1 Mart 2010Referans Gazetesi
Yunanistan'ın içine sürüklendiği ekonomik kriz, Avrupa Birliği'nin en önemli gündem maddesi. Yakın gelecekte ekonomiye odaklanması beklenen AB'nin, Türkiye'nin üyeliği konusunu düşünmeye bile zaman ayıracağı kuşkulu.
Avrupa Birliği'nin (AB) görünürdeki en önemli sorunu, Yunanistan'ın içinde bulunduğu duruma çözüm bulmak. Brüksel toplantısından Yunanistan'a destek verileceği biçiminde, içeriği pek de belli olmayan, "olumlu" bir sonuç çıktı. Yunan hükümeti, bazı önlemler alacağını açıkladı. AB, Yunanistan'ın biraz daha fazla önlem alması gerektiğini söyledi. Yunan hükümeti de sokaklara taşan tepkileri gösterip daha fazla zorlanmaması gerektiğini ima etti. "Malumu ilam etmekle" yükümlü(!) olan derecelendirme kuruluşlarından birisi, dört büyük Yunan bankasının notunu, "dikkatli bir biçimde", BBB+'dan BBB'ye indirdi. Bu açıklama, özetle, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle" türünden bir şey. Daha uzun döneme gelince, Yunanistan ekonomisinde olup bitenler söylendiği kadar ciddiyse, BBB notu bu bankaların ilerideki durumunu abartılı bir biçimde iyi gösteriyor olmalı. Eğer bu not doğruysa, Yunanistan'ın ilerideki durumu korkulduğu/söylendiği kadar kötü değil.
IMF ise destek vermeye hazır olduğunu söyledi. Feodal geçmişlerinin etkisiyle olacak, bunu hem AB hem de Yunanistan onur zedeleyici buldukları için, şimdilik, sadece gerekli görmediklerini açıklamakla yetiniyorlar. Ama bir yandan da birbirlerine karşı, hafif tonla, kullanıyorlar da. Oysa, herkes işin çözüm yerinin IMF olacağını ve IMF'nin zaten çoktan işin içinde olduğunu biliyor. Yunanistan'ın alacağı önlemlerin amacı sağlamaya yetip yetmeyeceği konusunda kim fetva verecek ki? Bu konuda bilgisi ve deneyimi olmayan AB bürokrasisi mi, IMF mi? Paraya gelince, ya AB bulup buluşturup Yunanistan'a kaynak aktaracak ya da IMF piyasalardan biraz daha borç alacak. IMF bu borcu Yunanistan'dan alacak değil ya... AB kimden borç alacaksa ondan alacak... Sonuç olarak Yunanistan'ın acil sorunu çözülecek. Bütün bu olup bitenlerden sonra 2010'da Yunanistan'ın toplam dış kaynak talebini önemli ölçüde artırması zaten söz konusu değildi. Kısa dönemde sorun, Yunanistan'ın piyasalarca bilinen 2010 kaynak gereksiniminin, uygun bir fiyatla karşılanmasının sağlanması. O da sağlanır.
Değişmez şeyler değişecek
Daha uzun döneme gelince, bazı değişmezler değişecek. Bir kere dış borcunu ödemeden idare edebileceği izlenimi verilen Yunan toplumu değişecek. Borcunu ödemeyi öğrenecek. Bunun sıkıntısını yaşayacak. Başına bu işi açanın bizzat kendisi olduğunu belki kabul edecek, belki de edemeyecek. Ama kendisini "fedakârlık yapmaya" zorlayan hükümete kızacak. Belki de onu değiştirecek. Sonra Yunanistan'ın kamu dış borcu düşecek. Bunun neden olacağını görmek için Yunanistan'ın dış borcunun borçlular itibariyle dağılımına bakmak yeter. Yunanistan Merkez Bankası'nın verilerine göre, 2009'un son çeyreği itibariyle Yunanistan'ın kamu kesiminin dış borcu 223.7 milyar doları genel yönetim ve 38.7 milyar doları da parasal yetkelerin olmak üzere 262.4 milyar dolar. Bu, söz konusu tarihte Yunanistan'ın toplam "gayri safi" dış borcunun (406.1 milyar dolar) yüzde 64.6'sı! Görüldüğü üzere Yunanistan'ın dış borç yapısı bizden çok farklı. Kamunun dış borcu baskın. Bunu, toplam dış borcun yüzde 28.4'ünü taşıyan mali kurumlar (kabaca bankalar) izliyor. Mali olmayan özel kesimin dış borcu ise epeyce düşük (toplam dış borcun yaklaşık yüzde 7'si).
Neler olacağını özetleyelim:
1) AB-IMF, Yunanistan'ın kısa dönemli mali sorununu çözmesini sağlayacak kaynak temin edecek.
2) Yunanistan ciddi bazı önlemler alacak.
3) Bu önlemler Yunanistan'ın kamu kesiminin dış borcunu düşürdüğü ölçüde başarılı olarak görülecek/gösterilecek.
4) Yunanistan küresel mali sistemin tatmin olduğu bir noktaya kadar kamu dış borcunu indirince, itibarı yeniden artacak.
5) Yunan özel kesimi için borçlanma olanakları artacak. Onlar da kullanacak.
Senaryolar Türkiye ile aynı
Yukarıdaki senaryo beş aşağı beş yukarı Türkiye'nin 2003-2008 döneminde yaşadıklarının aynı... Bir noktanın altını çizeyim. Bu süreç ülkenin, GSYH'ye ya da dış ticaretine oranlanarak ölçülen, dış kaynak kısıtını pek değiştirmiyor. Ancak, borç alanlar değişiyor. Dış kaynaklar kamuya değil, özel kesime yöneliyor. Bu, ülkenin gelişme yolunun değişmesi demek. Bu, ülke için iyi mi, kötü mü? Yunanistan'da kamu kesiminin etkinlikten uzak olmasını sorunun kaynağı olarak görenlere göre "iyi". Bu olayın haksız bir biçimde tüm faturasının kendilerine çıkarıldığı kanısında olup sokaklara dökülenler ise belli ki aynı görüşte değiller. Türkiye'nin deneyimi ışığında ilk görüş sahiplerini, "fazlasıyla iyimser" olarak nitelendirmek olanaklı. Özel kesimin, kaynak sorunu çözüldüğünde, ekonominin yeni gelişme yolu için gerekli yapısal değişikliği kendiliğinden yapabileceğini varsaymak, pek gerçekçi görünmüyor. Buna, özel kesime yük yükleyen bir yapısal dönüşümü gerçekleştirmenin uygulamadaki güçlükleri eklendiğinde, ekonominin "gizlenmiş kırılganlıklarının" daha da yeşermesine yol açan bir sürece girmek olanaklı. O zaman da bir dış şok, ekonominin beklenmedik ölçüde olumsuz tepki vermesine yol açabiliyor. Türkiye'nin yakın yıllardaki deneyimi bu yönde bir uyarı olarak düşünülebilir. Yine de Yunanistan'ın bir şansı var. Küresel ekonomi artık 2002-2007 döneminin karar alıcılarını rahatlığa boğan ortamından çok uzakta. Belki bu nedenle, işi baştan daha sıkı tutmak zorunda kalabilirler.
Buraya kadar Yunanistan'ın deneyiminden öğreneceğimiz fazla bir şey yok. Ama bu olay karşısında oyuncuların tutumlarını değiştirmeleri durumunda ne olacağı ve bu değişikliğin Türkiye üzerindeki olası etkileri üzerinde durmak gerek. Bu bağlamda AB'nin ne yapacağı önem kazanıyor.
AB, EKONOMİ POLİTİKALARINDA DEĞİŞİKLİK YAPMALI
Yunanistan krizini sadece Yunanistan'ın hatalarına bağlamak, birileri için rahatlatıcı olsa bile, gerçekçi olmaz. Carmen Reinhart, Wall Street Journal'da yayımlanan söyleşisinde, Yunanistan'ın "1830'larda bağımsızlığını aldığından bu yana geçen sürenin yarısında borcunu ödeyemez durumda olduğunu" söylüyor. Sonra ekliyor: "Eğer Yunanistan, Avrupa'da değil de dünyanın herhangi başka bir yerinde olsaydı. Arjantin gibi borcunu ödeyemeyecek durumda olduğu ilan edilmiş olurdu." Ege'nin bu tarafından bakınca da öyle görünüyor. Ancak burada Yunanistan'ın durumunu görmezlikten gelmeyi âdet haline getirmiş olanların hiç günahı yok mu?
AB tekrarını engellemeli
AB'nin önümüzdeki dönemdeki ana gündem maddesi, "Karşılaşılan olayın tekrarlanmaması için ne yapılmalı?" olacak. Çözüm ise AB'nin kurumsal yapısını tekrar düşünmeyi gerektiriyor. Kâğıt üzerine bir şeyler yazmakla işin çözülmeyeceği anlaşıldı. Avrupa Para Birliği üyeliği için "Maastrich ölçütleri" konuldu. Bunlardan kamu maliyesine ilişkin olanlar kamu açığının ve kamu borcunun GSYH'ye oranlarının sırasıyla yüzde 3 ve yüzde 60'ı geçmemesi. "Bir kere ihlal edilse ne olur?" dediler; ölçütler fiilen rafa kalktı. Yaşanmakta olan kriz Avrupa'nın maliye politikalarında eşgüdüm sağlayacak bir mekanizmayı geliştirip yürürlüğe koyamadan yoluna devam edemeyeceğini gösterdi. Peki Avrupalılar bunu bilmiyorlar mı? Biliyorlar tabii. Ancak sorunun özü, mekanizmanın tasarımının teknik güçlüklerinde yatmıyor.
İşi çıkmaza sokan böyle bir mekanizmanın çalışabilmesi için gerekli olan kurumsal yapının "bağımsız ülke" kavramıyla uyuşmaması. Bir ülkenin seçmenlerinin oyuyla iktidara gelen bir hükümete bütçesini nasıl yapacağını başka ülkelerin temsilcilerinin zorlaması fikri hiçbir üye ülkenin hoşuna gitmiyor. Ama bu tür sorunların merkezileşmemiş bir mekanizmayla nasıl çözülebileceğinin de doyurucu bir yanıtı yok.
Başka ülkeler de çıkabilir
AB'nin önünde ikinci bir sorun daha var. O da Yunanistan'a benzer sorunları olan başka AB üyelerinin de olması. Bu olay AB içinde iktisadi açıdan bir ayrışmaya işaret ediyor. Söz konusu ülkelerin uzunca süredir AB içinde olmaları da göz önüne alındığında, AB'nin "iktisadi yakınsama" sağlama hedefini umulan ölçüde sağlayamadığı ortaya çıkıyor. Bu ise AB'nin iktisadi politikalarında önemli değişiklikler yapması gerektiğini ortaya koyuyor. AB'nin diğer sorunlarını (işsizlik, sağlık, emeklilik, ABD ile yarış vs.) hesaba katmazsak bile yukarıda değinilen noktaların AB'nin gündemini büyük ölçüde belirleyeceğine kuşku yok. Bu durumda, AB'nin önümüzdeki yıllarda daha içine dönük bir yol izlemesine şaşmamak gerek.
AB'NİN TÜRKİYE'Yİ DÜŞÜNECEK VAKTİ OLMAYABİLİR
Avrupa Birliği anlaşılan kısa dönemde kendi mali sorunlarını çözmekle uğraşacak. (ABD'nin de öyle olacağını varsayabiliriz.) Bu, Türkiye için dış finansman olanaklarından kaynaklanan kısıtın kendisini hissettirmeye devam etmesi demek. Orta dönemde ise AB'nin büyüme temposunun yavaş olması ve bunun, Türkiye'nin toparlanma sürecini uzatması söz konusu. Bunun nedeni ise açık: Türkiye'nin dış iktisadi ilişkilerinde en önemli ortağı AB; görülebilir gelecekte onu ikame edebilecek bir ülke ya da ülkeler grubu olacağa da benzemiyor. Daha uzun dönemde ise kendi yapısal sorunlarının zannettiklerinden daha önemli ve çözümü güç olduğunu fark eden AB'nin Türkiye'nin üyeliği konusunu düşünmeye bile zaman ayıracağı kuşkulu. Türkiye'nin, düş kurmadan, uzun dönemdeki olanaklarını ve kısıtlarını ortaya koyup değerlendirmesi gerekiyor. Bunu yapmanın tek bir yolu yok. Gerek de yok. Tam tersine, farklı ciddi önerilerin ortaya çıkmasının yararı da var. Ancak, özellikle siyasal alanda, her gün biraz daha arttığına tanık olduğumuz, hoşgörü eksikliğinin bunu engellediği kanısındayım. Tabii bir başka etmen de bir konuyu ele alıp derinlemesine uğraşma konusundaki tutumumuzun "erişemediğimiz üzüme koruk demek" deyimiyle özetlenebilir olması. Hem bunu yapacak sabır ve becerimiz yeterli değil hem de genelde, bu tür çabaları ve yapanları küçümsüyoruz. AB'ye üyelik sürecine, Türkiye'nin AB'ye üye olmasından daha fazla önem vermemin temel nedeni, bu yaklaşımımızın değişmesine ciddi katkı yapacağına ilişkin umudumdu.