6 Eylül 2005İsmet Berkan
Anadolu'nun ve İstanbul'un son 100 yılını, servetin ve sermayenin el değiştirmesinin yüzyılı olarak da okuyabiliriz. Yanlış anlaşılma olmasın, bu 100 yılda başka hiçbir şey olmadı, demiyorum. Ama olanlardan biri, servetin ve sermayenin Türkleştirilmesi-millileştirilmesidir, onu söylemeye çalışıyorum.
1908'de İttihat Terakki'nin Balkanlar'daki askeri ayaklanması sonrası 'Hürriyet' ilan edildiğinde buna bütün Osmanlı milletleri sevinmişti. Size onlarca fotoğraf gösterebilirim, göstericilerin ellerinde Rumca, Ermenice ve Osmanlıca pankartlar taşıdığı, hürriyetin ilanını kutladığı. Samsun'dan da var bu görüntüler, Manastır'dan da, İstanbul'dan da, İzmir'den de, Bursa'dan da, Çorum'dan da...
Ve bu fotoğraflar, aslında 'Osmanlılık' adı verilen uydurma üst kimlik hayalinin de ilk ve son kutlama resimleri oldu. 1908'i izleyen yıllarda, imparatorluğun parçalanması hızlandı ve İttihat Terakki de, Osmanlılık yerine Türk milliyetçiliğine sarıldı. Türk milliyetçiliği, öyle tesadüfen geliştirilmiş ve rastgele uygulanmış bir politikalar bütünü değildi. Hep önceden özenle planlanmış, fikri altyapısı sağlam kurulmuş siyasetler uygulandı. Burada servetin gayrimüslim azınlıklardan alınıp Tüklere geçmesi, sermayenin aynı şekilde gayrimüslimlerden Türklere geçmesi en temel politikalardı. Bu politikaların uygulanmasına İttihat ve Terakki döneminde başlandı ve diyebiliriz ki, 100 yıl sonra, bu politikalar bugün bile uygulanıyor.
Servetin ve sermayenin el değiştirmesi çoğunlukla hiç de dostane olmayan, hiç de barışçı olmayan, hiç de merhametli olmayan yollarla gerçekleştirildi. Ermeni tehciri de bir yerde servet ve sermayenin el değiştirmesidir, 1924'teki nüfus mübadelesi de... Yepyeni bir başlangıç yapma iddiasındaki Cumhuriyet de aslında konu gayrimüslim azınlıklar olduğunda, İttihat Terakki ile aynı siyaseti izledi. Onlara hayatı zından edecek, onları Türkiye'den kaçırtacak her şey yapıldı, bugün de yapılıyor.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında çıkarılan Varlık Vergisi Kanununu ve onun uygulanma biçimini adını koymaya çalıştığım siyasetin hamlelerinden biri olarak görmek lazım. Ve elbette 6-7 Eylül vahşetini de aynı kategoriye sokmak gerek.
Azınlık işyerlerinin yağmalanması hiç de tesadüf değildir ve maalesef Almanya'da Nazilerin 'Kristal Gece'sine çok ama çok benzer. Belki aradaki tek fark, bizde 6-7 Eylül'ü düzenleyenlerin, yaptıklarına sahip çıkacak medeni cesarete sahip olmamasıdır. Hem azınlık dükkânlarını yağmalatırlar hem de 'Bu işi komünistler yaptı' diyerek bir taşla iki kuş vurmaya kalkışırlar. (Kafaların nasıl aynı çalıştığına bir örnek: Yıllar sonra bir ajanın Batı'ya ilettiği inanılmaz bir arşivde (Mitrokhin Arşivleri) KGB'nin NATO'yu çatlatmak ve Türk-Yunan savaşı çıkartmak için Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evi bombalamayı düşünüp planladığı ortaya çıktı.)
1912-13-14'te İstanbul ve İzmir'de başlayan, 1915'te Ermeni tehciriyle devam eden, Varlık Vergisi'ne ve oradan 6-7 Eylül'e uzanan siyaset, 1964 Kıbrıs olayları, 1974 Barış Harekâtı gibi olaylarla Türkiye'deki Rum nüfusun sonunu getirir. Hâlâ direnen 70 bin kadar Ermeni var, onlara hayatı zehir etmek için elinden geleni yapan devletin gizli komisyonları isim değiştiriyor belki ama yaptıkları işler değişmiyor. Yahudiler ise taa en başından beri fazla ortada görünmemeye çalışarak kendilerini koruyorlar. Bu politikaya bir isim verilecekse illa, buna 'Türkiye'nin Türkleştirilmesi Planı' adını vermeliyiz. 6-7 Eylül'ün anlamı işte budur.