7 Aralık 2009Referans Gazetesi
Hükümet 'Orta Vadeli Program'da, 2010 yılında özel yatırımların yüzde 8, özel tüketimin ise yüzde 2,5 artacağını öngörüyor. Ancak kaynak sorunu ve yoğunlaşan siyasal tartışmalar, bu öngörülerin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel.
Öngörü yapmak kolay iş değil. Hatta olanaklı mı, o bile tartışılabilir. Konu, 2010 ve sonrasında Türkiye ekonomisi söz konusu olduğunda, öngörü yapmakla görevli kişi ya da kuruluşların işi daha da zor. Çünkü temel makro büyüklükleri öngörebilmek için bir çerçeve oluşturmak gerekiyor. Güçlük de burada. Kriz sonrasında, kimin nasıl davranacağı; bu davranışların bileşkesinin ülke ya da dünya ekonomisi için nasıl bir ortam yaratacağını kestirmek başlı başına bir sorun. Yine de bu ortamı etkileyebilecek bazı temel unsurlar üzerinde durarak belirsizliği biraz olsun azaltmaya çalışmakta yarar var.
2010 yılına dünya, ülkelerarasında küresel ekonomide istikrarı sağlama yönündeki niyetlerle ama pek de bir şey yapmadan giriyor. Kriz öncesi ülkelerarası işbirliği düzeninde pek bir değişiklik yok. Sadece, krizden çıkış sürecinin zorunlu kıldığı çok sınırlı bazı konularda işbirliği yapılıyor gibi. Bunlardan kalıcı olanı IMF'nin mali olanaklarının artırılmış olması. Dolayısıyla küresel ekonominin işleyişini değiştirmeye yönelik düzenlemelerin 2010 ve sonrasına kaldığını düşünmek gerek. Böyle olunca da küresel ekonomideki gelişmelerin ne olacağını kestirebilmek için ülke ekonomilerine bakıp bir değerlendirme yapmak gerekli. Bu nedenle, daha önceki yazılarımda sırasıyla ABD, Euro Bölgesi, Rusya ve Kuzey Afrika+Ortadoğu ülkelerini ana çizgileriyle ele almıştım.
Ekonomi toparlanacak
Bu sınırlı incelemeden çıkan temel sonuç, kabaca şöyle özetlenebilir: 2010 yılında küresel ekonominin toparlanmaya başlayacağı anlaşılıyor. Ancak bu toparlanma, 2009 yılında ortaya çıkan kayıpları giderecek ölçüde olmayacak. Ayrıca, küresel krizin olumsuz etkilerinin bir kısmını 2010'da da bazı ekonomilerde görmeye devam edeceğiz. Bu nedenle iktisadi gelişmenin dünya dış ticareti üzerindeki etkisi kısıtlı kalacak gibi görünüyor. Öte yandan, kriz öncesine oranla daha düşük bir hızda büyüyecek olan dünya dış ticaretinden yararlanmaya bel bağlayan ülke sayısı düşmeyecek, hatta belki de artacak (ABD gibi). O halde dünya dış ticaretinde rekabetin çok daha yoğun olduğu, pazarların yeniden paylaşılma mücadelesinin verildiği bir dünya söz konusu. Üstelik hemen her ülke, dünyanın kalanına oranla çok hızlı büyüyen Çin de dahil olmak üzere, işsizlik sorunuyla karşı karşıya kalmaya devam edecek. Buna karşı izlenecek politikaların ne de olsa dünya dış ticaretini kısıtlayıcı etki yapmasını beklemek gerek. Küresel ölçekte enflasyonun bir miktar yükseleceği ama bu artışın iktisadi istikrarı bozucu düzeye ulaşmayacağı bekleniyor.
Krizle ciddi bir biçimde sarsılan dünya mali sisteminin kendini toparlaması zaman alacak. Ama daha önemlisi, bu sistemin gelişmekte olan ülkelere aktardığı kaynaklar kısıtlı kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Gerçi, 2009'da olduğu gibi gelişmekte olan ülkelere açılan banka kredilerinde bir net azalma beklenmiyor. Ama gelişmekte olan ülkelerin alabileceği yeni kredilerin 2009'daki düşüşü karşılayacak düzeyde olmayacağı tahmin ediliyor. Özetle 2010, finansman kısıtının hissedildiği bir yıl olacak. Bu, Türkiye'de özel kesimin finansman olanakları açısından önemli bir nokta.
Dünyada siyasal gelişmelerin de pek iç açıcı olmadığı meydanda. Bizi yakından ilgilendiren Ortadoğu, İran ve Afganistan sorunları devam ediyor. Üstelik de son gelişmelere bakılırsa bu sorunlar 2010'da pek hafifleyeceğe de benzemiyorlar. Uluslararası düzeyde olumlu tek haber, Kopenhag iklim toplantısının boşa gitmeyebileceği yönündeki son gelişmeler. Ama hâlâ, bu konuda bile, "düş kırıklığına" uğranılması olasılığı güçlü. Kopenhag toplantısında iklim değişikliği konusunda uluslararası işbirliğini ciddi biçimde güçlendirecek bir karara varılıp varılamaması küresel ekonomiye ilişkin gelişmeler açısından önemli bir gösterge olarak düşünülebilir. İklim sorunları konusunda uluslararası işbirliği oluşturulamazsa bundan iktisat politikalarının uyumlanması konusunda fazla yol alınamayacağı sonucunu çıkarmak pek zor değil. Bu ise bir başka alanda düş kırıklığı doğması, küresel ekonominin toparlanma sürecinin daha zahmetli olması demek.
Türkiye'deki gelişmeler
Türkiye'de 2009 yılı siyasal açıdan hareketli geçti. Hükümet "açılım" adını verdiği bazı girişimler başlattı. Toplumun gündemine, bu girişimlere ilişkin siyasal tartışmalar hâkim oldu. Yaklaşan genel seçim ortamında, bu tartışmaların 2010'da da devam etmesi olasılığı yüksek. Ancak tartışmaların şimdiye kadar olan seyrine bakıldığında, hükümetle muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilecek noktaya gelinmesinin pek de kolay olamayacağı anlaşılıyor. Başka bir deyişle önümüzdeki yıl siyasal gerginliğin daha da artması olasılığı ihmal edilemeyecek kadar yüksek. Bu, hem hükümetin enerjisinin önemli bir kısmını bu konuya ayırmasına hem de bir başka cephede, örneğin iktisat politikasında, topluma yeni yük getirebilecek kararlar almada zorlanmasına yol açacak gibi görünüyor. Bizi yakından ilgilendiren dış olaylarda Türkiye'nin karşılaştığı ve karşılaşacağı sorunlar da buna eklendiğinde, 2010 yılında şu anda yürürlükte olan iktisat politikasının, değişen koşullara uydurulması için yapılacak düzeltmeler dışında değişmeyeceği varsayılabilir.
Galiba, fazla hayale kapılmadan iyimser olmak isterseniz, ne olabileceği 16 Eylül 2009'da açıklanan Orta Vadeli Program'da (2010-2012) verilen senaryoda özetlenmiş durumda. Bu senaryo aslında önümüzdeki üç yıl için olumlu bir gelişme yolu çizmesine rağmen, başta işsizlik olmak üzer bazı sorunların pek de hafiflemeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. Programın haklı olarak, altını özenle çizdiği konuysa kamu kesiminin finansman kısıtı. Kamu kesiminin borcunun yükselerek Türkiye için yeniden bir tehlike yaratmaması için bütçe açığının 2010'dan itibaren düşürülmesi gerekiyor. Bütün bunlar Türkiye'de büyümenin kamu kesiminin yaratacağı talebe dayandırılması şansının düşük olduğunu gösteriyor.
Bu durumda, programın ekonominin büyümesini özel kesimin davranışlarına, daha doğrusu bu davranışlardaki değişikliklere bağlaması gerekiyor. Nitekim öyle. Program, özel yatırımların 2010'da yüzde 8, özel tüketimin ise yüzde 2,5 artacağını öngörüyor. Bu sonuçlar gerçekleştirilebilir mi? Bu soruya yanıt vermek hiç de kolay değil. Özel yatırımları ele alalım. Tabloda 1999-2009 döneminde özel yatırımlarda reel değişme rakamları yer alıyor. Serinin büyük dalgalanmalar gösterdiği açık. 2001'de yüzde 33'e yakın düşen özel yatırımlar, 2004'te yüzde 36 artabilmiş! Herhalde yetkililer sadece bu seriye bakıp öngörüde bulunmuş değiller. Bu projeksiyonun nelere dayandığını bilmiyorum.
Siyasal belirsizlikler
Gerçi, özel yatırım serisine bakıldığında, bir eğilim de göze çarpmıyor değil. 2004 sonrasında özel yatırımlardaki artış hızı sürekli düşüyor. 2008'de ise artış, yerini azalışa bırakıyor. 2009'un ilk altı ayında ise 2001 krizine benzer bir görünüm var. Daha önceki yazılarımda, "Türkiye ekonomisinin performansında 2005 sonrasında bir düşüş var" sonucuna varırken dikkate aldığım göstergelerden birisi de özel yatırımlarda görülen bu eğilimdi.
Bu durumda, 2010 yılında özel yatırımların yüzde 8 artabileceğine ilişkin projeksiyon neye dayanıyor olabilir? Belli ki iktisat politikası yapımcıları, 2002'deki gibi hızlı bir gelişme (yüzde 16,9 artış) olmasını beklemiyorlar. Ama niçin, özel yatırımlarda 2010 yılında "artış olmasını" bekliyorlar? Yukarıdaki tartışmaların ışığında, 2010 yılında yatırım ortamının pek de çekici olmayacağı görülüyor. 2010 hem ülke içinde hem de dışarıda siyasal belirsizliklerin yüksek olacağı bir yıla benziyor. Öte yandan ekonomide kapasite fazlası da var. Bir de üstüne özel kesimin finansman temin etme olanaklarının kriz öncesi döneme oranla belirgin bir biçimde daralacağı düşünülürse, bu soru hiç de anlamsız değil. Bütün bunları gözleyen bir şirket, elindeki kaynakları öncelikle yatırıma mı ayırır, yoksa işletme sermayesi gereksinimini karşılamaya mı? Yanıt belli: İşletme sermayesi gereksiniminin karşılanmasına. Peki, şirketler kesiminin, bundan sonra elinde yatırım yapmak için kaynak kalacak mı?