ABD'deki ekonomik büyüme Türkiye'de neden sevinç yaratıyor

-
Aa
+
a
a
a

2 Kasım 2009Referans Gazetesi

Geçen hafta ABD'de üçüncü çeyrekte Gayri Safi Yurtiçi Hasılası'nın (GSYH) arttığı haberi geldi. ABD'de 2009'un üçüncü çeyreğinde GSYH aynı yılın bir önceki çeyreğine göre yüzde 3,5 artmış. Önemli bir haber. Çünkü ABD ekonomisi arka arkaya dört çeyrek boyunca sürekli daralıyordu. Açıklanan bu tahminin, daralmanın sona ermesi yönünde ciddi bir işaret olduğu genelde kabul ediliyor. Ancak bu habere, başta Başkan Barack Obama olmak üzere Amerikalıların sevinci, Türkiye'de görüp/okuduğum bazı ilk tepkiler yanında epeyce sönük kaldı. ABD'de daha çok, büyümenin sürdürülebilir olup olmadığı, istihdamda oynama olmaması gibi sorunların var olmaya devam ettiğinin altı çizildi. Cuma günü ise ABD'de eylül ayında özel tüketim harcamalarının yüzde 0,5 düştüğü haberi geldi. Bu defa da Amerikalılar yaslara bürünmedi. Olayın, bir ay önce "eski otomobile nakit para" kampanyasının sona ermesi ile ilgisine dikkat çekildi. Bizde ise İMKB'deki düşüşün iki önemli nedeninden birisi olarak bu olay gösteriliyor.
ABD'deki büyümenin dünya ekonomisi açısından önemli sonuçları olmadığını savunmuyorum elbette. ABD dünyanın büyük farkla, en büyük ekonomisi. Dünya dış ticaretinde hatırı sayılır bir yeri var. Dolayısıyla dünyanın kalanını da etkiliyor. Ama ABD toparlandı diye dünyanın kalanının ya da Türkiye'nin koşmaya başlayacağı diye bir şey yok.
 
Kriz ve gelir kaybı
Bir şirketi düşünelim. Şirketin yöneticisi için, uzun süren bir düşüşten sonra, satışların artması sevindirici bir haberdir. Bu, onun yüzünde gülücükler açmasına yol açabilir. Ama aynı haber, söz konusu şirketin bir süre önce işten çıkardığı ya da ücret artışı bekleyen işçilerin asık yüzlerini yumuşatmaya yetmeyebilir. Çünkü onun olması için satışların en azından eski düzeyine gelmesi gerektiğini bilirler. Bu nedenle de heyecanlanmazlar. Bu örneği ülke boyutuna genelleyebiliriz. GSYH arttı denildiğinde; bu, mali piyasalarda çalışanlar için bir kazanç ümidi anlamına geldiğinden iyi bir haberdir. Çünkü onlar için önemli olan GSYH'deki değişmelerdir. Oysa ekonominin içinde bulunduğu "durumla" ilgilenenler (örneğin işsizler) için GSYH'nin düzeyi, artış olup olmadığından daha önemlidir. Nüfus artışının sıfır olduğu iki ekonomi düşünelim: Birisinde GSYH tam istihdam düzeyinde, ama artmıyor. Bu ekonomide kişi başına GSYH sabit olacaktır. Öteki ekonomide ise kişi başına gelir ilk ekonomidekinin üçte biri, işsizlik oranı yüzde 20 ve GSYH büyüme hızı yüzde 4 olsun. Şu anda hangi ülkenin insanları daha iyi durumda?
Sadece bir çeyrekten ötekisine gelir artışından söz edilmesi, yaşanan bu kriz sanki hiçbir kayba yol açmamış izlenimi veriyor. Oysa durum öyle değil. ABD'de GSYH tahminlerini yapan Bureau of Economic Analysis, aynı zamanda sabit fiyatlarla GSYH rakamlarını da yayımlıyor. Bu rakamlara göre 2009'un üçüncü çeyreğinde ABD'nin GSYH'si (yıllıklandırılmış ve 2005 fiyatlarıyla ölçülmüş) bir sene önceye oranla yüzde 2,3 düşmüş. Başka bir ifadeyle bu yılın üçüncü çeyreği itibariyle, 2005 yılı dolar değeriyle ölçülen ABD'nin GSYH'si, bir yıl öncenin aynı dönemine oranla, 310 milyar dolar daha az! Amerikalıların, niçin pek sevinmediği şimdi biraz daha anlaşılıyor. Geçen sene ulaştıkları gelir ve ona karşılık gelen istihdam düzeyine gelinceye kadar da kolayca memnun olmaları beklenemez. Hele ABD'de işsizlik oranının yüzde 9,8'e yükseldiği ve daha da tırmanmasının beklendiği anımsanırsa...
 
Düşler ve gerçekler
İşte bu noktada düşlerle gerçekleri karıştırmamak gerekiyor. Soru şu: İçinde bulunduğumuz türde krize yakalanan bir ekonominin, kriz önceki durumuna dönebilmesi için ne kadar süre gereklidir? Bu sorunun kolay bir yanıtı var: "Krize ve ekonominin niteliğine bağlı." Bütün bu tür yanıtlar gibi doğru ve hiçbir işe yaramıyor! IMF'de görevli beş uzman (Ravi Balakrishnan, Petya Koeva Brooks, Daniel Leigh, Irina Tytell ve Abdul Abiad) bu soruya ciddi yanıt vermek üzere etraflı bir çalışma yapmışlar. Bulguları IMF'nin 2009 Ekimi'nde yayımladığı "World Economic Outlook" adlı dokümanın dördüncü bölümünde açıklandı. Yazarlar, geçen 40 yıl içinde, farklı ülkelerde yaşanan 88 bankacılık krizi sonrasında orta dönemde neler olduğuna bakmışlar. Buldukları ilk sonuç iç karartıcı. Ortalamada, böyle bir krizle karşılaşan bir ülkenin GSYH'si, yedi yıl sonra bile kriz öncesi düzeyinin hâlâ yüzde 10 altında! Üstelik bu sonuç, söz konusu ülkenin gelişmiş ya da gelişmekte olan olmasına göre değişmiyormuş. Bu sonuca aşağı yukarı eşit ölçüde katkı yapan üç temel neden bulmuşlar. Bunlar, istihdamdaki, sermaye/emek oranındaki ve toplam faktör verimliliğindeki düşüş. Bunlardan toplam faktör verimliliği, bir süre sonra, az da olsa artmaya başlıyor. Ama istihdam oranındaki düşüş orta dönemde kalıcı. Krize düşmenin toplumsal açıdan önemli olan faturası da zaten bu...
Yazarlar, ekonomiler arasındaki farklılıkları da incelemişler. Altını dikkatle çizdikleri bir konu da bu sonucun kaçınılmaz olmadığı. Bir kere başlangıç koşulları, yani ekonominin krize maruz kaldığı dönemdeki durumunun GSYH kaybının büyüklüğü üzerinde çok etkili olduğu görülüyor. (Daha önceki yazılarımda Türkiye'nin bu açıdan avantajlı durumda olmadığı üzerinde durmuştum.) İkinci olarak yazarlar, doğru iktisat politikası önlemlerinin ciddi alınması durumunda orta dönem boyu GSYH'nin düşmesinin önlenebileceği sonucuna ulaşıyorlar. Bu bağlamda, yapısal reformlarla desteklenmiş ekonomiyi canlandırma politikalarının önemine dikkat çekiyorlar. (Bu açıdan da Türkiye'nin ciddi sorunlar yaşadığı açık. Önlem alınmasındaki gecikme işin bir yönü. Asıl önemli olan yapısal reform kısmı. Hangi reformların öncelik taşıyacağı, bunların nasıl yapılacağı, toplumun bu nedenle gelecek ek yükü taşımaya nasıl ikna edileceği hâlâ neredeyse sorulmamış sorular olarak önümüzde duruyor). Bütün bunların ışığında ABD'de gelen "iyi haberin", ABD ekonomisinin durumunun yakında iyi olacağı anlamına geldiğini düşünmek için oldukça saf olmak gerek. Buna karşılık, ABD yönetiminin aldığı önlemlerin, ülke ekonomisini, orta dönemde kriz öncesi durumuna taşıması olasılığı hiç de düşük değil.
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
Fazla heyecana kapılmaya gerek yok
Gelelim ABD'nin toparlanmasının bize olan etkisine: "Bize moral veriyor" diye düşünebiliriz. Belki doğrudur. Birilerinin bekleyişleri böyle bir haberle düzeliyorsa, onların ruh sağlığı açısından iyi! Ama o kişilerin yönettikleri şirketlerden birisinde çalışmak istemezdim... İşin daha ciddi yönüne baktığımızda, ABD'nin toparlanmasından kendi hesabımıza fazla heyecana kapılmamamız gerektiğini çıkarmak zor değil. 2008 yılının üçüncü çeyreğinde ABD'nin dış ticaret açığı, yıllık bazda, 757.5 milyar dolardı. 2009'un üçüncü çeyreğinde ise bu rakam 387.5 milyar dolara indi. Bu iki dönem karşılaştırıldığında ABD'nin ihracatı (yine yıllık bazda) artmamış, tersine düşmüş. Buna karşılık, ABD'nin ithalatı 720 milyar dolar düşmüş. Görünen şu: ABD'de yaşanan daralma ve alınan önlemler, ABD'nin ithalatının azalmasına yol açmış. Bu, ileride ABD'nin ödemeler dengesi açığının makul düzeylere inmesini sağlamak yönünde olumlu bir gelişme. Bunun dünyanın kalanı için anlamı ise bu ülkelerin ABD'ye yaptıkları ihracatta, yıllık temelde, 720 milyar dolarlık bir azalma olmuş olması.
 
ABD'nin dünyaya etkisi
Kaba bir hesap yapalım: ABD dışındaki ülkelerde bir birimlik ihracatın dört birim gelir yarattığını varsayalım. (Bu abartılı bir varsayım değil.) Dünyada başka hiçbir değişiklik olmadığını düşünelim. Bu durumda, bu ihracat düşüşü ABD dışındaki ülkelerde yaklaşık 2.9 trilyon dolar daha az gelir yaratılmasına yol açar. Dünyanın ABD dışında kalan ülkelerinin toplam GSYH'si 2008 yılı için yaklaşık 48 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor (ABD'ninki 14.5 trilyon dolar, Türkiye'nin 800 milyar dolar). Bu durumda ABD'nin kriz nedeniyle ithalatını kısmak zorunda kalmasının dünyanın kalanında yol açtığı "gelir kaybı", bu ülkelerin GSYH'lerinin toplamının yüzde 6.3'ü dolaylarında çıkıyor. Tabii öyle olmadı. Dünya ekonomisinin daha az daralacağı tahmin ediliyor. İki nedenle: Bir kere, ABD dışı ülkelerde her şey aynı kalmadı. Kimi krize rağmen büyüyebildi, kimi iç talebi artıracak önlemler aldı. İkinci olarak ihracattaki daralmanın ekonominin kalanına yayılması bir anda olmuyor. Aylara, hatta yıllara yayılabiliyor. Ama ana fikir değişmiyor. ABD'nin ithalatını düşürmesi, dünyanın kalanında GSYH'yi düşürücü etki yaptı ve yapmaya da devam edecek.
 
Dolaylı olarak etkilendi
ABD'nin bu noktada yanlışlık yaptığı ya da dünyaya zarar vermek gibi bir niyeti olduğu söylenemez. Ama bütün bu olup bitenlerden zarar görebilecekler arasında yer almamıza rağmen bizim neden o kadar sevindiğimizi anlamak güç. Aklıma tek bir neden geliyor; ona da katılamıyorum. O da ABD'ye olan ihracatımızın toplam ihracatımız içindeki payının sadece yüzde 3,2 olması (Bu Ocak-Eylül 2009 rakamı; bir önceki yılın aynı döneminde de yüzde 3,1 idi.). Bu durumda ABD'de ne olduğu bizi etkilemiyor diye düşünebiliriz. Ancak bu düşünme yol da pek doğru değil. Çünkü ABD'de olup bitenler bizi dolaylı olarak etkiliyor. Avrupa Birliği'ni (AB) düşünelim. Türkiye'nin ihracatı içinde AB ülkelerinin payı yüzde 45,1 (2009 Ocak-Eylül dönemi). Oysa AB ülkelerinin ihracatı içinde ABD'nin payı yüzde 20. Demek ki Türkiye bu gelişmeden doğrudan etkilenmese bile dolaylı olarak olumsuz etkilenmiş ve etkilenmeye devam ediyor olabilir.
 
 

TÜRKİYE
BÜYÜME RAKAMLARI
2008 4. çeyrek
-6,5
2009 1. çeyrek
-14,3
2009 2. çeyrek
-7,0
 

ABD
BÜYÜME RAKAMLARI
2008 4. çeyrek
-5,4
2009 1. çeyrek
-6,4
2009 2. çeyrek
-0,7
2009 3. çeyrek
3,5