yargıyla müthiş bir çatışma şu anda da devam ediyor. Bu sürecin iktidara katkısı var mı olumlu ya da olumsuz olarak?
AA: Bunu istatistiki olarak araştırmış değilim, ancak mantık kullanarak şunu söyleyebiliriz; iktidarın dik durması, diğer iktidarlarda olduğu gibi şapkasını alıp gitmemesi tabii bir puan kazandırıyor o muhakkak. Bir ikincisi de “Kürt açılımı” yahut “demokratik açılım” denen olay, iktidar bu konuda dengeli olursa kendisine faydası olabilir. ‘Dengeli’den kastım şu; biz İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Cem Başlevent’le yaptığımız bir çalışmada Türkiye’yi kümelere ayırdık, illeri kümelere ayırdık seçmen davranışları bakımından. Şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Batıdaki illeri, yani Ege sahillerini, Akdeniz sahillerini ve Ege'de onlara bitişik olan illeri içine alan, Marmara bölgesini içine alan bir bölge düşünelim; orada çok miktarda göçmen var doğudan ve Karadeniz’den gelen. Yaptığımız araştırmada, göçmenlerin geldikleri yerlerdeki oy verme eğilimlerine daha yakın oy verdikleri, gittikleri yerden daha az etkilendikleri ortaya çıkıyor.
AB: Bir örnek verelim, Rize’den gelmiş Muğla’ya yerleşmiş, Rize’deki durumuna göre bir devamlılık arz ediyor seçmenin davranışında öyle mi?
AA: Göçmen bir defa yerleşikten sonra daha değişik oy veriyor, onun da sebepleri var tabii. Birincisi sosyoekonomik yapısı daha değişik oluyor, fakat sadece olay bundan ibaret değil göç eden kişinin orada gene ailesi kalıyor, malı mülkü kalıyor.
AB: Bağlantısı var yani.
AA: Evet, oradaki durumlar da ekonomisini etkiliyor onun, en azından aile fertlerini etkiliyor. Bir de orada doğmuş, büyümüş, kültürünü, eğitimini, ideolojisini orada almış. Bir insan bütün çocukluk dönemi boyunca öğrendiği şeyleri bir anda gittiği yerde değiştiremez tabii. Netice itibariyle, muhafazakârsa gene muhafazakâr kalıyor, yalnız biraz değişiyor. Biz bu eğilimlerin çok değişmediğini, aynı kaldığını bulduk, yani o seçmenin oy vermesiyle geldiği bölgelerdeki oy oranlarını karşılaştırdığımızda, istatistiki anlamda anlamlı bir bağlantı çıkıyor. Halbuki gittikleri yerlerdeki oy oranlarıyla baktığımızda oy verme örüntülerine, istatiski olarak anlamlı bir ilişki çıkmıyor. Şöyle bir durum ortaya çıkıyor; çok miktarda göçmen var, İzmir’den Adana’ya doğru bütün sahildeki illeri, bir de Trakya’dan Ankara’ya doğru uzanan illleri, Bursa’yı, Bilecik’i, Marmara denizi etrafındaki iller de dahil ele alırsak 16 il oluyor hepsi, bu illerdeki nüfus Türkiye nüfusunun %75’ini içine alıyor ve bu illerdeki nüfusun hemen hemen yarıya yakını, %47’si göçmen, yani o ilde doğmamış kişiler. Bu illerdeki göçmenlerin oy verme durumu neticeye son derece etki yapıyor. Yani göçmenlerin nasıl davrandığını bilmeden Türkiye’deki siyaseti anlamak çok güç. Şöyle diyeyim; İstanbul’da 70 milletvekili var, yani şu anda daha fazla herhalde, ama 2007 seçimlerinde 70 milletvekili seçildi İstanbul’dan, bunlardan 54’ü İstanbul doğumlu değil. Bu bilgi olayı aksettiriyor, tabii diğer iller için de bunu yapmak mümkün. Göçmen derken o ilde doğmamış kişileri kastediyorum, yani hayat boyu göçmen, yani sadece son 5 yılda göçmüş değil.
AB: Süre yok yani?
AA: 1950’lerden beri göç devam ediyor, 75’ten itibaren detaylı bilgiler var. Öyle anlaşılıyor ki 1950’den beri her 5 yılda nüfusun %7-8’i kadarı il değiştiriyor, yani epey yüksek bir oran. Onun sonucunda Türkiye’de şehirleşme oranı %25’ten %75’e çıkmış. Yani nüfusun büyük bölümü zaten şehirlere yerleşiyor. İstanbul’da %60’ın üstünde, Kocaeli’de, Yalova’da %60’ın üzerinde, Ankara’da, İzmir’de %50’ye yakın göçmen oranı. Tabii bunların hepsi de aynı şekilde oy kullanmıyor, Karadeniz’den gelen farklı kullanıyor, doğudan gelen farklı kullanıyor.
AB: O nasıl oluyor?
AA: Oradaki menfaatleri değişik, Kardenizlinin Karadeniz’de bıraktığı akrabalarının ekonomik ihtiyaçları değişik. Ayrıca ideolojisi de var, mesela Karadeniz’de yetişmişse daha milliyetçi oluyor, güneydoğudan geliyorsa etnik faktör var, sosyoekonomik yapısı değişik vs., yani değişik faktörler var. Yani göçmenler sadece yerleşiklerden farklı olarak oy kullanmıyor, başka bölgelerden gelen göçmenlerden de farklı oy kullanıyor.
AB: İç göçle geçen seçmenler hep aynı şekilde oy kullanmıyorlar. Temel etken geldikleri yerdeki bağlantıları.
AA: Evet oraya benzer şekilde oy kullanıyorlar. Şimdi demin sorduğunuz soruya cevap vereyim; AKP açılım yaparken bir taşla iki kuş vurmuş olacak eğer başarılı olursa, hem güneydoğudaki, doğudaki halkı memnun edecek, hem de onlar gibi oy veren batıdaki oradan gelen göçmenlerin oyunu alacak.
AB: Ki onlar daha fazla.
AA: Onlar daha etkili. AKP bir taşla iki kuş vuracak, fakat bunu yaparken kendi temelindeki oyları kaybetmemesi lazım, yani muhafazakâr milliyetçi oyları. Çünkü AKP onlara oynuyor, onları elde etmeye çalışıyor demokrasi açılımı yaparak, dik durarak, reformlar getirerek. Bu seçmenlerin hoşuna giden bir faktör. İktisat İşletme Finans dergisinde, Aralık 2009’da yayımlanan araştırmamızda, 2007 KONDA anketine dayanarak AKP’ye oy veren seçmenlerin neye dayanarak verdiğine, neyi beğendiğine bakmıştık. Orada ortaya çıkan, bütün partilerden gelen oyları birleştiren, yani AKP’ye kayan oyları birleştiren faktörlerin birisinin seçmenin ekonomik perfomanstan memnun olması idi; ikincisi AB’ye girme sürecinde yapılan reformları tasvip etmeleriydi. Şimdi o azalmış olabilir tabii, biraz yavaşladı. Bir de tek parti iktidarını istemelerinden geliyor.
AB: Koalisyonlardan yorulmuş bir 15-20 sene var.
AA: Koalisyonlar ile ilgili olarak, yolsuzlukların daha kolay olduğu, işlerin yapılmayacağı, gibi bir kanaat var. Koalisyon olma olasılığı ortaya çıkarsa o AKP’nin işine yarar politik olarak, çünkü seçmenin koalisyon olması için arzusu yok.
AB: Koalisyon tehdidi AKP’nin kullanabileceği bir koz olabilir kendi lehine, ama şöyle bir baktığımızda demokratik açılımda da bir başarı şu anda yok.
AA: Açılımda başarı yok; demin onu anlatmaya çalışıyordum; ‘dengeli olması’ derken. Mesela PKK saldırıları ve buna karşı askeri tepki var, açılımın aleyhinde olanları kızdırıyor, yani kendi temelindeki muhafazakâr milliyetçi oyları kaybetme tehlikesi beliriyor batıda. Doğuda da yaranamıyor...
AB: Batıdaki doğu uzantılarını da memnun etmeye çalışıyor.
AA: İki tarafı birden kaybetmek, iki tarafı birden kazanmak mümkün. Mesela Doğu Anadolu’da MHP’nin ve CHP’nin fazla bir temsil gücü yok, yani bir nevi bölgesel parti haline gelmiş, sadece batıda kalmış. Oylarını aldığı kesim daha ziyade İzmir-Adana arasındaki sahil şeridi. AKP’nin yani açılımına karşılık onlar da milliyetçiliği artan, göçten tedirgin olan, buna karşı bir reaksiyon gösteren kesimin oylarını almaya çalışıyor. Bu da şunu izah ediyor bir bakıma, yani CHP gittikçe milliyetçileşiyor, yani MHP ile yarışır hale geldi.
AB: Aynı pastadan oy alıyorlar.
AA: Evet. Haritalara bakarsanız, 1999-2009 arasında MHP’nin oyu AKP’ye kaymıştı, o oyların büyük bir kısmı MHP’ye geri gelmiş değil, MHP 2002 öncesi oylarına erişmiş vaziyette, fakat onlar aynı oylar değil; sanki haritada MHP’nin güçlü olduğu yerler batıya doğru kaydırılmış gibi, Manisa’ya, Çanakkale’ye geliyor. MHP’nin şimdi oy aldığı yerler eskiden hiç alamadığı yerlerdi, yani milliyetçi olan oylar ve göçlerle tedirgin olan kişilerden gelen oylar.
AB: Nitekim bir takım kasaba ayaklanmaları, isyanlar, olağanüstü olaylar da görülüyor.
AA: Aynen. Değişik gruplar var, Bulgaristan’dan Türkler geldi mesela, o da sürtüşme yaratabiliyor. Yani sadece etnik bir mesele değil bu, yerleşikle göçmen kavgası bütün ülkelerde olan birşey.
AB: Müthiş bir hareketlilik var Türkiye’de, son 30-40 yılında denge tamamen tersine değişti.
AA: Her 5 yılda %7-8 yer değiştiriyor, yani ilden ile değişiyor. İl içindeki değişimi saymıyoruz, onu da sayarsak daha yüksek hatta.
AB: Bir de bu insanlar genç.
AA: Genç, fakat göç edenlerin büyük kısmı yerleşiklere oranla daha eğitimli ve daha geliri yüksek.
AB: Öyle mi!
AA: Evet tahmin edilenden değişik bir sonuç çıktı. İlginç...
AB: Yani eğitimli olanlar göç ediyor?
AA: Evet, ama bu çok acayip değil, Amerika’daki üniversitemde bizim eski bölüm başkanı bu göçmen konularını inceliyor; göç olması için -tabii onlar uluslararası göçü inceliyorlar ama buraya da uygulayabiliriz- bir kişinin belli bir gelir seviyesine ve belli bir eğitim seviyesine gelmesi gerekiyor, gittiği yerdeki olanaklardan haberdar olması, iş bulması, kendine güvenmesi için. Yol masraflarını karşılayacak, yeni yer bulacak vs. Bu sıfır gelirle olmaz tabii, belli bir miktar geliri geçtikten sonra oluyor bunlar.
AB: Vasıfsızlar mevsimlik gidip geliyorlar zaten.
AA: Evet onlar öyle gidip geliyor, onu bile yapamayan var, eğitimi ve geliri müsait değilse. Bir ön yatırım gerektiriyor, yol parasını ödeyecek, eşyasını taşıyacak, gittiği yerde iş buluncaya kadar barınacak vs.. Tabii hemşehri olması o masrafları biraz azaltıyor, ama tamamen sıfıra indirmiyor.
Ali Bilge: 2007’ye baktığımızda açılımda başarı yok, sonuçta batı ekonomileri gibi darmadağın olmadı, ama çok yüksek oranda bir işsizlikle boğuşuyor Türkiye, üçüncüsü Avrupa Birliği’nde yavaşlama had safhada, kurumlararası çatışma da çok ileri noktalara gelmiş durumda. Yargı ve askeri bürokraside geçen 3 yıl içerisinde çok şiddetli çatışmalar yaşandı, buna bir de terör olayları eklendi. Bu çerçevede baktığımızda, bu önümüzdeki 1 yıl içerisindeki muhtemel seçimlerde ne olur? 8 yıllık bir iktidardan sonra seçmen AKP’den yoruldu mu sizce? Bu bağlamda nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Ali Akarca: Seçmen her zaman iktidardan yoruluyor. Bizim yaptığımız çalışmada bulduğumuz şeylerden bir tanesi de iktidarda olan bir parti her yıl, diğer faktörleri kontrol ettiğinizde, oyunun %5.2’sini kaybediyor ortalama olarak. Bu 1950’den beri olan iktidarlarda böyle. İktidarda 4 yıl kalmışsa 4 x 5.2, 3 yıl kalmışsa 3 x 5.2’sini kaybediyor oylarının, stratejik oy vermeye, ekonomik durumdan dolayı olan etkilere ilave olarak. Bu da bütün dünyada iktidarların niye değiştiğini, neden bir partinin hep iktidarda kalmadığını izah ediyor.
AB: Tabii darbelerin de anlamsızlığını ortaya koyuyor.
AA: Evet tabii. Türkiye tarihinde iki defa olmuş iktidar partisinin oyunu arttırması, çok sık olan bir olay değil. 2009’da AKP’nin oyları düştüğü zaman herkes “oyları düştü, sonu geldi” dedi, aslında oylarının artması anormal bir durum, beklenmemesi gereken bir durum. Bu 1954’te olmuş ilk defa, ondan sonra 2007’de... Yani yarım asırı aşkın bir süre sonra. Her ikisinde de stratejik oy verme, ekonomik durumları değerlendirme gibi faktörlerin üstüne bir de oy kaymaları gelmiş taraf değiştirme dolayısıyla. Yani 2007’deki oy artışı sadece ekonomik durumdan dolayı değil, bu dediğimiz kaymadan dolayı da. 1954’te de Demokrat Partinin büyüme dönemi, Halk Parti’den Demokrat Parti’ye geçiş dönemi bir seferde olmuyor, sonraki seçimde devam ediyor gibi gözüküyor. Yani iki defa olmuş, o bakımdan AKP’nin oyunun düşmesini beklemek bir genel seçimden diğer genel seçime gayet normal, olmaması anormal. 2007 ve 2004 seçimlerinin sonuçlari anormal. 2004 seçimleri yerel seçimler olduğu icin iktidar aleyine stratejik oylamanin daha yuksek olmasi beklenir. Buna rağmen oyunu arttırmış. O da bu taraf değiştirmeyle aynı ana denk geldiği için.
AB: O sırada, taraf değiştirme akışı devam ediyordu.
AA: Evet. Bir de o konuda bir örüntü vereyim; galiba 1963’te başladı yerel seçimler Türkiye çapında yapılmaya, o süre zarfında iki defa iktidar partisi genel seçime oranla yerel seçimde oyunu arttırmış. Onlardan bir tanesi 2004’te olan, gene bu taraf değiştirmeyle, diğeri de yerel seçimden bir kaç ay sonra olmuş. Öyle acayip bir durum yani, onu çıkartırsanız bir tek 2004’te olmuş. Genellikle bizde yerel seçimde iktidar partisi iktidar imkanlarını kullanarak oyunu arttırır sanılır, halbuki öyle değil. Bunun için istatistikçi olmaya da gerek yok, sadece çıplak rakamlara bakılsa bile, böyle bir seçim yok; iktidar partisinin bir önceki genel seçime göre yerel seçimde oyunu arttırdığı bir seçim yok. Ancak hemen genel seçimden sonra yapılmışsa, yahut da taraf değiştirme gibi olağanüstü bir durumla biraraya gelmişse oluyor. Bir kere olmuş yarım yüzyılda.
AB: Şöyle mi anlamalıyım; 2004’teki yerel seçimi 2009’daki yerel seçimle karşılaştırmak yanıltıcı.
AA: Tabii.
AB: Onu karşılaştıracaksak 2007’deki genel seçimler eğilimine göre bakmalıyız.
AA: Yahut da 2004’teki o taraf değiştirmeden dolayı olan oy kaymasını istatistiki olarak ölçüp onu da nazara almak lazım. Mesela 2011 seçimlerinde 2009’a göre iktidarın avantajlı olduğu durumlar var.
AB: Neler?
AA: Ekonomi kötü değil ve gittikçe de iyileşiyor gibi gözüküyor. Dünya Bankası, uluslararası kuruluşlar filan bir kaç kere revize ettiler yukarıya doğru. Yani öyle bir gidişat var, “daha kötü olmaz, daha iyi” olur düşüncesi var. Tabii herşey mümkün, ama görünüş öyle. Enflasyon da şu anda çok fazla yüksek değil. O bakımdan, ekonomik bakımdan, ödüllendirme söz konusu olabilir. Bir de iktidar aleyhine olan stratejik oy verme daha az olacak; demiştik ki yerel seçimler %6 daha fazla oluyor, o oldu 2009’da yani uyarıyı yaptı, seçmen, bu seçimde %8 oranında kaybetmesi lazım. Yani iki genel seçim arasında %14 stratejik oy verme ortalama olarak Türkiye’de.
AB: Dolayısıyla %39 civarında bir oy alabilir AKP.
AA: Oradan bir avantajı var, %14 yerine %8 olacak, yani yerel seçimden genel seçime daha az bir oy kaybı mevzu bahis, ama o her yıl kaybettiği 5.2 bir nevi kaçınılmaz gibi, yahut kaçınılabilir de her iktidar bazı kararlar almak zorunda. Amerikalıların bir sözü var “yumurta kırmadan omlet yapılmaz” diyorlar, yani iktidar olmak demek bazı kararlar almak demek. Her aldığınız karar da bazı kişileri küstürecek, kızdıracak yahut bazı uzlaşmalar yapmanız gerekiyor.
AB: Bir de yumurtayı yakmadan yapmanız lazım, Kürt açılımında şu anda yumurta yandı.
AA: O doğru, bir de verdiği sözleri yerine getirmeme durumu olabiliyor. Bunlardan dolayı iktidarda kaldığı süre boyunca aldığı kararlar çoğaldıkça, küstürdüğü insanlar çoğaldıkça %5.2 ortalama oy kaybediyor, bu istatistiki olarak ölçümler sonucunda elde edilmiş bir rakam. O kayıp aynen devam ediyor tabii, ama 2007-2009 arası 2009-2011 arasıyla aynı, yani o bakımdan kayıplar aynı oranda olacak. Ekonomi daha iyiye gidiyor, stratejik oylama biraz daha düşük olacak.
İktisat İşletme Finans’ta yayımlanmıştı bizim modelimiz, 2009 seçimlerinden önce. Ona gayret göstermiştik seçimden önce yayımlansın, “sonradan söyledi” denmesin diye. Çok yakın çıkmıştı, hatta daha bile yakın olacaktı, eğer gerçek milli gelir rakamları elimizde olsaydı, onlar 2 gün sonra açıklandı -seçimden kasti olarak saklandı demek istemiyorum, takvim öyle, 31 Mart’ta açıklanıyor- o rakamlar kullanılsaydı eğer, tahmin daha da yakın olacaktı. Orada kullandığımız denkleme eğer 2007 ekonomik koşulları konursa, yani şimdiyle 2011 seçimleri arasında -diyelim ki Mart’ta olacak-, aynı ekonomik şartlar olursa %39 civarında bir oy alması beklenmesi gerekiyor. Yani ille onu alacak demek istemiyorum, demin bahsettiğiniz faktörler var, açılımdan dolayı, PKK teröründen dolayı, ona verilecek reaksiyondan dolayı, yahut Anayasa Mahkemesi’nin alacağı karardan dolayı; bunlar değişiklikler yapabilir. Biz denklemde istatistiki olarak onlara şok diyoruz, tahmin yaparken onun beklenen değerini sıfır kabul ediyoruz, yani artı da olabilir eksi de olabilir, bilemediğimiz için sıfır diyoruz, ama içeriden bir bilgi gelirse, “Anayasa Mahkemesi şu yönde karar verecek”, yahut “PKK terörü şöyle değişecek”, “hükümetin reaksiyonu böyle olacak” vs. o zaman tabii yapılan tahmini revize etmek mümkün, ama şu anda sıfır kabul ettiğimiz için öyle olmuyor. Şoklar tabii neticeye tesir ediyor, benim söylemek istediğim şu; %39 alması gerekir eğer ekonomik koşullar 2011 seçimleri sırasında 2007 seçimi sırasındaki gibi olursa; daha öncekiyle aynı sürede iktidarda kalan bir parti, aynı ekonomik koşullarla seçime giren bir parti, aynı tipte bir seçim olduğu düşünüldüğünde.
AB: Son aylarda yaşadığımız Gazze’ye giden yardım gemisi olayları ve İsrail’le bozulan ilişkiler, İsrail’le çatışmanın hâlâ devam ediyor olması, seçmen üzerinde ve iktidar partisi üzerinde nasıl bir etki yapıyor?
AA: Onu istatistiki olarak incelemiş de değilim.
AB: Böyle faktörler nasıl etkiler?
AA: Onlar az önce söylediğim “şok faktörleri”ne giriyor, hükumetler verdiği kararlarla %5.2 kaybediyor ortalama, ama her karardan zarar görüyor demek değil, ondan faydalananlar da var, yani onların artı etkisi de var, yani artısı etkisi ne kadar olacak bilmiyoruz. O bakımdan fikir ileri sürmek yanlış olur, fakat hükumetin dik durması puan getirir. Dış politikada belki Gazze’ye gidilmesi yanlış olabilir, fakat mesela İsrail Dışişleri Bakanı’nın elçiyi alçakta oturtması, ondan sonra bunun basına yansıması gibi bir olayda eğer hükmet ona bir reaksiyon göstermezse, işte o oy kaybettirir. Yani olaydan sonra tepki göstermek gayet normal, ama ben dış politika uzmanı değilim, siyasi bilimci de değilim, ekonomistim, benim uğraştığım sahaya literatürde, “economic voting” diyorlar yani “ekonomik oy verme”. Bu konuda çok yazı yazan bir adam şöyle tanımlıyordu: “ekonomiyle siyasi ilimin kesiştiği nokta ekonometrik metodlarla sonuca varmak”. Yani siyasi ilimde çıkan teorilerden yararlanmaya çalışıyor.
AB: Dolayısıyla şokları da analiz etmiş oluyorsunuz?
AA: Evet.
AB: Bu ister dış politikada olsun...
AA: İşte onlara “kukla değişken” diyoruz, mesela parti liderlerinin değişmesi filan.
AB: Ben ona geleceğim.
AA: 2006’da Public Choice’de yayımlanan, ODTÜ’den Prof.Dr. Aysıt Tansel’le yaptığımız çalışmada, iktidar parti liderlerinin değişmesinin sonuçlara etkisi oldu mu diye incelemiştik.
AB: O zaman madem yeri geldi, Kılıçdaroğlu faktörü nasıl etkiler sizce? O da bir kukla değişken.
AA: “Kukla değişken”le ölçüyoruz, istatistiki manası o yani, yani ona “kukla” demiyorum yanlış anlaşılmasın! “Kukla değişken” diyoruz sayıya vuramadığımız için, 1 rakamını veriyoruz, onun olmadığı yıllara 0 diyoruz. Bir etki olmuş mu, gözle görülmeyen bir etki var mı onu ölçmeye çalışıyoruz. Fakat bunu yaparken diğer faktörleri kontrol etmek önemli, yoksa sadece rakamlara bakarsanız “a, bak çok etki olmuş!” diyebilirsiniz. Halbuki ekonomi de iyiye gitmiş olabilir yahut da ekonomi kötüye gidiyordur iktidar partisi oy kaybeder, “bak lider değişti ondan oldu!” denir. Yani bütün bunların kontrol edildiği bir ortamda ölçülmesi gerekiyor; istatistik ilminin anlamı o zaten, ekonometrik metodların anlamı bu. O şekilde ölçtük, mesela şu sonucu bulduk; Demirel’in iktidardan cumhurbaşkanı olarak gitmesi, yerine Çiller’in geçmesi ve Özal’ın gidip yerine Mesut Yılmaz’ın gelmesinin istatistiki olarak anlamlı olacak şekilde bir etkisi olmamış, yani diğer faktörleri dikkate aldığımızda, onları da hesaba kattığınızda bir etkisi olmamış. Kısa vadede olmuş olabilir, bilemeyeceğim, ama sadece şekilden dolayı birşey değişeceği kanaatinde değilim.
AB: Biliyorsunuz bir takım araştırmalar -bugün de baktım bir araştırma kuruluşu aynı şeyi söylüyor- Kılıçdaroğlu faktörünü CHP’ye bir toplanma nedeni olarak nitelendiriyor. Gerçekten bir liderin değişimiyle olacak bir oy artışı olabilir mi?
AA: Kısa vadede bir liderin değişmesi taze kan getirir, fakat liderin ne yapacağı önemli, uzun vadede onlar unutulur. Çiller de başa geldiğinde muazzam tepki olmuştu iyi manada. Ama oylara pek yansımadı. Zaten herkes zannediyor ki Demirel cumhurbaşkanı oldu partisi gitti, Özal cumhurbaşkanı oldu partisi gitti. Halbuki tam tersine onlar cumhurbaşkanı olduğu için partisi kötüleşmedi, partisi kötüleşmekte olduğu için onlar cumhurbaşkanlığına geçtiler.
AB: Yani Demirel de olsa fark etmeyecekti.
AA: Fark etmeyecekti, zaten rakamlara bakarsanız iktidar partisindeki oylar düşmeye başlamıştı, yani 87’de oyları düşmüştü, 84’te düşmüştü.
AB: Bir de bugünkü yüksek oy oranlarında değildi iktidar partileri, yani DYP %25’ler seviyesinde iktidar ortağı oldu anladığım kadarıyla. Bugünkü iktidar partisinin ulaştığı oy oranlarında değillerdi.
AA: Adalet Partisi ulaştı, Demokrat Parti ulaştı. Ecevit biraz yaklaştı ama aynı oranda değil. Zaten 2011’de AKP seçimi kazanırsa bir rekoru egale etmiş olacak, yani 3 dönem arka arkaya geçirmiş olacak. Demokrat Parti 50’de seçildi, 54’de, 57’de seçildi, ondan sonra darbe oldu zaten ne olacağını bilmiyoruz. Fakat demin bahsetmiştim, iktidar partisinin oyunu arttırması olağanüstü bir olay, düşürmesi daha kolay, iktidar partileri yüksek oyla başladığı zaman oy kaybediyor ama iktidarda kalıyor. Demokrat Parti 57’de oyları kaybetti, ama gene de %54’den kaça düştü şimdi hatırlayamıyorum %45 diyelim. O bakımdan bir partinin oylarının düşmesi mümkün, yüksek oyla başlamışsa iktidarda kalmaya devam ediyor, fakat gittikçe oyları eriyor. O yüzden bir parti asırlar boyu iktidarda kalamıyor, bu Amerika’da da öyle, başka ülkelerde de öyle.
AB: Dolayısıyla 3. kez olursa bu bir ilk mi olacak?
AA: Demokrat Parti zamanında 50-57 olan durum egale edilmiş olacak. 2007’de oylarını arttırarak 1954’deki durumu zaten egale ettiler. Olağanüstü bir durum, ama %47 olmaz, onu demek istiyorum, %47’yi aldı zaten, ondan sonra artık erime mevzu bahis.
AB: Bir son dönemde bizim hayatımızda daha açık bir şekilde ifade ediliyor, Türkiye siyasetinde bir “Pensylvania faktörü”nden söz ediliyor. CHP’de de dile geldi. Ayrıca bu iktidarın siyasi islam kökleri, muhafazakâr olması, daha koyu bir dini niteleme içerisinde yer alması ve de cemaatler olgusu da var. Cemaatler siyasi partilerin içerisinde ne kadar etkin oluyor bu çalışmalarda hiç karşılaşıyor musunuz?
AA: Dediğim gibi ben siyasi ilimci değilim, bu konuları fazla bilmiyorum fakat şunu söyleyebilirim, bana soruyorlar “AKP islamcı parti mi?” diye. Ben onu daha ziyade islamcı partiyi yok eden parti olarak görüyorum. Yani Erbakan ekolünün, Saadet Partisi’nin oyları %2-3’e düştü, yani 2002’de her ikisi seçime girdiler. Bunun sebebi de AKP’nin kendisini ortaya çekmiş olması.
AB: Daha farklı tanımlamış olması.
AA: “İslamcılığı bıraktık, siyasi islamı, milli görüşü bıraktık, AB karşıtlığını bıraktık” dediler ve AB ile yaptıkları anlaşmalarla bunu doğrular mahiyette hareket ettiler. Yani şu ana kadar herkes şüpheci davransa da bunu somut olarak kanıtladılar ki AB’ye karşı değiller. Halbuki tam tersine, öbür partiler “AB’ye girmek istiyoruz” diyorlar, ama öyle şartlar öne sürüyorlar ki “karşıyım” demekle eşit gibi oluyor. O bakımdan kanımca AKP sadece eski dinci durumuna dönerse, yahut sadece bir tarikata o zaman çok miktarda oy kaybeder. AKP’ye destek veren büyük bir grup AB reformlarını yaptığı için, açılımlara girdiği için, anayasayı daha demokratik yapacağı için desteklediler.
AB: Merkez sağ bir partidir artık AKP.
AA: Öyle davranıyor şu anda, ama içindeki fraksiyon onu değiştirirse çok kaybeder.
AB: Böyle bir durum olabilir mi? Marjinalleştikçe oyunuzu kaybediyorsunuz.
AA: Demin göçten bahsettik; Türkiye’de muazzam bir değişim oldu, şehirleşme oldu. Bunda Özal’ın reformlarının çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Sadece Türkiye ekonomisini canlandırmak bakımından değil; Anadolu’nun, Ankara’yla İstanbul’la bağlantısı olmayan şehirlerinden Avrupa’ya ihracat yapılıyor. İnsanlar seyahat ediyor ihracat bağlantıları yapmak için, konuşuyor, ediyor vs. Yani toplumda muazzam bir değişme oldu, daha önce Refah Partisi’ne, Fazilet Partisi’ne oy veren kişilerde bile büyük bir değişiklik oldu. Kanımca bunu en iyi okuyan AKP oldu, mesela Saadet Partisi’ni temsil eden kişiler bence o bu değişimi iyi okuyamadılar, yani tabanın da değiştiğini fark etti Erdoğan. O zaman dedi ki, “öbür gruplardan, orta sağ partilerden oy alırım hem de kendi tabanımı da karşıma almam, çünkü onlar da değişti”.
AB: Hatta 2002 ve 2007’de CHP seçmenlerinden de oy aldı, eskiden oraya oy veren belli bir kesimden.
AA: Çok değildir tahmin etmiyorum.
AB: Çok değil ama ondan bile aldı.
AA: DSP’den filan da aldı galiba. CHP’den aldığını zannetmiyorum da DSP’den aldı, istatistiki olarak biz göstermiştik Cem Başlevent’le, demin bahsettiğim İktisat İşletme Finans’ta 2009 Aralık’ta yayımlanan makalede. Orada ANAP’tan, DYP’den, MHP’den ve DSP’den bir miktar oy aldığını tespit etmiştik. DSP’den gelen oy o kadar fazla değildi diğerleri kadar.
AB: Bu son dönemdeki bir tartışma dalgası da, Türkiye’nin ekseninin kayması. Bu aslında çok uzun süredir var, ama son dönemde, özellikle İran mutabakatı, ABD ile olan ters düşüş, bir de İsrail’le olan olaylar vs. Mesela 3 Mart tezkeresi sırasında Birleşik Devletler’le yaşanan gerginlik Türkiye’de ciddi bir şekilde yerel, anti Amerikancı hareketi son derece geliştirdi. Bunun bir etkisi olmuştur, bütün seçmenler üzerinde sanıyorum. Bunlar seçmeni etkileyen faktörler midir? Biliyorum siz ekonomik tarafıyla ilgileniyorsunuz, ama şok faktörlerden söz etmişsiniz.
AA: Endirek olarak etkiler tabii, batıyı karşımıza alırsak ekonomik durumu da etkiler, kredileri etkiler vb. Fakat ben batıyı karşımıza alacağımız kanaatinde değilim, şundan dolayı; ilk başta bu olaylar olduğunda “Türkiye’nin ekseni mi kayıyor, Türkiye Doğu’ya mı kayıyor?” şeklinde haberler çıkıyordu Amerika’nın ileri gelen gazetelerinde. Son günlerdeki makalelere bakarsanız Financial Times’da, New York Times’ta filan çıkan makalelerde, tam tersine, “Türkiye Doğu’yu Batı’ya getiriyor, yani Doğu’nun eksenini Batı’ya çeviriyor,” deniyor.
AB: Bunun iktidar partisi üzerinde primi olur mu? Gazze ve İran konuları nasıl etkiler?
AA: Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne girmesi, G20’ye girmesi, bunlar önemli olaylar. Tabii ki Türkiye’nin prestijini arttıran herşey Türkiye’de onu başaran kişilere artı puan olarak yazılacak, ama tabii herşeyi tadında bırakmak lazım, çok sert çıkılırsa iyi bir etkisi olmaz. Fakat ben Batı’nın da bunu çok kötü karşıladığı kanaatinde değilim.
AB: Nitekim AB’nin davranışları daha farklı olarak geliyor.
AA: Bunu İsrail’e karşı bir hareket değil de oradaki şu anki hükumete karşı bir trpki olarak değerlendirmek lazım.
AB: Netanyahu hükumetine. Hükumet de bunu dillendiriyor zaten.
AA: Zaten İsrail gazetelerinde filan da kendi hükumetlerini eleştiren yazılar çıkıyor, yapılan hareketin doğru olmadığı yönünde. Tabii dozajı arttırılırsa ona birşey diyemeyeceğim, onu gene diplomasi konusunda uzman olan kişilere sormak lazım.
AB: Son bir şey daha sormak istiyorum; geçenlerde Yunanistan’daydınız ve krizin tepe noktasında orada oldunuz. Komşunun seçmeni nasıl davranıyor?
AA: Orada da Türkiye’de seçmenle ilgili yaptığımız çalışmaları yapalım teklifinde bulundular. Gittiğim konferansın konusu, “AB’ye aday ülkeler Yunanistan örneğinden ne öğrenebilir?” idi. Bu önceden ayarlanmış bir toplantıydı, fakat orada tam tersine döndü, “Yunanistan Türkiye’den ne öğrenebilir?” diye. En çok sorulan sorular da, “Türkiye 2001 krizini nasıl aştı?”, “Biz de aşabilir miyiz?”, “Biz Türkiye’den ne öğrenebiliriz?” şeklindeydi. Konferansın teması tam tersine döndü. Şunu gördüm, Türkiye’ye çok ilgi gösteriyorlar, Türkiye’nin artık çok önemli bir ülke olduğunu görüyoruz. Obama Türkiye’ye geldi, Yunanistan’a uğramadan geçti mesela. Türkiye BM Güvenlik Konseyi’ne girdi.
Yunanistan’da 2 parti var hep ve 2 aile var neredeyse Papandreou ve Karamanlis; biri geliyor biri gidiyor. Bana sordukları soru, “Türkiye’de ne oldu da, bütün yerleşmiş partiler, hepsi birden güme gitti, dışarıda kaldılar, yepyeni bir parti geldi? Bunun oluşması için hangi faktörler gerekiyor, Yunanistan’da olabilir mi?”
AB: Çok ilginç. İlave etmek istediğiniz başka bir husus kaldı mı?
AA: Bilmiyorum belki konum olmayan konularda da konuştum. Kendi şahsi fikrim olan şeyleri ayırt etmeğe çalıştım, ayrı söylemeye çalıştım, ilmi olarak, istatistiki olarak bulduğum şeyleri ayrı tutmaya çalıştım. Beraber çalıştığım meslektaşlarım Aysıt Tansel’den bahsettim, Cem Başlevent’den bahsettim, görüşler sadece bana ait, yani onlarla sadece ilmi çalışma yapıyoruz, onların görüşlerini onlardan alırsınız.
AB: Ali Akarca çok teşekkür ediyoruz, Açık Radyo’da Açık Gazete’de konuğumuz oldunuz. İyi günler dilerim.
AA: Ben de teşekkür ederim bana çalışmalarımı dinleyicilerinize aktarma şansı tanıdığınız için.
(6- 7 Temmuz 2010 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)