7 Aralık 2009
Kopenhag COP-15 iklim zirvesi öğle saatlerinde binlerce katılımcının soğuk havada saatlerini geçirdiği kayıt kuyruğunda başladı. Ben de bu kuyrukta yaklaşık 4 saat bekledikten sonra öğleden sonra zirvenin yapıldığı Bella Center’a girebildim. Zirvede hiçbir şeyin zor olmayacağını gösteren ilk işaret bu olabilir mi acaba?
İlk gün CNN Türk’ün 13:00 ve TVNet’in 16:00 haber bültenlerine telefon bağlantısıyla katılıp zirveden ilk izlenimleri aktardım.Sorulan ilk soru hep beklentilerimiz oluyor. Aslında Kopenhag için umutlar sistematik olarak köreltiliyor. Benim söylemeye çalıştığım şey de özetle zirvenin sonucunda çıkacak olan karar kadar sokağın gücünün de önemli olduğuydu. Obama’nın gelişini son güne ertelemesinin hareketin baskılarıyla ilgili olabileceği yorumunu yaptım. Ne yapalım, daha ilk gün, umutlu olmaya çalışıyorum…
Bugünün en güzel kısmı alternatif zirve Klimaforum’un açılışı idi. Halkların zirvesi sloganıyla şehir merkezindeki bir salonda yapılan Klimaforum’un açılışında Kanadalı aktivist yazar Naomi Klein, Via Campesina’nın sözcüsü Endonezyalı Henry Saragih ve Friends of The Earth’ün uluslararası örgütünün başkanı Nijeryalı Nnimmo Bassey konuştu. Konuşmalardan önce Danimarkalı bir müzisyen ve besteci olan Lisbeth Dier’in buzdan yapılan vurmalı çalgıları kullandığı grubuyla verdiği konser son derece etkileyiciydi.
Konuşmalara gelince…
Klimaforum’un açılışında konuşan çiftçi hareketi Via Campesina’nın sözcüsü Henry Saragih özetle şunları söyledi:
“Biz çiftçiler sanayileşmiş Batı ülkelerinin yaptığı hataların bedelini ödemek istemiyoruz. Oysa iklim değişikliğine onlar neden oluyor, bedelini biz ödüyoruz. Mevcut endüstriyel tarım sistemi en büyük kirletici. Toplam emisyonların yarıdan fazlasına neden oluyor. Bu emisyonlar endüstriyel tarımdan kaynaklanıyor, küçük çiftçiler tarafından ortaya çıkarılmıyor. Ama Dünya Ticaret Örgütü şirket tarımını destekliyor. Bu nedenle küçük çiftçiler topraklarından oluyor ve kentlere göç ediliyor. Asya’da çok sayıda çiftçi intihara teşebbüs ediyor. Karbon ticareti ise sadece kirleten ülkelere ve şirketlere yarıyor. Küçük çiftçilerin ve yerli halkların felaketine neden oluyor. Via Campesina, 2007 Bali zirvesinde küçük çiftçilerin dünyayı soğutacağını söylemişti. Çünkü gıda üretimi endüstriyel tarımın elinden küçük çiftçilere geçerse tarımdan kaynaklanan emisyonların düşmesi sayesinde emisyonlar yarı yarıya azalacaktır. İklim adaleti ancak sosyal adalet ve dayanışmayla sağlanır.”
İkinci konuşmayı yapan Uluslararası Dünya Dostları (Friends of the Earth International) başkanı Nnimmo Bassey ise yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“İklim değişikliği bizim ihtiyacımız olan değişiklik değil. Afrika iklim değişikliğine neden olmadı, ama en büyük zararı görüyor. Bu yüzden bizim iklim adaletine ihtiyacımız var. Üç kilit sözcüğümüz var, bunları unutmayın: Harekete geç!, Diren!, Değiştir! (mobilize, resist, transform). Kirletenler sorumlu tutulmalı. Batı ülkeleri petrolü ucuz olduğu için tercih ediyor. Oysa ham petrol ucuz değil, eğer petrol çıkan yerlerde yarattığı yıkımı görürseniz petrolün hiç de ucuz olmadığını anlarsınız. BŞLİrketler bu yıkımı başka yerlere ağaç dikerek güya offset ediyorlar (bedenlini ödüyorlar). Offsetting is upseting. Bir yerde yıkım yaratırken bunun bedelini başka yerde ödeyemezsiniz. Ormansızlaşma durdurulmalıdır, ama başka yerlere ağaç dikerek ve para kazanarak bunu yapmaya kalkarsanız hiçbir anlamı yok. Petrolden elde edilen enerjinin yarını yok.
Nnimmo Bassey konuşmasını şu sloganı salona tekrar ettirerek bitirdi: “Leave the oil in the soil, leave the coal in the hole, leave the tar sand in the land”. Yani “petrolü toprakta bırak, kömürü çıktığı delikte bırak, katran kumunu yatağında bırak”.
Son açılış konuşmasını yapan aktivist yazar Naomi Klein ilham verici bir konuşma yaptı. Naomi Klein’in konuşmasından başlıklar şöyle:
“İklim değişikliğini inkar edenlere sceptics (kuşkucu)deniyor. Onlar bu ismi hak etmiyorlar. Biz de kuşkucuyuz, zaten her şeye kuşkuyla yaklaşmak gerekiyor. Onlar kuşkucu değil inkarcı (denialist). Yaşamın kendisinin özelleştirilmesine karşı mücadele etmeliyiz. 10 yıl önce Seattle’da yaptığımız buydu. İklim bilimci değilim ama, şirketlerin krizlerden ve felaketlerden çıkar sağlama özeliğini iyi biliyorum. Bütün dünya iklim değişikliğinden bahsediyor, en üst düzeyde iktidar sahipleri konsensüs içinde gibi görünüyor. Bella Center’da konuşulanlar bizim istediğimize yakın değil, yapılması gerekenler masada bile değil. Oysa bu krizi Batı ülkeleri olarak biz yarattık. Tarihsel emisyonların %75’i nüfusu %20’sini oluşturan Batı ülkelerinden kaynaklanıyor. Üstelik bu dünyanın en solcu kuruluşu sayılamayacak Dünya Bankası’nın rakamı. Batı’nın yapacağı hiçbir şey hayırseverlik gibi görünemez. Batı şu anda umuttan bahsediyor. “Copenhagen is Hopenhagen” diye reklam yapıyorlar. Bu kampanyanın sponsoru da Coca Cola. Umudun kitlesel pazarlanmasıdır bu, Obama markalı bir pazarlama stratejisi.Elbette umut bizim için çok önemli, ama şirketlerin pazarladığı umut değil. Mesihvari bir umut ancak bizim yarattığımız hareketler olabilir.
Biliyorsunuz şimdi karbonun tutulmasından ve gömülmesinden söz ediyorlar. Şirketlerin bu yaptığı umudu tutmak ve gömmektir. Obama büyük bir umut yutağıdır (hope sink). Gerçek umut taban hareketlerinden doğar. 1999’da bundan tam on yıl önce Seattle’da yarattığımız hareket yeni bir hareket değildi, o hareketler önceden de vardı ve Seattle’da birbirini buldu. Bugün dünyada kapitalizme 1929 krizinden bu yana toplumdaki en büyük güvensizlik hakim. Seattle’a göre bu güvensizlik çok büyüdü, amabu on yıl boyunca hareket neredeydi? İşte burada bu hareket halkın güvensizliğini yakalıyor.
Biz gerçek anlatıcısı olmak zorundayız ve de yalan dedektörü. Pazarlık yapmak ve uzlaşmak ile başarmak arasındaki farkın da farkında olmalıyız. Bütün hareketlerimizi bir araya getirmeliyiz. Bugün Seaatle ile Kopenhag arasında önemli bir fark olduğunu görüyoruz. 10 yıl önce biz HAYIR diyendik. DTÖ’ye, IMF’ye vb. haklı olarak hayır diyorduk. Burada ise biz iklim konvansiyonunun (Rio’da 1992’de belirlenen iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi) temel ilkelerini savunuyoruz. Biz burada EVET diyeniz. Onlar HAYIR diyor. Hiçbir şeyi değiştirmek istemeyen, bu ilkelere uymak istemeyen onlar. Zengin dünya yaptığı hatayı tamir etmek için gereken bedeli ödemeli. Böyle bir borcu nasıl ödeyebilirsiniz? 1- Çok derin emisyon kısıntılarıyla. Küresel karbon bütçemizi çok aşmış durumdayız ve salımları hızla ve çok radikal bir şekilde azaltmalıyız. 2- Gereken bedeli para olarak da ödemeliyiz. Yoksul ülkelere adaptasyon için yardım edilmeli, ekonomilerinin fosil ekonomisinden temiz ekonomiye sıçramasına olanak sağlamalıyız. İklim adaleti bunun için önemli. Gerçek kazan-kazan stratejisi budur. Onların kazan-kazan’dan anladığı emisyonları düşürürken para kazanmak. Hayır o değil. Kazan-kazan emisyonları düşürerek aynı zamanda küresel adaletsizliği önlemektir. 1992’de Rio’da imzalanan iklim konvasiyonunu 192 ülke imzalayarak tarihsel sorumluluk ilkesini kabul etti.
Biraz da kendi ülkemden, Kanada’dan bahsedeyim. Kanada ABD’den daha beter. Kanada Kyoto’yu imzaladı ama emisyonlarımız 1990’dan buyana %26 arttı. Çünkü Kanada petrol buldu. Katran kumu (tar sands) denen, içinden petrolün arıtıldığı bu yataklar daha önce de vardı, ama çok pahalıydı. Irak savaşından sonra petrolün fiyatı artınca kullanılabilir hale geldi. Kanada hükümeti eğer Kyoto’yu uygulayıp bu yatakları işletmezsek ekonomimiz zarar görecek dedi ve Kyoto’yu uygulamadı. Ama Kanada’ya hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Ambargo, yaptırım gibi sözleri bugünlerde çok sık duyuyorsunuz, ne demek istediğimi biliyorsunuz. Ambargo uygulanması gereken bir ülke varsa o da Kanada’dır.
Hareketimiz gelişiyor ve geçmişteki hatalardan ders alıyoruz. Eylemlerimiz demokratik ve birbirine saygılı olmalı. Ama burada öfkenin de yeri var. Hatta öfkeli olmak bizim sorumluluğumuz. Resmi zirvenin sürdüğü Bella Center’da inanılmaz bir ihanet sergileniyor. Obama da ihanet ediyor. Üstelik Obama ABD’nin gördüğü en kötü başkan değil, iyilerinden biri sayılabilir. Ama bir yıldan bu yana o kadar çok fırsatı kullanmadı ki… Çok şey yapabilirdi ama yapmadı, bu büyük bir ihanettir. Evet, öfkeli olmak sorumluluğumuz, ama bu öfkeyi akıllıca kullanmalıyız. Artık paneller ve yürüyüşler yetmez. Sivil itaatsizlik yöntemlerini kullanmalıyız. Çünkü Kopenhag son şansımız.”
Naomi Klein’in büyük alkış alan bu konuşması bence sokaktaki Kopenhag için müthiş bir başlama vuruşuydu.
Yarınki mektupta görüşmek üzere Kopenhag’dan selamlar.