10 Şubat 2007Perihan Mağden
Biliyorsunuz: Alev Er'in Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği'nden alınmasının nedeni olarak: 301 Cemil: Tahtaya! manşeti rivayetlendi. Bu tarz rivayetler Bukowski'nin meşhur lafında pek de güzel açıkladığı üzre, hakikattendir, hakikileşir; yeter ki rivayetlenegörsünler- Hor görmeyin rivayetleri: ateş olmayan yerden 'rivayet' çıkmaz. Birkaç gün önce de 1 çeşit Veda/İstifa Mektubu şeklinde kaleme aldı köşesini Emin Çölaşan. Aynı zamanda 1 Şantaj şekliymiş söz konusu olan. (Ki Türklerde bu şekiller iç içedir mutlaka.) Yine rivayete göre Özkök, Ankara'ya gönül almaya uçtu, uyarılar ayarlandı; maksat gönüller 1 olsundu. Kol kırılır yen içinde kalırdı. Kan kusardın, aile şerbeti yazardın. Ancak internet sitelerinde 1 röportajı dolaşıyor (tek başına hatırı sayılır bir iktidar olan) Çölaşan'ın. "Yerime göz dikmiş 3 isim var" buyuruyorlar. Biri Hürriyetin içinden, diğer ikisi dışındanmış. Ama yine Tatsızlığa Meydan Vermemelerin İktidarı, pardon İnsanı olarak Çölaşan isim vermiyorlar. İşin hakiki renkleri ne olursa olsun Köşecilikte (Çölaşan gibi) 1 Güç Odağı dahi böylesi rivayetler yaratıklandırarak belki de olası bir sansür ortamına dikkatleri çekebiliyor. Medyalamamız tarafından mütemadiyen (s)ağırlanan, gözünün üstünde kaşın var! yapılmayan Bu İktidar alabildiğine hassas yani. Azıcık bir muhalefet/eleştiri/dur hele'ye asla ve kat'a tahammülleri yok. Anında Tehdit Mekanizmalarını devreye sokuyorlar! Koalisyon Hükümetleri esnasında Ali'nin külahını Veli'ye giydirme becerileriyle en azından nisbi bir eleştirme özgürlüğü kıvamı tutturabilen medyalamamız, hiçbir zaman böylesi bir Sansür ve Otosansür Ortamı'na mahkûm edilmemişti- Bu da böyle biline. Şimdi böylesi bir Yalancı Dolmalama Ortamında, doğru teşhislerin konularak, her şeyin yerli yerine oturtulmasını NASIL ÜMİD EDEBİLİRİZ bunu da sizlerin yüce takdirlerine terk ediyorum. En taptığım köşe yazarlarından İlter Türkmen derin devlet yerine 'derin zaafları olan devlet' tanımlamasını kullanmamızı öneriyor ki, hayranlıkla şapkamı çıkartıyorum. Aynı harikulade tanımı 'derin zaafları olan işadamları', 'derin zaafları olan medya', 'derin zaafları olan jandarma' tarzı tek tek hemen her kurumsalımıza uygulayabiliriz. Üstelik Mehmet Ağar'ın icadı olan o ilk kavramın derin muğlaklığından da kurtularak. Hrant Dink cinayetinin ardından, yalnızca taziyelerini ilettiği Dink ailesinin kapısında Orhan Pamuk dillendirebildi: "Bu cinayetten 301. madde(yi savunanlar) sorumludurlar" diye. Hemen akabinde de Beşiktaş'taki mahkemeye getirilen Yasin Hayal aslanlar gibi 'kükretildi' hatırlarsınız: "Akıllı ol Orhan, akıllllı." Mahkeme girişlerinde böylesi adamların 'saydırmasına' engel olabilmek Celalettin Cerrah'ın yönetimindeki polislerimizin elinde değil midir? diye düşünmeden edemiyorum. Ama tabii Cerrah'a sorsanız 'Böylesi milliyetçi duygulanmalara ket vurulamayacağı' konusunda muhakkak 'şahsi bir kanaati' vardır. Aman! Sormayalım da dağınık kalsın. Yalnızca korkularımız artıyor zira. Hrant Dink, Orhan Pamuk, Türkiye genelinde bu denli tanınıp Nefret Nesneleri, Hedef Tahtaları, Yanlış Yönlendirilen Çocukların Tehdit Abideleri haline geldiler, GETİRİLDİLER ise, Ertuğrul Özkök'ün meşhur deyimiyle 'bu iklimi' yaratanları yabana niye atalım ve nasıl atalım? (Ki, Sn. Özkök'ün İklimatör nitelikleri de ayrı bir yabana atamama konusudur.) 301'i kaplanlar gibi savunmaktan bitap düşmeyen (halen de son derece enerjik 'Avrupa ülkelerinde de var' derken mesela) Adalet Bakanımız ve Bu Güzel Hükümet'in sözcüsü Cemil Çiçek mesela. Şimdi 301'in ıslahı konusunda temkinli bir mahcubiyet içinde olan sivil toplumcular hem 'tahkir ve tezyif' gibi kelimelerden, hem de bu davaların açılabilmesi için diyelim Adalet Bakanı'nın izninden dem vurabiliyorlar! Orhan Pamuk davasında, 'suçun işleniş' tarihinde (henüz 159 geçerli olduğundan) Adalet Bakanı'nın izni (bal gibi) gerektiği halde, muhtelif yorum oyalamacaları/dosya bekletmeleriyle davanın görülmesini ve mahkeme giriş çıkışlarında alabildiğine çirkin Linç Kalabalıkları görüntülerinin yaratılmasını itinayla temin ettirmişti Cemil Çiçek diyelim. Hrant Dink'in (yine o meşum 301'den) Yargıtay Genel Kurul Ceza Başkanı'nın dahi hiç de o kanaatte olmamasına rağmen mahkûmiyeti mesela! Altı ay yemesi! Yapılabilecek en kasti, kötü yorumlar neticesinde! Baykal'ın CHP'sinin manyaklar gibi 301'e, dolayısıyla 301 sayesinde Damgalı Eşek haline getirilmemiz atmosferine sahip çıkışı! Milliyetçi pastadan pay uğruna, kafayı gözü dağıtmış bir sözümona 'sol' 'muhalefet' partisi! Peki ama kardeşim, bunların hesabı sorulmayacak mı? Kerinçsiz Takımları o mahkeme giriş çıkışlarında öylesine çirkin sahneler yaratma 'özgürlüğüyle' donatılmasalardı, tüm bu insanlar böylesi bir denetimsiz(leştirilmiş) kinin hedef tahtası olacaklar mıydı? Hrant Dink'in ölümünün ardından (ANAP kökenli) bu 2 muhteşem Kronik Bakanın, alabildiğine başarısız Aksu'yla, alabildiğine gaddar Çiçek'in İstanbul'a gönderilmesi ve medyanın karşısına çıkartılmaları karşısında donup kalmıştım. Bu hislerimde yalnızdım anlaşılan. Kronik Çiçek hanesine yazılan hiçbir 'zarar' yokmuş gibi yapılıyor zira. Belki de yazma özgürlüğü olmadığı için 'dokunulamıyordur.' (Devam edeceğiz: konu karışık.)