12 Eylül'ü yargılamak!

-
Aa
+
a
a
a

4 Nisan 2012Taraf Gazetesi

12 Eylül darbesinin iki liderinin yargılandığı dava bugün başlıyor. Şüphesiz böyle bir davanın açılmış olması, başlı başına çok önemli bir olay. Ancak bunun anlamını ve değerini belirlerken, temkinli davranmakta yarar var.

Bu davanın Türkiye tarihinde bir ilk olduğu doğru. Gerçi geçmişte “darbe teşebbüsleri”nin yargılandığı Talat Aydemir Vak’ası gibi örnekler var. Bugün de “darbe planlarını ve teşebbüsleri”ni yargılamak üzere açılmış davalar sürüyor. Fakat 12 Eylül darbecileri hakkındaki dava bunlardan farklı. Bu davada, gerçekleşmiş bir darbenin ve bu darbeyle kurulan cunta yönetiminin hayattaki liderleri mahkeme önüne çıkıyor.

Davanın sonucunun ne olacağını şimdiden kestirmek zor. Bir anlayışı (darbeciliği) mahkûm etmeyi sağlayacağını düşündüğümüz bir dava, pekâlâ tam tersi bir rol oynayabilir. Bu tatsız ihtimali önlemek için, davanın konusunu, niteliğini ve işlevini iyi belirlemek gerekir.

Bu davanın konusu, bazılarının sandığı gibi, “12 Eylül rejimi ve onun işlediği suçlar” değil. Davada yargılanan şey, sadece “darbe yapma fiili”dir ki, bu da, eski TCK’nın 146. ve 147. maddelerindeki suça tekabül ediyor. Bu nedenle, bu davayı “12 Eylül’ün yargılanması” şeklinde nitelemek doğru olmaz; buna en fazla “Evren/Şahinkaya Davası” diyebiliriz.

Gelelim, tatsız ihtimale! Sanık avukatları, esas hakkındaki savunmalarını “başarılmış darbenin davası olmaz” diye basitleştirebileceğimiz teze dayandırıyorlar. Bu tezi temellendirmek için kullanılan argümanlar bence tamamen geçersiz. Savunma, bu açıdan demagojinin ötesine geçemiyor. Buna rağmen, mahkeme bu tezi haklı bulabilir. O zaman da, darbecilik, başarılı olması şartıyla, hukuken meşrulaşmış olacak.

Bazı kesimlerin böyle bir kararı, 12 Eylül’ü bütün yönleriyle meşrulaştırmak için kullanmaları mümkündür. İşte bu ihtimali önlemek için, davanın kapsamının genişlemesi gerekiyor. Evren ve Şahinkaya’nın sadece “darbe fiili”nden değil, cunta dönemindeki suçlardan ve ihlallerden de yargılanmasını sağlamak, bu açıdan hayati önem taşıyor. Bu genişlemeyi sağlayacak en önemli araç da, mağdurların müdahillik talebidir.

Askerî darbeyle hesaplaşma konusunda özel bir örnek olan Arjantin’de, cunta liderleri, “sivil yönetim”e geçildikten hemen sonra mahkeme önüne çıkarıldılar. Cunta yönetimi 1984’te çöktü. Kısa süre sonra seçimler yapıldı. Cunta üyesi generaller hakkındaki dava da Nisan 1985’te başladı. Generallere isnat edilen şey, sadece “darbe yapmak” değil, yönetimleri döneminde kullandıkları yöntemler ve yaptıkları ihlallerdi. İnsan hakları örgütleri ve mağdur çevreleri tarafından yakın takip altında tutulan ve 800’den fazla tanığın kamuya açık oturumlarda dinlendiği yargılamalar aynı yılın aralık ayında bitti. Mahkeme, General Videla ile Amiral Massera’yı ömür boyu; diğer cunta üyeleri Agosti, Viola ve Lambruscini’yi çeşitli hapis cezalarına çarptırdı.

Arjantin deneyiminin önemli bir yanı da, yargılamaların üst düzey cunta yöneticileriyle sınırlı kalmamasıdır. Siyasal mücadele ve toplumsal baskının etkisiyle çoğu subay olmak üzere bir çok cunta görevlisine karşı yeni davalar açıldı. Sorumluları izleme ve yargılamaları sağlama çabaları bugün de devam ediyor; yeni davalar açılıyor, eski sorumlular yargılanıyor ve hüküm giyiyor.

Evren/Şahinkaya davasını 12 Eylül’ün yargılandığı bir davaya dönüştürmek için, Arjantin’deki gibi bir siyasal çerçeveye ve zemine ihtiyaç var.

Belirteyim ki, 12 Eylül gibi askerî cunta ve zulüm dönemleriyle hesaplaşmak, sadece dönemin sorumlularına yargı yolunun açılmasıyla halledilebilecek bir mesele değildir. Bu bağlamda geçmişle hesaplaşma; otoriter, baskıcı ve kıyıcı yönetim zihniyetinin meşruluğunu sorgulamaya ve geçersiz kılmaya yönelik siyasal, hukuksal, kültürel, moral ve estetik boyutlar içeren kapsamlı bir çabayı ifade eder.

Bir bütün olarak hesaplaşmanın asıl hedefi, darbeciliği ve darbe dönemlerinin yönetim zihniyetini gayrı meşru ilân etmektir.

12 Eylül, herhangi bir “ara rejim”, basit bir “cunta yönetimi” olarak görülemez. Bu darbe ve darbeyle kurulan hukuksal/siyasal sistem, toplumun dokusunu değiştirmeye azmetmiş kapsamlı bir planın ifadesidirler. Toplumun her zerresini ve yönetimin her kademesini yeniden inşa etmeye yönelik ağır bir mühendislik projesidir 12 Eylül. Bu projenin, birçok alanda hedeflerine ulaştığını, yani kendi açısından başarılı olduğunu kabul etmek gerekir. Böyle bir projeyle hesaplaşmak, hiç de kolay değildir. Yargılamalar bu yönde atılmış önemli bir adımdır. Ancak asıl hesaplaşma, 12 Eylül’ün dayandığı ve topluma dayattığı zihniyet dünyasıyla olmak zorundadır. Son yıllarda bu alanda olumlu gelişmeler kaydedilmiş olmakla birlikte, 12 Eylül’ün zihinsel kalıplarını, kurumsal ve hukuksal yapısını geçersiz kılma noktasının henüz epey uzağındayız.

Bu noktaya yaklaşmamızı sağlayacak en önemli yolun demokratik siyaset olduğunu unutmamamız gerekiyor. Yargılamalar da ancak demokratik siyasetin imkânlarıyla olumlu sonuçlara vardırılabilir. Aynı şekilde, bu yargılamalar, demokratik dönüşüme katkıda bulundukları ölçüde hesaplaşma açısından gerçek işlevlerini yerine getirmiş olacaklardır.