Konuğumuz İstanbul Teknik Üniversite'si Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü'nden Doç. Dr. Bülent Arıkan ile geçmişteki insan-çevre etkileşimini ve iklimsel değişimleri konuşuyoruz. Konuğumuz, geçmiş iklim koşullarının insanların yaşamına olan etkilerini ve bu geçmiş iklimsel değişimlerin günümüz ve geleceğe yönelik bakış açımızı nasıl şekillendirebileceğini aktarıyor.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Berk Gazanfer Süleyman: Herkese merhaba. Açık Radyo burası 95.0. Arkeometrik programındasınız. Geçmişte, günümüzde ve gelecekte arkeolojiyi, ayrıca arkeolojiyle bilimin buluştuğu noktaları konuştuğumuz programda bendeniz Berk Gazanfer Süleyman ve Ümit Cevher Elmas ile birliktesiniz. Bugünkü programda özel bir konuğumuz var. Bu yüzden haber kuşağını bu haftalık pas geçiyoruz. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Avrasya Yer Bilimleri’nden Bülent Arıkan konuğumuz olacak. Kendisiyle geçmiş dönemlerdeki iklimsel değişimlerin insanları nasıl etkilediğini ve iklimsel çalışmaların geleceğe dair nasıl bir bakış açısı sunacağını konuşacağız.
Ümit Cevher Elmas: Hoşgeldiniz hocam. Ben kısaca kendisini tanıtayım. Bülent Arıkan, Erken Tunç Çağı yerleşim arkeolojisi ve peyzaj arkeolojisi konularında uzmanlaşmış bir isim. Kendisi daha çok insan çevre etkileşimi hakkında çalışmalar yürütmekte. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamlayan Bülent Arıkan, lisans eğitimini İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi’nde arkeoloji ve sanat tarihi alanlarında 1997’de tamamladı. Yüksek lisan eğitimini ise 2000’de yine aynı üniversitede arkeoloji programında tamamlamıştı. Doktora eğitimi için Amerika’ya giden Arıkan, doktora çalışmasını Arizona State Üniversitesi’nde gerçekleştirdi. 2010’da doktorasını tamamlayan Arıkan, 2011’de yine aynı üniversitede doktora çalışmalarını yürüttü. Daha sonra Türkiye’ye dönen Arıkan, Anadolu Medeniyetleri Merkezi’nde Tunç Çağı, Yukarı Fırat ve Dicle Havzası’ndaki çevresel değişimler ve sosyal dinamikler hakkında çalışma yürüttü. 2013’de İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nde çalışmaya başlayan Bülent Arıkan, şu an enstitünün müdür yardımcılığı ve ana bilim dalı başkanlığını yürütmekte. Aynı zamanda Berk ve benim parçası olduğumuz jeoantropoloji programının koordinatörlüğünü ve benim de görev aldığım Hacımusalar Kazısı’nın başkanlığını yürütmekte. Hoşgeldiniz hocam.
Bülent Arıkan: Teşekkür ederim.
B.G.S.: Hoşgeldiniz hocam.
B.A.: Hoş buldum.
B.G.S.: O zaman konumuza direkt girelim. Paleoiklim nedir? Paleoiklim çalışmalarının arkeolojiyle ilişkisini, kısaca tarihçesinden bahsedebilir misiniz?
B.A.: Memnuniyetle. Tabii sözlerime başlamadan önce sizleri ve Açık Radyo’yu da tebrik etmek isterim. Çünkü gerçekten önemli bir program. Arkeolojinin metrik tarafını insanlara duyurmak, ilgilenenlerin daha çok ilgilenmesine, bilmeyenlerin ve farkında olmayanlara da farkındalık kazandırmasına yardımcı oluyorsunuz. Teşekkür ederim tüm bu çalışmaları yürüten meslektaşlarım adına her şeyden önce.
Paleoiklimi aslında günümüz iklim araştırmalarının, daha bilinir adıyla iklim çevresel bilimler veya çevre bilimleri çalışmalarının bir alt kolu olarak tanımlamak mümkün. Başındaki ‘paleo’ sıfatı nedeniyle de geçmişle olduğunu hemen anlayabiliyoruz. Paleoiklim, dünyanın oluştuğu andan itibaren, varlığına başladığı andan itibaren geçirdiği bütün iklimsel değişiklikleri inceleyen bir bilim dalı. Bir bilim dalı çünkü kendine ait yöntemleri var ve kendine ait yaklaşımları, kendine ait bir araştırma dizaynı var paleoiklim araştırmalarının. Tabii jeolojik zaman açısından değerlendirdiğimizde çok eski dönemleri yani birkaç milyon yıldan öncesini biraz daha kaba ölçekli değerlendirebiliyoruz. Özellikle sonbirmilyon yıla yakın dönemimizi çok daha net, çok daha ayrıntılı olarak inceleme ve kurgulama imkanına sahibiz. Özellikle vurgulamak gerekirse, paleoiklim çalışmaları iki gruba kabaca ayrılabilir.
Birincisi, vekil veri aracılığıyla bu çalışmalar yapılabilir. Vekil veri dediğimiz, bizim genellikle jeolojik olarak alınan örneklerden ki bunlar buzullardan alınabilir, okyanus tabanlarından, göl tabanlarından veya herhangi başka doğal dolgulardan alınan mikroorganizmaların, fosilleşmiş bitki kalıntılarının veya kabarcıkların içine hapsolan hava kabarcıklarından ve diğer bulgulardan alınan, analiz edilen örnekler. Bunlar neden vekil? Bunlar paleoiklim, yani geçmiş iklimsel döngüleri, geçmiş iklim şartlarını bize dolaylı olarak yansıttığı için.
İkincisi modelleme. Yani küresel dolaşım sistemleri yadasinoptik modellerle bazı şartların bilgisayar ortamında, bunlar tabii bizim kullandığımız masaüstü bilgisayarlardan daha ziyade yüksek başarımlı hesaplama merkezlerinde bulunan süper bilgisayar dediğimiz, aynı zamanda ortamlarda hesaplamaların yapılmasıyla mümkün. Buralarda geçmiş topoğrafyanın, geçmiş buzul kütlelerinin, atmosferin üst seviyelerindeki basınç sistemlerinin, geçmişte bildiğimiz kadarıyla nasıl hareket ettiğine, nerelerde yer aldığına bakarak bazı kurgulamalar, bazı senaryolar yapıyoruz. Bunları yüksek başarımlı hesaplama sistemleriyle çalıştırıyoruz.
Son olarak şunu söylemem lazım, paleoiklim çalışmaları bu iki yöntemden birisini sürdürerek de yapılabilir ama en sağlıklı olanı, en azından şu an için, bugün için konuştuğumuzda, bu iki yöntemi yani vekil veri yöntemlerinin ve modelleme yöntemlerinin sonuçlarının birlikte ele alınarak değerlendirildiği bir çalışma alanı.
B.G.S.: Teşekkürler hocam. Birazcık da şundan bahsedebilir misiniz acaba? Bu çalışmalar aslında çok daha erken dönemlerde, iklim bilimciler olsun, jeologlar olsun, zaten yapılıyordu. Ancak bu arkeolojide de önem kazanmaya başladı. Hatta arkeologlar da bu yöntemleri dolaylı ya da direkt de olsa kullanmaya başladı. Bunun arkeolojiyle ilişkisi nasıl oluştu? Birazcık bundan bahsedebilir misiniz?
B.A.: Tabii memnuniyetle. Paleoiklim çalışmalarının tarihine bakarsak, belki ilk evrelerinde çok öne çıkan bir isim Milutin Milanković. Kendisi Sırpbirmatematikçi. 19. yüzyılda herhangi bir bilgisayar sistemi olmadan, bir astronom olarak sadece kendi gözlemleriyle ve elle yaptığı detaylı hesaplamalarla dünyanın kendi yörüngesi ve güneş etrafındaki yörüngesinin belli hareketlerini gözlemleyerek, hesaplayarak aslında bu hareketlerin belli dönemlerde değişikliğe uğradığını ve bu değişikliklerin de yani kendi etrafındaki dönüşüyle güneş etrafındaki yörüngesindeki belirli değişikliklerin de dünyanın iklimine etki ettiğini ‘Milanković döngüleri’ adı altında ortaya koymuş ve bunları hesaplarla ispat etmiş bir bilim insanı. Dolayısıyla paleoiklimin belki ilk başladığı, en belirgin dönemi olarak bunu söyleyebiliriz.
Ondan sonra tabii ki İkinci Dünya Savaşı sırasında olan birçok meteorolojik gözlem, bizi geçmiş iklim konusunda anlamaya yöneltiyor. Çünkü Milanković’ten 1950’ye kadar geçen sürede bilim insanlarının günümüz iklimini anlamaya yönelik geçmiş iklim araştırmalarını yoğun olarak sürdürdüğünü biliyoruz. Burada önemli olan konulardan bir tanesi, gözlem yeteneğimizin gelişmeye başlaması. Tabii bu sadece savaşla ilgili teknolojiler değil. Ama oradan doğan ve daha sonra barışçıl amaçlar için kullanılan yöntemlerin de dahil edildiğini söylemek gerekiyor. Bunun arkeolojiye yansıması biraz daha geç.
1980’lerde insanlar artık geçmiş insan topluluklarının yani özellikle avcı-toplayıcılıktan tarıma, tarım toplumlarına geçen grupların hangi çevre şartlarında bunları yaptıklarını araştırmaya başlıyorlar. Bu araştırmalar, 1980’den çok daha önce başlamıştı. 1960’lardan itibaren bunları görebiliyoruz ama arkeolojideki araştırma sorularının veya antropolojik yöntemlerle yapılan arkeolojideki araştırma sorularının insanın nasıl bir çevrede yaşamış olduğu ve ‘o çevreyi nasıl şekillendirdiği’, ‘nasıl kullandığı’ sorularını iyice kristalleşmeye başladığı dönemler artık 1970’ler ve 80’ler diyebiliriz.
Burada tabii ki geçmiş iklim şartlarını, o dönemdeki topoğrafyayı, o dönemdeki çevresel değişimleri anlamaya çalışmak bu modelleme yöntemleriyle beraber ilerliyor. Baktığımız zaman arkeolojideki paleoiklim araştırmalarında ağırlıklı olarak sorunlarımız bunlar; nasılbirçevrede yaşadık? Biz çevreyi nasıl şekillendirdik? Bunlar insan topluluklarının gelişimine, sosyokültürel ekonomik evrimlerine nasıl katkıda bulundu? Bunu yaparken de biraz önce söylediğim gibi, hem vekil veriler aracılığıyla yani jeolojik örneklerin alınıp paleoiklimsel açıdan değerlendirilmesiyle polen, izotop, vs. hem de modelleme yöntemiyle bir araya getirilerek kurgulanmış.
B.G.S.: Teşekkür ederim hocam. Aslında baktığımızda günümüzde iklim değişikliği hakkındaki çalışmalar giderek önem kazanmakta. Bu durum bizlerin geçmiş dönemlerdeki iklimsel değişimleri incelemeye yol açmış mıdır?
B.A.: Aslında bence arkeolojinin en önemli katkılarından birisi bu. Biz hemen hemen 1990’ların ikinci yarısından itibaren bunu tartışıyoruz arkeoloji camiasında ve dünyadaki arkeoloji camiasında demeliyim. Ülkemize yansıması biraz daha geç ama 1990’lardan bu yana arkeologların tartıştığı önemli konulardan birisi.
Günümüzde hissedilen iklim değişikliğinin aslında geçmiş dönemlerde de mevcut olduğu ve geçmiş insanların da aslında çevreleriyle çok barışık yaşamadığını anlatmaya çalışıyoruz. İnsanlar olarak belki birçoğumuzda geçmişin daha güzel, daha hoş, daha iyi olduğu kanısı var.Belki bu biraz da nostaljiyle ilişkili. Ama şunu söylemek gerekir ki, yaptığımız araştırmalar özellikle yerleşik düzene geçmenin hemen öncesinde ve sonrasındaki toplumlar için çevreleriyle olan ilişkileri çok da bizim düşündüğümüz kadar barışçıl olmadığını, çok da bizim düşündüğümüz kadar adil ve düzenli olmadığını gösteriyor. Bu nedenle bugünkü çevresel değişimleri anlamak, bugünkü çevresel değişimlerin önümüzdeki 100-200 yıl içinde nerelere varabileceğini kestirebilmek için ve aynı zamanda insanların bu çevresel değişimlere nasıl uyum gösterebileceğini anlamak için geçmişte yaşanan çevresel değişimler, iklimsel değişimler ve geçmiş insan topluluklarının bu değişimlere verdiği tepkiler, uyum süreçleri, bunlar önemli. Bunları ortaya çıkartabilecek, şekillendirebilecek, detaylandırabilecek ve hem toplumun geneline hem de toplumdaki karar verme mekanizmalarını yürüten, kontrol eden karar vericilere bunları aktarabilecek en önemli grup arkeologlar. Çünkü onlar hem insanların maddi kalıntılarıyla uğraşıyorlar, yani insanların geçmişte nasıl davrandığını, nasıl karar aldığını ve aldıkları kararların beklenen veya beklenmeyen sonuçlarını ortaya çıkartıyorlar, hem de bu grupların, bu insan topluluklarının nasıl bir çevrede, hangi iklim şartlarında yaşadıklarını ortaya koyuyorlar.
Dolayısıyla aslında elimizde özellikle insanların son 25 bin yılına ait çok detaylı kayıtlar var ve bu detaylı kayıtlar dünyanın herhangi bir yerinden sağlanabilecek durumda. Bu şartlar altında, günümüzde içinden geçmekte olduğumuz iklim krizinin etkilerini çok daha net olarak görebileceğimiz bu kayıtları biz insanlığın geleceği için kullanmak durumundayız. Bu en azından bilim insanları olarak hepimizin sorumluluğunda diye düşünüyorum. Dediğim gibi bu kayıtları alıp, bunları inceleyip geçmişte yapılan hataların önümüzdeki yıllarda, yüzyıllarda yapılmamasını sağlamak çok çok önemli.
B.G.S.: Aslında hocam size sormak istediğimiz sonikisoruya da cevap vermiş oldunuz. Ancak ben şunu çok merak ediyorum; gelecek için bakış açısı sunma konusu. Bazı kişiler tarafından tamamen geleceğe dair bir bakış açısı sunulabilir, hatta oradan örnek alabiliriz, hayatımıza devam edebiliriz. Böyle bir bakış açısı var ya da diğer taraftan geçmiş hiçbir şekilde bize fayda sağlamaz çünkü günümüzdeki iklimsel değişimler daha çok insan etkisiyle olduğu söyleniyor. Bu bakımdan bu farkı, arkeoloji bize nasıl bir bakış açısıyla sağlayabilir?
B.A.: Aslında çok önemli bir soru. Üzülerek belirtmeliyim ki bilim camiasında da böyle bir ayrışmaya sebep oldu. Ama ben bunu biraz da şuna benzetiyorum; ‘iklimsel değişimin içinden geçiyor muyuz, geçmiyor muyuz?’ tartışmaları vardı biliyorsunuz. Halada var ama biraz daha eskilerde bu çok daha keskin bir tartışmaydı. Artık şimdi tabii çoğunluğumuz artık anlıyoruz ki bir değişimin içinden geçiyoruz. Aslında bunun gibi bir tartışma bence. Şunu söyleyeyim hemen; paleoiklim araştırmalarının ve özellikle arkeolojideki paleoiklim çalışmalarının bugün yaşadığımız ve gelecekte yaşayacağımız iklim değişikliği ve onun etkilerini yaşayacak insan topluluklarına katkıları kesinlikle çok büyük. Bunun iki sebebi var.
Birincisi, paleoiklimsel değişimler her ne kadar doğal kaynaklı olsa da, insan kaynaklı olsa da nasıl olacağını kestirebiliyoruz. Şöyle bir örnek vereyim; bugün içinden geçmekte olduğumuz değişikliğin, iklim değişikliği krizi diyelim, iklim krizinden diyelim, yaşadığımız çok keskin evreler var. Aslında sadece birkaç yıla bakarak iklimi konuşmak doğru değil. Çünkü birkaç yıl sadece meteorolojik olaydır. Ama bunun sürekli veya uzun süreli olmasını, bir iklim olayı olarak tanımlayabiliriz. Şunu da kestirebiliyoruz; ülkemiz için konuşursak artık yavaş yavaş yağış rejiminin değişmeye başlaması, yağışlı yerlerin yavaş yavaş kaydığı, yağış miktarlarında değişim olduğu, yağış rejiminin görece daha düzensiz bir evreye taşındığı gibi bazı çıkarımları yapmamız mümkün. Bunu hem güncel gözlemlerimizden yapabiliriz, hem de geçmişle ilgili kıyaslamalarımızdan yapabiliriz. İnsanlara nasıl faydası olacağını şöyle aktarmaya çalışayım, çünkü bu toplumlar elbette birkaç bin yıl önceki toplumlara göre çok daha teknolojik, sosyal düzeyleri çok daha ileri, organizasyon kapasitelerinden bahsediyorum, yoksa zeka olarak çok da farkımız yok, fiziksel ihtiyaç olarak aynıyız. Dolayısıyla biyolojik olarak aynı yapıların sadece teknolojik yönlerinin geri olması bize çok büyük avantajlar getirmediğini görürüz. Yine aynı hataları yapıyoruz, yine aynı önlemleri, alınması gereken önlemleri almakta gecikiyoruz ve bu gecikmelerin aslında sonuçları bir sonraki nesilleri doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla paleoiklim alanındaki arkeolojik araştırmaların insanlığa getirebileceği en büyük katkılardan birisi, değişimlerin nasıl olduğu ve bu iklimsel değişimlerin hangi çevresel değişimlere yol açacağını aktarmak. Bu birinci ayak.
İkinci ayak, farklı düzeylerdeki insan topluluklarının bu iklimsel ve çevresel değişimlere nasıl uyum sağlayabileceğini aktarmak. Biz hâlâ çevresel ve iklimsel değişimleri tartışmaya odaklandık. Üzülerek söylüyorum ki, belki birkaç araştırmayı dışarıda bırakmak gerekir ama ülkemiz bağlamında en azından üzülerek söylüyorum ki biz hâlâ uyum tarafına gelmedik. İklim değişikliğinin kaç derece olacağını tartışıyoruz çok yoğun bir şekilde ama iklim değişikliği altında biz tarım politikalarımıza nasıl uyum sağlayacağız, hayvancılıkta nasıl uyum sağlayacağız, teknolojide ve ekonomide, ekonominin diğer alanlarında sanayide nasıl uyum sağlayacağız? Bunları çok çok detaylı olarak tartışmak durumundayız. İşte bahsettiğim hatalar bunlar ve bunların tartışması geciktiği müddetçe biz sorun yaşıyoruz.
B.G.S.: Az önce keskin evrelerden bahsettiniz hocam. İklimsel değişimlerin insan topluluklarını ve hatta medeniyetleri nasıl etkilediğine dair örnekler verebilir misiniz? Mesela 4.2 ve 8.2kaolayları.
B.A.: Tabii, bunlar literatürde kısaca bon döngüleri dediğimiz, bir iklim araştırmacısının soyadından alınarak bunları ortaya koyan ve detaylandıran döngüler, tanımlanan döngüler. Bunlar son 25 bin yıl içinde irili ufaklı olmak üzere, bazıları global, bazıları daha yerel ölçekte olmak üzere yaklaşık 11 tane. Bahsettiğin, ismen verdiğin 8.2 ve 4.2’yi şöyle tanımlayalım; 8.2 dediğimiz aslında 8200 yıl önce, 4.2 dediğimiz de 4200 yıl önce diye düşünebiliriz. Bunlar keskin olaylar. Keskin olaylardan kastımız şu; kendisinden önceki iklim özelliklerinin, kendisinden sonraki iklim özelliklerinden farklı olduğu bir eşiği temsil ediyor. Çok kabaca bir örnek vermek gerekirse, neredeyse sıcak bir odadan soğuk bir odaya geçişteki eşik alanını temsil ediyor diyebiliriz. Tamamen farklı iklimsel şartları gözlemlediğimiz bir evre. Geçişler tabii ki bütün ekolojik olaylarda olduğu gibi iklimsel olaylarda da daha zamana yayılarak oluşan olgular.
Dolayısıyla 8.2, meydana geldiği dönem itibariyle aslında tarım topluluklarının yayılmaya başladığı, tarımsal üretimin, hayvancılığın yani evcilleştirilmiş, ıslah edilmiş türlerin dünya üzerinde yayılmaya başladığı bir dönem. Buradaşu andaki bilgilerimiz, bugün ABD ve Kanada’nın arasında bulunan Laurentide buzul kütlesinin çökmeye başlaması. Çünkü holosen başındaki ısınmayla beraber Kuzey Kutbu geriye doğru çekilirken, bu bölgede bugün Amerika ve Kanada arasındaki bölgede büyük bir buzul kütlesinin çökmeye başlaması, bunun okyanus akıntısını ciddi şekilde etkilemesi yani büyük okyanus akıntı kuşağını kesmesi ve bunun sonucunda da ani bir soğumanın meydana gelmesi olarak tanımlanıyor 8.2 olayı. Bu olayın tabii insanlık için, o dönem yaşayan insanlar için büyük etkileri var. Çünkü ani soğuma aslında uzmanlaşmış avcı toplayıcılıktan yerleşik düzene, tarıma yani ıslah edilmiş bitkiler ve evcilleştirilmiş hayvanlara dayalı bir ekonomiye geçmek üzere olan insan topluluklarına olumsuz bir etkisi olduğunu biliyoruz ve burada insanların bu ani soğumadan yer yer kaçarak başka bölgelere gitmiş olabileceği yönünde bir yaklaşım var. Tabii bu da belki tarım ekonomisinin yayılmasına, tarım bilgisinin dünya üzerinde daha hızlı yayılmasına etki etmiştir diyen araştırmacılar da var. Bu kritik bir geçiş, yani ekonomik anlamda ve sosyal anlamda kritik bir eşikte olan insanlık için ani ve beklenmedik iklim değişikliği ve tabii ki etkileri uzun sürdü. Olumlu ve olumsuz yanları var gördüğümüz gibi.
4.2 olayı da yani 4200 yıl önce olan olay da bu ilk devletlerin ortaya çıktığı, artık devletleşmenin en azından eski dünyada, Ortadoğu’da, Hindistan’da, Çin’de artık giderek yaygınlaşmaya başladığı, devlet organizasyonunun hakimiyet kazanmaya başladığı, insanların bir arada, daha yoğun nüfus altında, teknolojiyi ve ekonomiyi organize ederek politik bir yapıyı kurmaya başladıkları bir dönemde ortaya çıkıyor. Bu olay ani bir ısınma değişikliğini getiriyor. Yani şunu söyleyebiliriz; 4.2 belki kendisinden önce ve kendisinden sonraki durumlara bakarak, iklim şartlarına bakarak oldukça sıcak ve oldukça kurak bir dönemi temsil ediyor.
Her iki olayda da, 4.2’de de 8.2’de de ve diğer bon döngülerinde aslında biz bu değişimi birkaç yüzyıla bakarak tanımlıyoruz. Bu olumsuz koşullar diyelim veya öyle demeyelim de bu ani değişimler, iklimsel olaylardaki ani değişimler, birkaç yüzyıl sürmüş olmalı diye düşünüyoruz, elimizdeki kayıtlar bunu gösteriyor. 4.2’de oluşan bu ani sıcaklık, ani kuraklık konusu bizler için önemli. Çünkü yine aynı şekilde yoğun tarımsal üretim altındaki gruplar bu ani değişimlerden çok olumsuz bir şekilde etkileniyorlar ve birçok noktada aslında, en azından coğrafyamız içinde olan belli bazı noktalarda bunun politik etkilerini de görebiliyoruz. Bu devletlerin yavaş yavaş ayrışmaya başladığı ve kendisinden bir önceki toplumsal organizasyon seviyesine gittiğini görüyoruz.
B.G.S.: Evet. Aslında hocam, bunlar oldukça keskin dönüşümler olmasına rağmen etkilerini çok daha kısa süreli olarak bekliyoruz. Ancak uzun uzadıya bir şekilde bir etki oluşturuyor. Hatta farklı medeniyetlerin nasıl bunlardan etkilendiği konusu da çok tartışılan bir konu. Aynı zamanda ben şunu da söylemek isterim; biraz daha günümüze geldiğimizde özellikle bu paleoiklim çalışmalarındaki bu keskin dönüşümler, IPCC raporlarında da artık yavaş yavaş bahsedilmeye başlandı. Özellikle 2000’lerin sonunda arkeologlar, hatta tarihçiler ve çevresel tarih çalışan insanlar da bu raporlarda hatta bu birimlerde yer almaya başladılar. Açıkçası bubakımından da sosyal bilimlerin giderek iç içe geçmesini de görmüş oluyoruz.
Yavaş yavaş programın sonuna geliyoruz hocam, çok teşekkür ederiz. Aslında konuşacak çok fazla şey var. Belki ilerleyen bölümlerde tekrar bir program yaparız. Çünkü dediğim gibi bu sadece 4.2 ve 8.2 ile kalacak bir şey değil.
B.A.: Teşekkür ederim. Çok çok önemli bir konuya değindik bugün ve böyle bir imkanı bana verdiğiniz için de çok teşekkür ederim.
B.G.S.: Bugün konuğumuz Bülent Arıkan’dı. Kendisiyle paleoiklimsel değişimleri ve iklimin geçmişteki insanları, insan topluluklarını nasıl etkilediğini konuştuk. Bizi dinlediğiniz için teşekkür ederiz. 15 gün sonra yine aynı saatte tekrar görüşmek dileğiyle şimdilik hoşçakalın.
B.A.: Hoşçakalın!