ABD'nin emperyal yanılgısı

-
Aa
+
a
a
a

Radikal gazetesindeyayımlanan kısaltılmış çevirisiLe Monde diplomatique 

Eric HOBSBAWM

Dünya eşi benzeri görülmemiş bir dönem yaşıyor. Geçmişin küresel imparatorluklarını (İspanya ve özellikle Britanya gibi) bugünkü ABD imparatorluğuyla kıyaslamak pek mümkün değil. ABD'nin emperyal projesinin başlıca farklılığı şu: Bütün diğer imparatorluklar yalnız olmadıklarını biliyor ve küresel hakimiyeti amaçlamıyordu. Geçmişte hüküm süren Çin veya Roma gibi imparatorluklar, kendilerini dünyanın merkezi gibi görseler de hiçbiri dokunulamaz olduğuna inanmıyordu.

Soğuk Savaş'ın bitimine dek, tasavvur edilebilen azami tehlike, bölgesel hâkimiyetten ibaretti. 1492'den sonra mümkün hale gelen küresel yayılma, küresel hâkimiyetle karıştırılmamalı. Gezegenin dört bir köşesinde faaliyet göstermek bakımından, gerçekten küresel sayılabilecek yegâne imparatorluk Britanya idi. Fakat keskin farklılıklar söz konusu. Britanya imparatorluğu, gücünün zirvesindeyken yeryüzünün dörtte birine hükmediyordu. ABD ise 20. yüzyılın başındaki kısa bir dönemi saymazsak, gerçek anlamıyla sömürgeciliği hiç uygulamadı. Bunun yerine bağımlı ve uydu devletlerle iş gördü ve bu ülkelere yönelik bir silahlı müdahale siyaseti geliştirdi.

Britanya imparatorluğunun evrensel değil, Britanya'ya özgü bir amacı vardı; her ne kadar propagandacıları doğal olarak ulvi sebepler öne sürmüş olsalar da. Sözgelimi köle ticaretinin kaldırılması Britanya'nın deniz gücünü meşrulaştırmak için kullanıldı; aynı günümüzde insan haklarının sık sık ABD'nin askeri gücüne meşruluk kazandırmak yönünde kullanılması gibi. Diğer taraftan ABD, tıpkı devrimci Fransa ve devrimci Rusya gibi, evrenselci bir devrime, yani dünyanın geri kalanının kendi örneğini izlemesi gerektiği ve hatta dünyanın geri kalanını özgürleştirmek zorunda olduğu inancına dayalı büyük bir güç. İmparatorlukların kendi çıkarlarını, insaniyet namına hareket ettikleri inancıyla hayata geçirmesinden daha tehlikeli pek az şey vardır.

Soğuk Savaş, ABD'yi Batı dünyasının hâkimi haline getirdi. Ne var ki bu hâkimiyet, bir ittifakın liderliği biçimindeydi. Bir noktada Avrupa bir ABD imparatorluğu mantığının söz konusu olduğunu idrak etti; Amerikan yönetimiyse günümüzde, ABD imparatorluğuna ve hedeflerine artık rıza gösterilmemesini tepkiyle karşılıyor. Gerçekten de, mevcut ABD siyaseti, bugüne kadarki Amerikan yönetimlerinin ve muhtemelen tarihteki büyük güçlerin hepsinden daha fazla memnuniyetsizlik yaratıyor.

Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından ABD tek süper güç haline geldi. Amerikan gücünün acımasız ve hasmane bir şekilde aniden ortaya çıkışını anlayabilmek güç, çünkü bu, her şey bir yana, ne tarihin sınavından geçmiş emperyal politikalarla, ne de ABD ekonomisinin çıkarlarıyla uygunluk gösteriyor. Fakat açıkça görülen şu ki bugün Washington'daki siyasi karar mercilerini işgal etmiş olan insanların kafalarında, küresel hâkimiyeti askeri güç yoluyla ele geçirme fikri yatıyor. Başarılı olma ihtimali var mı? Dünya, tek bir devletin hâkim olamayacağı kadar karmaşık. Ve ileri teknoloji ürünü silahlar konusundaki üstünlüğü bir kenara bırakılırsa ABD, sırtını giderek eriyen varlıklara yaslıyor. Küresel gelirden aldığı pay giderek azalan ekonomisi, kısa veya uzun vadede darbelere açık. ABD imparatorluğuyla askeri bakımdan rekabet etmek mümkün değil. Ama bu mutlak bir belirleyicilik anlamına gelmiyor; böylesi bir belirleyiciliği ancak yerelleştirilmiş savaşlarda sergileyebiliyor.

Elbette Amerikalıların bütün dünyayı işgal etmek gibi bir niyetleri yok. Hedefleri, savaşa girmek ve geride dost yönetimler bırakarak evlerine dönmek. Ancak bu işe yaramayacak. Irak savaşı askeri bakımdan başarılı oldu. Fakat Britanya'nın Hindistan'da uyguladığı klasik sömürgeci modeli göz önüne alırsak, Irak'ı yönetmenin gereklilikleri hayata geçirilemedi. ABD'nin diğer ülkeler arasında samimi müttefiklere veya ordusunun fethedebileceği (fakat fiilen yönetemeyeceği) ülkelerde samimi halk desteğine ihtiyacı olmadığı inancı, fanteziden başka bir şey değil.

Tehlikeli sonuçlar

Irak, Amerikalılar tarafından yenilmiş ve ardından ablukaya alınmış bir ülkeydi. Belki petrolü vardı, ama savaş aslında bir uluslararası güç gösterisiydi. ABD yönetiminin siyasetinin boşluğu, hedeflerin halkla ilişkiler kavramları dahilinde öne sürülme biçiminden de fazlasıyla belliydi. 'Şer mihveri' veya 'yol haritası' gibi ifadeler siyasi açıklamalar değil, olsa olsa palavralardır. Richard Perle ve Paul Wolfowitz gibi yetkililer, hem özel hem de kamusal hayatlarında Rambo gibi konuşuyor. Bütün bunlar ABD'nin ezici gücünün göstergesi. Söylenmek istenen aslında şu: 'ABD yeterince küçük olan herkesi işgal edebilir ve yeterince hızlı bir şekilde zafer kazanabilir.' Bu tutumun ABD açısından çok tehlikeli sonuçları olacak.

Dünyayı kontrolü altına almayı hedefleyen bir ülke için, kendi içindeki gerçek tehlike militarizasyondur. Uluslararası düzlemde ise bu tehlike dünyanın istikrarsızlaştırılması biçiminde kendisini gösterir. Ortadoğu bugün beş yıl öncesine nazaran çok daha istikrarsız bir durumda. ABD siyaseti, düzeni sağlamak yönündeki tüm resmi ve gayriresmi alternatif düzenlemeleri zayıflatıyor. Avrupa'da NATO'ya darbe indirdi -amacı NATO'yu kendisi için bir küresel polis gücüne dönüştürmek. AB'yi açıkça sabote etti. Bunun yanı sıra 1945'ten beri dünyanın büyük kazanımlarından birini daha yerle bir etme niyetinde: demokratik sosyal refah devletlerini. BM'deki kriz göründüğünden daha vahim, çünkü BM, güvenlik konseyine ve ABD vetosuna bağlılığı nedeniyle marjinal faaliyetler yürütmenin ötesine hiç geçemedi.

Dünya, ABD'ye nasıl karşı koyabilir veya onu nasıl dizginleyebilir? ABD'ye karşı çıkacak gücü olmadığını düşünen bazıları, ona katılmayı tercih ediyor. Daha da tehlikelisi, Pentagon'un arkasındaki ideolojiden nefret eden, ancak Amerikan projesini bazı yerel ve bölgesel adaletsizlikleri ortadan kaldıracağı gerekçesiyle destekleyenlerin olması. Buna insan hakları emperyalizmi demek mümkün; bu, Avrupa'nın 1990'larda Balkanlar'da kaydettiği başarısızlığın ardından güç kazandı. Irak savaşı konusundaki fikir ayrılıkları, etkili aydınlardan oluşan ABD destekçisi bir azınlığın, dünyadaki hastalıkları sağaltmak için güç kullanılmasının gerektiği inancına kapıldığını gösterdi. Şöyle samimi bir gerekçe öne sürmek mümkün elbette: Dünyada, ortadan kalkmaları herkes için tartışmasız bir kazanım olacak kadar kötü hükümetler var. Fakat bu, dünyayı zerre kadar anlamayan, ama hoşuna gitmeyen kim varsa silah gücüyle işgal edecek kadar pervasız olan bir dünya gücü yaratmanın tehlikelerini asla meşru kılamaz.

ABD imparatorluğu da gelip geçici

Amerikalıların mevcut hâkimiyetinin daha ne kadar süreceğini kestirebilmek imkânsız. Kesinlikle emin olabileceğimiz bir şey varsa, diğer bütün imparatorluklar gibi, onun da tarihsel olarak geçici bir fenomen olacağı. Bir insan ömrü zarfında, bütün sömürgeci imparatorlukların sonuna tanık olduk; güya bin yıllık Alman imparatorluğu sadece 12 yılda tükendi, Sovyetler Birliği'nin dünya devrimi hayali sona erdi.

Muhtemel bir çöküşün içsel nedenleri de var; en büyük neden, Amerikalıların çoğunun dünyayı yönetme merakı duymamaları. Onlar, ABD içinde ne yaşadıklarıyla ilgileniyor. ABD ekonomisinin zayıflığı, belli bir noktada hem Amerikan yönetiminin hem de seçmenlerinin, başka ülkelerde askeri maceralara girmek yerine, ekonomiye odaklanmanın çok daha önemli olduğu sonucuna varmalarına yol açacak. Bush'un, yerel iş standartları bakımından bile ABD için uygun sayılabilecek bir ekonomi politikası yok. Ve Bush'un halihazırda yürüttüğü uluslararası politika da, ABD'nin emperyal ve kapitalist çıkarları açısından kesinlikle akılcı bir politika değil. ABD yönetimi içindeki fikir ayrılıkları da bundan kaynaklanıyor.

Bugün kilit soru şu: Amerikalılar bundan sonra ne yapacak ve diğer ülkeler nasıl tepki verecek? Britanya gibi bazı ülkeler ABD'nin bütün planlarını destekleyecek mi? Böyle ülkelerin hükümetleri, bu desteğin belli sınırları olduğunun ipuçlarını vermek zorunda. Bu anlamda en olumlu katkı Türklerden geldi; bedelini ödeyeceklerini bile bile, yapmaya hazır olmadıkları şeyler olduğunu basitçe ortaya koydular. Fakat en ciddi görev, ABD'yi (dizginlenemiyorsa eğer) eğitmek veya yeniden eğitmek. ABD imparatorluğunun, sınırları olduğunu kabul ettiği, en azından sınırları varmış gibi davranmaya istek gösterdiği bir dönem vardı. Bunun en büyük nedeni ABD'nin korktuğu bir başkası olmasıydı: Sovyetler Birliği. Bu tür bir korkunun yokluğunda, ABD'ye kendi çıkarlarını göstermek ve onu eğitmek gerekiyor.