Neden Ali Yaşar Sarıbay? Türkiye yakın tarihinin en ilginç seçimini yaşadı. Ordu, Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi, CHP, DYP ve ANAP tarafından cumhurbaşkanı seçmesi engellenen bir parti, seçimde yüzde 47'lik bir zafer kazandı. Bu zaferiyle, karşısındaki güçlerin iktidar zeminini sarstı. Peki bu sonuç nereden kaynaklandı? 'Her iki kişiden birinin oyunu AKP'ye vermesi' hangi gelişmelerin sonucunda oldu? Bu sadece siyasi bir netice miydi yoksa 60 yıllık süreçte yaşananların bir değişim zıplaması yapması mıydı? Toplumun tercihinin nedenleri nerelerde aranmalıydı? Çünkü şu açık ki, bu seçimlerin arkasında yatan nedenleri anlamadan, Türkiye'nin bugününü anlamak mümkün olmayacak. Biz de bu seçimleri, son kitabı 'Toplumun Mantığı' ismiyle yayımlanan, İslam, modernite, kamusal alan, kapitalizm, globalleşme üzerine çalışan Uludağ Üniversitesi'nde siyaset sosyoloğu Prof. Ali Yaşar Sarıbay'la konuştuk. Seçimler Tarhan Erdem dışında kimsenin tahmin edemediği sonuçlarla bitti. AKP, pek örneği görülmeyen tarihi bir zafer kazandı. Bu, sizce herhangi bir seçim sonucu muydu yoksa toplumdaki daha derin bir değişimin işareti miydi? Daha derin bir değişimin işaretidir ve Türkiye'nin uzun süredir yaşadığı bir sürecin sonucudur. Bu uzun süreç, Türkiye'nin kapitalistleşme sürecidir ve son aşaması da global kapitalizme eklemlenmesidir. AKP bu sürecin en önemli anında iktidarda bulundu ve arkasındaki birikimi iyi değerlendirdi. AKP, kapitalizme eklemlenmeyi dört buçuk yıldır çok hızlı yaptı ve en üst düzeye ulaştırdı. Üstelik Batı'dan çok farklı bir mekanizmayla yaptı bunu. Nasıl yaptı? AKP, bir yanda piyasa ekonomisiyle ilgili had safhada düzenlemeler yaparken, diğer yanda bu süreçte avantajlı olmayan kesimleri sisteme entegre etmek için, Batı'dan çok farklı politikalar uyguladı. Global kapitalizmin getirdiği nimetleri, yoksul kesimlere piyasa dışı mekanizmalarla yansıttı. Mesela sağlıkta yapılanlar piyasa dışı bir mekanizmanın halk lehine devreye sokulmasıdır. AKP döneminde adil bir dağılım yapıldığını söylemiyorum ama bu yoksul kesimler, AKP iktidarında bu imkânlarla tanıştıkça ve küçük üreticilik belli ölçüde destek gördükçe sosyal dışlanmışlık duygusunu üzerlerinden atmaya başladılar. Sosyal ve siyasi hayata, ekonomiye dahil oldular. Bu seçim sonuçları toplumsal hayatımıza nasıl yansıyacak? AKP akıllı, ılımlı, makul ve olgun davranırsa çok iyi yansıyacak. Çünkü AKP'nin aldığı oylar AKP'nin geçmişteki ideolojik görüşüyle sınırlı değil. AKP bu seçimde hem yeni katılan seçmenlerden, hem de AKP'li olmayanlardan oy aldı. Çünkü AKP, parti içi bir koalisyon kurdu. 'Bu seçimde AKP yine tek başına iktidar oldu' diyenler aslında yanıldılar. AKP tek başına iktidar olmadı. AKP'nin içinden çıktığı ideolojinin, geldiği kesimin iktidarı değil bu kesinlikle. Kimin iktidarı peki bu? Bu bir koalisyon iktidarıdır. Partinin yönetim kadrosunu geçmişiyle ele aldığınızda bile bunun artık bir Milli Görüş ideolojisinin iktidarı olmadığını görüyorsunuz. 'Milli Görüş gömleğimi değiştirdim' dediği de budur zaten. AKP'ye artık bir koalisyon olarak bakmak lazım. AKP merkeze oturdu ve merkeze oturmak, uçları törpülemek demektir. Merkez geometrik bir şey değildir. Merkez siyasi bir duruştur ve yelpazenin sağından solundan kapsayabileceği kesimleri kapsamak demektir. AKP için herhangi bir sınıfın, kesimin temsilciliği artık gündeminden çıktı. Şimdi o bir koalisyon oldu. AKP'nin parti içi koalisyona gitmesi tesadüf değil tabii. Niye tesadüf değil? Çünkü çeşitli toplumsal sınıfları temsil etmek, herkese hitap etmek bir siyasi partinin meşruiyetini pekiştirir. Ayrıca Türk siyasetinde merkezi ele geçirmek, devleti kontrol etmekle de özdeş görülüyor. Zaten yaşanan çekişmeler aslında bununla ilgili. AKP'nin merkeze oturmaya yönelmesi, devleti kontrol etmesiyle özdeşleştirildiği için bu çatışmalar yaşanıyor. AKP, kendi içindeki koalisyonun taleplerini karşılamanın devlet iktidarını ele geçirmekle mümkün olduğunu biliyor. AKP devlet iktidarını ele geçirdi mi? Devlet iktidarını ele geçirmesi bir seçimle olabilecek bir şey değil. Bu, o kadar kolay değil. Ekonomi ve sosyal politikalarında, siyaset ve demokrasi anlayışında bundan sonra ne kadar başarılı olursa, AKP'nin devlete nüfuzu da o kadar fazla olacak. Bu sürece klasik bir şemayla bakanlar, bunu endişe verici olarak algılıyorlar. Oysa bu sürecin AKP'yi de dönüştürdüğünün farkına varmıyorlar. Öyle ki, Erdoğan'ın veya Gül'ün temsil ettiği düşünce geçen dört buçuk yıl içinde zaten dönüştü ve bu seçimlerle AKP daha da değişti. Alınan yüzde 47'lik seçim sonucu ise AKP'yi, kendisini daha da değiştirmeye zorunlu kıldı. Demokrasilerde devlet iktidarı diye ikinci bir iktidar olabilir mi? Seçimleri kazanan, devleti yönetmez mi demokrasilerde? Öyle olması gerekir. Ama devlet telakkimiz Batı'dan farklı bizim. Devlet iktidarının temsilcisi kim derseniz, bu ordu olarak görülüyor. Her krizde, her aşamada orduya davetiye çıkarmanın ve ordunun bu tür davetlere icabet etmesinin sebebi budur. Oysa demokrasilerde oyunun kuralı şudur. Seçimlerde en fazla oyu kazanan veya kazananlar, iktidarı alır ve devleti yönetir. Ama dünyada şu olgu da yaşanıyor. Toplumu anlamada ve onun taleplerini karşılamada yetersiz kalan devlet seçkinleri, iktidarları aşındığında ve işlevsiz kalacaklarını gördüklerinde yargıyı kullanıyorlar. Kanadalı bir anayasa hukukçusunun deyimiyle, 'Yargı iktidarı' denilen yola başvuruyorlar. Yani yargı yoluyla iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar ve seçilmişlerin iktidarının önüne geçiyorlar. Bizim cumhurbaşkanı seçiminde yaşadıklarımızı açıklayan bir durum bu. Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararını alması sürecinde işte bu kriz çıktı. Bizde CHP'nin temsil etmekte çok hevesli olduğu ve ordunun da içinde bulunduğu bir devlet seçkinleri grubu var biliyorsunuz. Bizim hayatımızda bir de, 'Türkiye'nin özel şartları var' diye sık tekrarladığmız bir kalıp bulunuyor. 'Burada ordu siyaseti belirler' anlamına gelen bir cümle bu. Bu seçimlerden sonra 'Türkiye'nin özel şartlarının' durumu ne? Demokrasilerde başvuracağınız tek yer seçmen kitlesidir. Bu seçimlerle, ordunun siyaseti belirleme algısı aşıldı. Ordunun siyaseti belirleme meşruiyeti çok yıprandı. Bu seçim sonuçlarıyla siyasete dışarıdan müdahalenin, yani bürokratik vesayetin altı oyuldu. Artık kurumsal sorumlulukların yerli yerine oturması, herkesin kendi işini yapması gerekiyor. Yani ordunun orduluk, siyasetçinin de siyasetçilik görevini yapması gerekiyor. Ayrıca dürüst olmak lazım. Bu ülkede askeri müdahaleler sadece iktidar hırsı olan askerlerce yapılmadı. Askeri müdahaleleri teşvik eden sivilleri de hiç unutmamalıyız. Üniversitelerin içinde kendilerine 'paşa' diye hitap edilen profesörler var. Sivil askerler var. Artık bizdeki bu 'dost-düşman' anlayışının bitmesi gerekiyor. Ordu yine muhtıra verebilir mi? Vermek için meşru bir gerekçesi yok artık. Siyasetle ilgili mekanizmaların, imkânların tıkanması, eskiden muhtıralara meşruiyet kazandırıyordu. Ama bu kez tıkanıklık seçimle aşıldı. Mesela MHP seçim sonrası oluşan yeni tabloda cumhurbaşkanlığı seçimi için uyumlu davrandı. Demek ki siyaset kendi kurallarıyla işliyor ve sorununu çözecek. Dışarıdan bir kurumun, 'Benim istediğim türden bir cumhurbaşkanı niye seçilmiyor' deme hakkı ortadan kalktı. Çünkü ülkede seçim yaparak oyunun kurallarını kabul etmiş oluyorsunuz. Ayrıca Anayasanız var ve o 'çoğunluk partisi kendi adayını gösterir' diyor. Üstelik çoğunluk partisi de seçimde yüzde 47 oy almış bir parti. Cumhurbaşkanını seçme yetkisini tekrar onun elinden alma meşruiyetiniz yok artık. Eskiden AKP'nin oy oranıyla ve parlamentonun toplumu temsil gücüyle ilgili şüpheler ve itirazlar vardı. Bu seçimle bütün bu itirazlar ortadan kalktı. Son seçimler, ordu-siyaset ilişkisinde başka neleri değiştirecek? Batı demokrasilerinde orduyla hükümet ilişkisi neyse Türkiye'de de o olmak zorunda. Seçimler bunu pekiştirdi. Çünkü muhtıradan hemen sonra yapıldı. Seçime niye gidildiğini hatırlarsanız, seçmenin yüzde 47'si 'Biz sizin o tür itirazlarınıza itibar etmiyoruz' diyor. Bu da, 'anayasal sınırlar içindesiniz artık' demektir. Biliyorsunuz, Anayasa'da 'muhtıra' diye bir şey yok. Bundan sonra siyasete müdahale etmek, muhtıra vermek eskisi gibi olabilecek bir şey değil. Bu seçimden sonra siyasetçilerin siyaset tarzı değişecek mi? Değişecek. Çünkü MHP ve AKP'deki parti içi koalisyona baktığınızda, siyaseti değiştirmeye aday insanlar var. CHP'nin de bu seçimi olumluya çevirmesi mümkün. Bu seçimden sonra artık herkes kendisini yeniden gözden geçirmek zorunda. Özellikle Deniz Baykal'ın temsilciliğini yaptığı 'sürekli gerginliğe' dayalı bir politika türü var. Bu tür devam eder mi? Hiçbir işe yaramaz bu artık. Bu politika türünün iflas ettiğini bu seçimler gösterdi. Artık halk, politikacı kendisine somut ne vaat ediyor, kendisinin somut problemlerini politikacı nasıl çözüyor ona bakıyor. MHP kürsülerden idam ipi sallamış, şehitler ve savaş konusunu çok kullanmıştı. Bu tür bir politika devam eder mi? Etmeyeceğini, MHP kendisi de gösterdi. Bahçeli'nin seçim sonrası yaptığı açıklamalar bu politikanın sürmeyeceğini ortaya koydu. Zaten o politikayı şehit aileleri de hoş karşılamadı. Çok önemli bir meselenin oy toplama aracına dönüştürülmesinden rencide oldular. Çünkü çirkin bir mizansendi ve MHP'nin seçimden önce gösterdiği ağırbaşlılıkla uyuşmuyordu. AKP, iktidarı sırasında birçok başarının yanı sıra birçok da hata yaptı. AKP'li belediyeler içki meselesiyle uğraştı, zina yasasını çıkarmaya çalıştı, AB üyeliğinde çok yavaşladı, en vahimi Şemdinli skandalının üstünü örttü. AKP bu kadar büyük bir destekle, bu hataları da büyüterek sürdürür mü? Yoksa hatalarından vaz mı geçer? Seçim, AKP için yeni bir ölçüt getirdi. Demokrat olup olmama ölçütüdür bu. AKP bütün tavrını bu ölçüte göre ayarlamak zorunda. Dolayısıyla geçmişteki hataların hepsinden dönmek zorunda. Çünkü demokratlık şeffaf olmayı, hak ve özgürlüklere duyarlı olmayı zorunlu kılıyor. Daha önce yapılan hatalar, din vurgulu girişimler artık olmayacak. Çünkü yüzde 47'lik oy oranı AKP'ye bir uyarıdır. Aslında bu, ona yapılan 'değiş' uyarısıdır. Yüzde 47, AKP'yi demokrat olmaya zorlayan bir oy oranıdır. Bu kadar oy alan bir parti eğer demokrat olma zorunluluğunu hissetmezse, zaten ne demokrasiden bir şey anlamış, ne de demokrasiye bir şey katabilir demektir. O zaman da iktidardan siyaset yoluyla uzaklaştırılır. Bu kadar büyük bir destek için sanırım çok fazla faktör yan yana gelmeli. Yan yana gelen hangi faktörler AKP'nin zaferini sağladı? Ekonomi. Bunun içinde sağlık ve eğitim hizmetleri de var. Tarhan Erdem'in yönetimindeki KONDA'nın araştırmasında da seçmenin oy vereceği partiyi belirlerken dikkate aldığı faktörlerin başında yüzde 78.3'le ekonomik durum ve beklentiler geliyor. Laikliğe yönelik kaygılar yüzde 10.3'le en altta yer alıyor. Gelir düzeyine göre de, AKP'yi en çok en yoksullar, en az en zenginler destekliyor. AKP piyasa ekonomisini geliştirmek için düzenlemeler yaparken, yoksul kesimleri, sosyal dışlanmışları ihmal etmedi. Onları yalnız bırakmadı. Sağladığı destekle bu kesimlerin kapitalizme karşıtlığını törpüledi, onları sisteme entegre etti, Türkiye'nin kapitalistleşmesini kolaylaştırdı. Şimdi kimse 'kapitalizm ne kötüymüş' demiyor. Ama muhalefet bunu göremedi. Neyi göremedi? 'Piyasa ekonomisi eşitsizlik üzerine kurulur. Bu eşitsizlikten rahatsız olan kesimler mutlaka bize oy verecekler' diye düşündü. Ama AKP hem piyasa ekonomisini geliştirdi, hem de piyasa ekonomisinin yoksul kesimlere olabilecek olumsuz yansımalarını piyasa dışı mekanizmalarla önledi. Göreceksiniz yerel seçimlerde AKP, Diyarbakır dahil çok yerde çok daha büyük bir patlama yapacak. Deniz Baykal çok suçlanıyor ve CHP'nin onun yüzünden kaybettiği söyleniyor. Acaba burada bir haksızlık var mı? CHP'nin tabanı aslında Baykal'dan daha ileriydi de bu parti Baykal yüzünden mi kaybetti? Yoksa CHP'nin tabanının talepleri hayatla çeliştiği için mi bu sonuçlar çıktı? Baykal bu yenilgide tabii ki bir faktör. Somut hiçbir meseleyle ilgili bir vaatte bulunmadı. Üstelik iktidarına payanda olarak siyaset dışı kurumları aldı. Muhtıraya karşı çıkmadı. Halk bunu olumlu bulmadı. Baykal'ı en çok bitiren de, "Anayasa Mahkemesi'nden cumhurbaşkanlığı seçimi için 367'yle ilgili olumsuz bir karar çıkarsa, Türkiye'de çatışma çıkar" demesi oldu. Baykal, sorumlu bir siyasetçi imajı vermedi. Bu, sadece hukuka müdahale değil, siyasetçi olarak siyaset dışı müdahaleleri hoş gören bir tavırdı. Ama şu var. CHP tabanı da Baykal'a uyumlu davrandı. Taban da, laiklik-anti laiklik, cumhuriyet- cumhuriyet karşıtlığı gibi 1950'lerden beri tartışılan siyasi değerlere sıkıştı. Bu tartışmalar ise insanlara hitap etmedi. Peki CHP sosyal demokrat bir parti olabilir mi? Çağdaş sol bu partinin bünyesiyle uyuşur mu? Hayır uyuşmaz. CHP'nin solla ve sosyal demokrasiyle alakası olmadığı ortaya çıktı. Baykal ve yönetim kadrosu değişirse CHP değişir ve sol bir parti olur sanılıyor ama... Olmaz. CHP'nin tabanının çoğunluğunda da hâkim olan zihniyet İttihatçı zihniyettir. Toplumu bir mühendislik olayı olarak tasarlama zihniyetidir bu. Bu seçimden sonra toplumun neredeyse bütün kesimleri parlamentoda temsil ediliyor. Bu durum, ülkede gerginliği azaltır mı yoksa orada yaşanabilecek gerginlikler topluma yansır mı? Azaltır. Çünkü temsil imkânı var ve söylenen her şey kamusal olarak söylenmiş olacak. Bütün tartışmalar parlamentoda herkesin önünde yapılacak. Konuşulmayan şeylerin konuşulma imkânının elde edilmesi gerginlikleri azaltır. Kürt meselesi böylece daha olumlu ve ılımlı bir zeminde tartışılabilecek. Bir de medyanın durumu var. Halkı en iyi tanıması gereken medya bu seçim sonuçlarını tahmin bile edemedi. Radikal'in "AKP yüzde 48 alacak" manşeti hakaretlerle karşılandı. Medyanın halktan bu kadar uzak olmasını nasıl açıklıyorsunuz? Medya, olan biteni görmek istediği gibi görmeye çalıştı. Objektif olamadı. 'Biz uzaydan gelmişiz' diyen yazarlar da oldu. Medyanın bir bölümü uzayda mı yaşıyor gerçekten? Evet öyle. Toplumu izlemiyorlar. Seçim sonuçlarıyla ilgili olarak, 'Bu halk müstahaktır. Biz söylemiştik ama anlatamadık. Yazdık, yazdık anlamadılar' gibisinden hakarete varan tepkiler oldu. Yazılanlara, söylenenlere baktığınızda şaşırıyorsunuz. Neredeyse ithal halk gündeme gelecek. Başka bir halk getirilip, ona seçim yaptırılacak. Seçim sonuçlarına saygı duymak AKP'yi onaylamak, desteklemek anlamına gelmez ki. Bu, demokrasiye olan inançtır. 'Ben demokrasiye inanmıyorum' deme hakkı da vardır insanların. Öyle desinler ve daha samimi olurlar. Medya uzayda yaşamaya devam edebilir mi yoksa bu seçimler siyaset gibi medyayı ve gazetecilik tarzını da değiştirecek mi? Değiştirmeli. Baykal'ın istifasını isteyenler var. Haklı olabilirler ama böyle gaflet içinde olan yazarların göreve devam etmelerinin de acaba bir anlamı var mı? Onları artık inandırıcı bulabilir misiniz? Onlar da güvenilirliklerini yitirdiler. Gazeteciliğin görevi, toplumsal yapıyı objektif yansıtmaktır.
Canlı Yayın
Kâinatın tüm seslerine, renklerine, titreşimlerine Açık Radyo...
Ekolojiden siyasete, edebiyattan müziğe Apaçık Radyo'da haftanın öne çıkan gündemleri mail kutunuzda!
İletişim
Açık Medya Yayıncılık A.Ş.
Koltukçular Çıkmazı No 7 İç Kapı No 2
Tophane, Beyoğlu, İstanbul, TR-34425
Telefon: +90 212 343 4040
Faks: +90 212 232 3219
E-posta: [email protected]