18 Haziran 2006
11 Eylül'ün pek farkında olunmayan bir kurbanı var: Planet Hollywood. Lokanta zinciri 2001 Ekim'inde ikinci kez iflasını ilan edince firma ortakları Arnold Schwarzenegger, Bruce Willis ve Sylvester Stallone suçu 11 Eylül'e atmıştı. "Turist sayısındaki düşüş, konferans iptalleri" vs... 'True Lies/Gerçek Yalanlar', 'Rambo III' gibi filmlerin starları tarafından kurulan bir firmanın iflasında zengin bir Arap teröristinin de payı olduğunun varsayılmasında bir ironi var. Planet Hollywood'un kapanması, geleneksel aksiyon kahramanlarının sonunun geldiği gerçeğini daha da su yüzüne çıkardı. Özellikle Arnold Schwarzenegger ve Sylvester Stallone neredeyse emeklilik dönemine girmiş gibi. Schwarzenegger'in siyasi kariyerini dışarıda bırakırsak, Willis aksiyon kahramanlığından aktörlüğe meylederek daha zekice işler yaptı. Oyuncu, 'The Siege/Kuşatma'daki faşist komutan karakterinden 'Unbreakable/Ölümsüz'ün kafası karışık süper kahramanına kadar hep aktörlükle kahramanlığı birbirine yedirmeye çalıştı.
Stallone ve diğerleri Screen International dergisinin editörü Mike Goodridge, "Adalelerin, tabancaların ve hazırlop vurucu cümlelerin hüküm sürdüğü günler geride kaldı. Özellikle büyük bütçeli Hollywood filmlerinde..." diyor. "Galiba izleyici alternatif aksiyon kahramanlarını seviyor. 'Pirates of the Carribean/Karayip Korsanları'nda Johnny Depp'in canlandırdığı türden zeki ve komik karakter, 'Bay ve Bayan Smith'deki birbirine rakip karı koca veya 'Batman Returns/Batman Dönüyor'un duygusal açıdan hasar görmüş hüzünlü süperkahramanı gibilerini... Seyirci, farklılık, kusur ve ahlaki ikilemler istiyor. Belki böylesi 11 Eylül sonrası dünyada daha inandırıcı". Tabii bu koşullarda Stallone de 1997 tarihli 'Copland'de karakter aktörlüğünü denemişti ama deney iyi bir sonuç vermemişti. Oyuncu, şu aralar 'Rocky IV'le yeni 'Rambo'nun çekim hazırlığında. Bu filmler, 'o kadar kötü ki iyi' olarak da tanımlanabilecek kitsch bir eğlence vaat etmesine rağmen eski başarıları tekrar yakalamak için atılan ümitsiz adımlar. İki film de ancak günümüzün belirsizliklerini yansıttıkları ve geçmişin siyah beyaz anlayışını terk ettikleri sürece başarılı olabilecek. Stallone ile Schwarzenegger nesli tükenmiş birer dinozor. Kurt Russell ise bu durumdan kılpayı kurtulmuş bir 80'ler ikonu. 1998 yapımı eski moda kahraman filmi 'Soldier/Asker'in başarısızlığı, oyuncuyu 'Dark Blue/Hesaplaşma' gibi karanlık filmlere ve (hâlâ gösterimdeki) 'Poseidon/Poseidon'dan Kaçış' gibi bol starlı felaket filmlerine yöneltti. Harrison Ford da bundan ders almalı. Ford, farklı rollere direndi ve risk taşımayan projelere takılı kaldı. 'Trafik'le 'Syriana'da daha sonra Michael Douglas'la George Clooney'nin canlandıracağı karakterleri oynamayı kabul etmedi. Oscar iddialısı bir Stephen Gaghan senaryosunu geri çevirmek talihsizlik, ikisini birden geri çevirmek ise delilik.
2000'lerin aksiyonu Yeni nesilden birkaç isim, eski aksiyon kahramanların yerine geçmeye çalıştı. 2000'li yıllar yaklaştıkça benzetmeler de peşi sıra gelmeye başladı. Vin Diesel yeni Bruce Willis, The Rock yeni 'Arnie', Ben Affleck yeni Harrison Ford olacaktı ama seyirci ikna edilemedi. Bu arada çok daha mütevazı bir oyuncu, Matt Damon, Bourne serisiyle beraber yeni neslin aksiyon kahramanı oldu. Damon, "Filmin kahramanını geleneksel bir aksiyondakinden daha komplike yaptık. 'Bourne Supremacy/Medusa Darbesi'nde bir kadını suratından vuruyor. Yani kaç tane anaakım aksiyonda böyle birşey görebilirsiniz?" diye soruyor. 'Medusa Darbesi'nin yönetmeni Paul Greengrass, 11 Eylül draması 'United 93'nin promosyonuyla meşgul. Ama yakında Bourne serisinin üçüncü filmi 'The Bourne Ultimatum'u yönetecek. Yönetmen, projede neyin ona çekici geldiği konusunda kesin fikirlere sahip. "Özel çünkü gerçek. Dünyanın gidişatına ve zamanımıza dair bir şeyler söylüyor". Greengrass, Bourne'u James Bond'un antitezi olarak kabul ediyor ama Bond yapımcılarının eli boş durmuyor. Onlar da 007'yi kirletme çabasında. Pierce Brosnan'dan vazgeçip daha genç ve asabi Daniel Craig'te karar kılınması bunun kanıtı. Yorumcular, Soğuk Savaş kutuplaşmasının o dönemin aksiyonları için müthiş bir şey olduğunu ama bugünlerde 'kötü adamların' her yerden çıkabileceğine dikkat çekiyor. Goodridge, "Her şey değişti. İzleyiciler kahramanlarının sıradışı olaylarla boğuşan sıradan insanlar olmasını istiyor" diyor. Hollywood aksiyon kahramanları her dönemde Amerika'nın içinde bulunduğu durumu ve daha genelde dünyadaki kültürel-politik iklimi yansıtır. 1950'lerde ülkenin savaş sonrası kendine güvenini yansıtan ama içinde asabiyeti ve güvensizliği de barındıran John Wayne vardı. 1960'ların kahramanı, yüzeyde serin duruşlu, asi ama içinde çelişkili Steve McQueen'di. 1970'lerde Clint Eastwood'un hırçın nihilizmi hüküm sürdü. Vietnam'dan dolayı egosu zarar görmüş ulus, 1980'lerde B sınıfı aktörler Stallone ile Schwarzenegger'in maceralarında destek buldu. 1990'larda Bruce Willis'le Keanu Reeves vardı. Öncekilerden daha kolay hata yapabilen bu kahramanlar, ideolojileri açgözlülüklerini maskeleyen teröristlerle çarpışıyordu. 2000'lerin ise Matt Damon'ı var: Başı belada, düşünceli ve acılı... Dünyanın korkularını yansıtan yüzü... Total Film'den kısatılarak çevrildi.