Kanatlar ve ahşap nasıl konuşur?

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, doğa tarihi kavramını sanatına konu eden ABD'nin Virginia eyaletinden sanatçı Spencer Tinkham ile kendisinin perspektifinden kuşları nasıl sanatına taşıdığını, Antroposenin kendisi için ne ifade ettiğini ve doğa tarihini nasıl tanımladığını konuşuyor.

""
Kanatlar ve ahşap nasıl konuşur?
 

Kanatlar ve ahşap nasıl konuşur?

podcast servisi: iTunes / RSS

Satırbaşları:

  • Ahşaptan kuşlar yapmak; kuş tüyleri gibi hafif ve akıcı olmayan, oldukça sert ve yoğun bir malzemeyle çalışmak demek.
     
  • Sanat, bilgiyi ve mesajları bilimin yapamayacağı bir şekilde aktarabiliyor.
     
  • Doğa tarihi örneklerini zaman kapsülü olarak görüyorum. Onlar sayesinde, belki de hiç fırsatım olmayacak kuşlarla çevrili olabiliyorum.
     
  • Doğa tarihini bir saat gibi görmeye başladım. Takvimin bana baharın ne zaman başladığını söylemesi yerine, kuşlar bana bunu söylüyor.

Doğa tarihi; evrenin, gezegenin ve yaşamın zaman içindeki hikâyesini anlatan bir bilim ve gözlem alanıdır. Fosillerden günümüz ekosistemlerine kadar uzanan bu geniş perspektif, sadece canlıların geçmişini değil, aynı zamanda bugünü ve geleceği anlamamızı sağlar. Ancak doğa tarihi, yalnızca müze vitrinlerinde sergilenen fosilleşmiş kalıntılar ya da bilimsel raporlardaki soğuk verilerden ibaret değil. Doğa tarihi, kuşların göç yollarında saklı; rüzgârın taşıdığı bir tüyde, ormanda yankılanan bir kuş sesinde...

Bu söyleşi, sanatın ve bilimin kesiştiği noktada doğa tarihine bakıyor. Spencer Tinkham, ahşap heykelleriyle bu tarihi yeniden canlandırırken, her bir eseri doğanın sessiz bir yankısı olarak karşımıza çıkarmış. Bu sessiz yankı, doğa tarihiyle kurulan kişisel bağın ne kadar derin olabileceğini gösteriyor ki belki de doğayı anlamanın ve doğayı severek öğrenmenin en güzel yolu, onun sanatla nasıl birleştiğini görmekten geçiyor. İyi dinlemeler ve iyi okumalar…

I Exist as I Am (Eastern Screech-Owl and Saw-Whet Owl) / Spencer Tinkham’ın internet sitesinden alınmıştır

Utku Perktaş: Spencer, programıma katıldığın için çok teşekkür ederim, sana ne kadar teşekkür etsem az. Hadi başlayalım, nasılsın?

Spencer Tinkham: Çok iyiyim, teşekkürler. Programda yer almama fırsat verdiğin için teşekkür ederim.

U.P.: Buraya geldiğin için çok mutluyum. Antroposen, doğa ve sanat hakkında konuşuyoruz. Ama her şeyden önce, sorulara geçmeden önce, izleyicilerimize kendini kendi sözlerinle tanıtır mısın?

S.T.: Tabii. Benim adım Spencer Thinkam. ABD'de Washington, DC'nin yaklaşık üç saat güneyinde bulunan Norfolk, Virginia'da yaşayan bir sanatçıyım. Ağırlıklı olarak ahşap malzemelerle doğa temalı sanat eserleri yapıyorum.
Bazen metal kullanıyorum ve heykelleri yağlı boya ile boyuyorum.

U.P.: Harika, çok teşekkür ederim. Umarım bu yaz bir noktada Virginia’da seni görebilirim çünkü oraya bir ziyaret planlıyorum. Ayrıca Anne Via’ya da teşekkür etmeliyim, o da programa katılmıştı. Belki orada buluşabiliriz. Şimdi sorulara geçebiliriz. İnternet siteni inceledim ve sitene Oscar Wilde’dan doğayı sevmeyi sanat yoluyla öğrenmekle ilgili bir alıntıyla başlamışsın. Bu alıntı, sanat ve doğaya yaklaşımını nasıl yansıtıyor?

Doğayı sevmeyi öğrenmenin sanatı anlamaktan daha iyi bir yolu yoktur. Sanat, tarladaki her çiçeğe bir asalet katar. Kanat çırpan bir kuşun, ahşap ya da tuval üzerine aktarıldığında nasıl bir güzellik nesnesine dönüştüğünü gören bir çocuk, muhtemelen o alışılmış taşı fırlatmaz. — Oscar Wilde

S.T.: Tabii. Bence benim için şu şekilde; bilim kökenliyim ve hiçbir zaman sanatla ilgili bir kariyer yapmayı beklemiyordum. Hiç sanat dersi almadım, resmi bir sanat eğitimi görmedim ama öte yandan resmi bir bilim eğitimi aldım ve doğaya, özellikle de kuşlara her zaman hayran kaldım. 
Kuşlara duyduğum bu heyecan ve hayranlık, kuş heykelleri yapma ilgimi ateşledi. İlk başta kuşları daha yakından gözlemlemek ve onları halkalama ve izleme amacıyla yakalamak için tuzak amaçlı maketler yapıyordum. Bu yüzden başlangıçtaki çalışmalarımı sanat olarak değil, çekiç ya da tornavida gibi sadece birer araç olarak görüyordum. Onların sadece işlevsel bir amacı vardı ve en güzel yanı, kendi oyma eserlerimin etrafında canlı kuşları görebilmemdi. Böylece yaptığım eserleri canlı kuşlarla yan yana eleştirebiliyordum. 
Bu deneyimleri yıllar boyunca edindikçe kuşları yapma konusunda gittikçe daha iyi oldum.

Ahşaptan kuşlar yapmak, kuş tüyleri gibi hafif ve akıcı olmayan, oldukça sert ve yoğun bir malzemeyle çalışmak demek. Bu süreçte bilimsel bilgilerim, kuşlara sanatsal bir takdir kazanmamı sağladı; sanat ise kuşlara bilimsel bir bakış açısı kazanmamı sağladı. Bu iki alan el ele gidiyor. Sanat yoluyla kuşları yaratabilmek için onları sadece biçimsel olarak değil, renkleriyle de çok yoğun bir şekilde incelemem gerekiyor. Renkleri eşleştiriyorum ve çoğu zaman, belirli kahverengi ya da pembe tonlarında ne kadar yeşil ya da mor olduğunu görünce şaşırıyorum. Bu süreç, kuşları yoğun bir şekilde incelemekten ibaret ve bana görünenden çok daha fazlası olduğunu öğretti.

U.P.: Çok teşekkür ederim. Gerçekten internet sitene baktığımda tüm eserlerin inanılmaz görünüyor. Pekala, o zaman ikinci soruya geçelim. Eserlerinde neden göçmen kıyı kuşları ve su kuşlarına odaklanıyorsun? Antroposen’de yaşanan zorluklar sanatını nasıl etkiliyor?

S.T.: Evet, doğru. Dünyanın her yerinden kuş türleri üzerinde çalışıyorum. Şu anda üzerinde çalıştığım şey ise ‘makro heykeller’ adını verdiğim bir tür. Bu, makro fotoğrafçılığa benzer ama heykel formunda. Genellikle tek bir tüy ya da küçük bir tüy grubu yapıyorum ve bunları büyütüyorum. Bu, bilim ve sanatın, soyutlama ve gerçekçiliğin ilginç bir karışımı. Bu heykeller duvara asılıyor, bu da heykeller için biraz farklı çünkü genellikle heykeller fiziksel olarak bağımsız bir alan kaplar.

Dünyanın her yerinden kuşlar beni büyülüyor ve umuyorum ki çalışmalarım insanları tanıdık olanı yabancıymış gibi görmeye motive eder. Bu benim en büyük hedefim. Kuşlara oldukça aşinayım ama pandemi bana kuşlara düşündüğümden daha az aşina olduğumu öğretti. Yıllarca kuşları inceledim, yere düşen tüyleri topladım ve bazı tüylerin hangi kuştan geldiğini ya da kuşun hangi bölgesinden düştüğünü bilemediğim oldu. Bu deneyim beni gerçekten alçakgönüllü yaptı ve çevremi daha yakından incelemem gerektiğini öğretti. 15 yıldan fazla süredir bunu yapıyor olmam hala öğrenecek çok şeyim olduğu anlamına geliyor. Özellikle kuşları çok seviyorum ve umuyorum ki insanlar eserlerime baktıklarında ne gördüklerini hemen anlamazlar. Renkleri ve formları takdir etmeleri ve ardından kuşun bütününü değerlendirmeleri için biraz zaman ayırmalarını umuyorum. Güvercinler, karabataklar ya da akbabalar gibi kötü bir üne sahip olan türler bile, tüm kuşların güzelliğini fark etmek için bir fırsat sunar.

U.P.: Pekala, harika.
Üçüncü soruya geçmeden önce şunu sormak istiyorum. Kayıttan önce Antroposen hakkında biraz konuşmuştuk e-posta yoluyla ve bu konuda sohbet ettik. Sana şunu soracağım; Antroposen sence ne zaman başladı yani başlangıç noktası nedir, ne düşünüyorsun?

S.T.: Bana göre, bu konu biraz gri bir alan. Bu üzerine çok düşündüğüm bir şey ve farklı perspektifleri duymayı her zaman seviyorum. Kendi adıma, etrafıma baktığımda her yerde plastik görüyorum. Uygarlıklardan kilometrelerce uzakta, okyanusların ortasındaki adalara gittiğimde bile bu adalar balonlar ve plastiklerle kaplı. Bu yüzden, benim için Antroposen’in başlangıcı plastiğin dünyaya girişiyle ilgili gibi. Sanayi Devrimi’nin de bu konuda harika bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum. Kimsenin görüşüne karşı çıkmam. Belki Antroposen’in birkaç farklı aşaması olduğunu söyleyebiliriz ve her biri kritik öneme sahip ama benim için plastiğin bu kadar yoğun varlığı görmezden gelinemeyecek bir şey.

U.P.: Haklısın, bence de öyle çünkü ben de Sanayi Devrimi’nin bir tür başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum. Ama asıl kitlesel üretimin Fordizm ile başlaması büyük bir etki yarattı. Plastiğin 1900’lerin başlarında icat edildiğini biliyorum ama asıl 1950’lerde hayatımıza girdi ve ortalığı karıştırdı. Şu anda bu durum tam bir felaket, evet.

S.T.: Evet ve bence buradaki zorluk, tüketici olarak elimizden gelenin çok sınırlı olması. Bu, aslında tamamen şirketlerin sorumluluğunda olan bir şey. 
Kendi başımıza New York’tan İstanbul’a daha çevreci uçaklar yapamayız. Bu tamamen politik ve kurumsal bir çıkmaz. Bu, benim de mücadele ettiğim ve kendi yaptığım, hatta çevrecilerin çalışmalarında gördüğüm bir ironi. Kesinlikle büyük bir zorluk.

U.P.: Kesinlikle. Tamam, bu soru için çok teşekkür ederim. Şimdi sanatı çevresel farkındalık için nasıl kullanabileceğimize geçelim. 
Bir sonraki sorum şu; sanatının insanların çevre üzerindeki etkileri hakkında farklı düşünmelerine nasıl yardımcı olmasını umuyorsun?

S.T.: Evet, sanırım az önce konuştuğumuz konuya geri dönüyor. Sanatımın insanların çevre üzerinde daha fazla ya da daha az etkide bulunmasını sağlamaktan ziyade, çevrelerinin daha fazla farkında olmalarını teşvik etmesini umuyorum. Sanırım bu, daha çok bir farkındalık yaratma çabası. İnsanları yavaşlamaya ve her şeyi sanki ilk kez görüyorlarmış gibi incelemeye teşvik etmeye çalışıyorum. Günlük hayatımızda bitkiler, hayvanlar, kuşlar gibi yanından geçip gittiğimiz şeylere karşı duyarsızlaşabiliyoruz ve onlara zaman ayırıp değer vermiyoruz.

U.P.: Tamam. Bir sonraki sorum ise şu; modern teknolojilerle dolu bir dünyada, sanatta basit araçlar kullanmayı seçiyorsun. O zaman, bu basit araçlar üzerine yoğunlaşabiliriz. Neden böyle bir seçim yaptığını sorabilir miyim?

S.T.: Evet, ben kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçıyım. Elimde ne varsa onunla başladım. 
İlk kullandığım araç, büyükbabamın bana verdiği bir çakıydı. Arka verandada oturup dalları oyardık ve her şey böyle başladı. Daha sonra sabun kalıplarını oymaya başladım, ardından ahşap tekne yapım atölyesinden kalan artıklarla çalıştım. Bu küçük çakıyla başladım, ardından evimizde bir tesisatçının bıraktığı bir demir testeresi kullandım. Çok genç yaştan itibaren çok basit araçlarla başladım ve ellerimle çalışmaya alıştım. İhtişamlı makineler kullanmıyorum. Çalışmalarımı dışarıda, doğal bir ortamda yapabilmeyi seviyorum; elektriğe, kablolara ya da benzeri şeylere bağımlı olmuyorum. Çevremdeki vahşi yaşamı rahatsız edecek bir gürültü de yaratmıyorum ve vahşi yaşamı yontarken ona tamamen dalabiliyorum.

U.P.: Peki, bu seçimin sanatını nasıl etkiliyor?

S.T.: İyi bir soru. Bence bu, bir anlamda geleneğe dayanıyor. Ahşaptan, ilkel araçlar kullanarak heykeller yapmak, birçok kültürün yüzyıllardır yaptığı bir şey. Totem direkleri, kuş maketleri, ahşap kabartmalar, duvar panelleri... Mısırlılar bunu yaptı, Pasifik Kuzeybatı yerlileri de bunu yaptı. 
Bu nedenle bu, geleneklere bir saygı duruşu niteliğinde.

U.P.: Şahane! Spencer, şimdi sanat ve bilimi birlikte ele alalım. Kuşları incelemek ve doğa tarihi müzelerinden öğrenmek için seyahat ediyorsun. 
Soruma gelecek olursak, sanat ve bilimi birleştirmek eserlerini ve mesajını nasıl şekillendiriyor?

S.T.: Doğa tarihi müzelerinde çalışmak, soyu tükenmiş ya da seyahat edemeyeceğim dünyanın farklı yerlerindeki örnekleri gözlemlememi ve incelememi sağlıyor. Kuşlara olan ilgim, doğa koruma projelerinde çalışarak ve kuş halkalamayla izleme yaparak erken yaşta başladı. Büyürken pek fazla seyahat etmedim, bu yüzden kuşlar benim için dünyayı deneyimleme yolu oldu. Çevrimiçi olarak vericilerin sinyallerine bakmak ve bu kitlesel göçleri görmek büyüleyiciydi. Elimde tuttuğum bir kuşun Karayipler’de zaman geçirip ardından Virginia’dan geçerek Kuzey Kutup Dairesi’ne gitmesi inanılmaz bir hayranlık ve merak uyandırdı.

Bu örnekleri zaman kapsülleri olarak görüyorum. Onlar sayesinde, belki de hiç fırsatım olmayacak kuşları görebiliyorum. Örnek etiketlerini inceleyip kendimi muhtemelen artık var olmayan hayali bir zaman ve mekâna yerleştiriyorum. Bu belirsizlik hissine yerleşiyorum çünkü her zaman bilinmeyen pek çok şey var. Birkaç ayrıntıya sahip oluyorsunuz ama hâlâ pek çok şey bilinmiyor. Sanat ve bilim bu belirsizlikle iç içe. Her zaman bir belirsizlik seviyesi olacaktır ve bunu insanlara hitap edecek şekilde nasıl sunacağınızı bulmanız gerekir.

Yaptığım eserlerde, tüy gibi görünmemeleri için çaba gösteriyorum. Eserlerimi Latince isimleriyle adlandırıyorum çünkü yaygın isimlerini hemen açık etmek istemiyorum, gizemin bu kadar çabuk çözülmesini istemiyorum. Parçalarımın arkasına örnek etiketlerini bir bilim insanının kaynaklarını belirtmesi gibi çiziyorum. Böylece insanlar, her bir eseri doğrudan ilham veren örnekleri bulabilir veya bu etiketlerle bir bağlantı kurabilirler.

Sanat ve bilim, hayatımda olduğu gibi çalışmalarımda da iç içe. Bu birleşimle çok ilgileniyorum çünkü sanat, bilgiyi ve mesajları bilimin yapamayacağı bir şekilde aktarabiliyor. Sanat, bilgiyi iletmek ve izleyiciyi eğitmek için çok önemli bir araç. Bir sanatçı olarak derinlemesine araştırma yapmam gerekmiyor. 
Araştırmalarını benim işime ilham kaynağı olarak kullandığım, detaylı araştırmalar yapan insanlarla çevrili olabilirim. Bu bilgileri kâğıt dışı bir formatta sunuyorum. Sanat ve bilim her zaman el ele gitmiştir ve ben bu yolu sürdürmeye çalışıyorum.

U.P.: Bence bu şahane. Söylemek istediğim, sen farklı bir köprü kurmuşsun ve insanlara farklı bir yolla ulaşabiliyorsun. Biz, hepimiz, bilim insanları olarak çalışmalar yapıyoruz ve insanlara ulaşmaya çalışıyoruz ama temelde akademisyeniz ve profesyoneliz. Bu bazen halk için fazla gelebiliyor ama sen doğayı halka farklı bir şekilde taşımaya çalışarak önemli bir köprü kurmuşsun. Benim bakış açımdan bu çok önemli.

S.T.: Evet, yaptığım işin en sevdiğim yönlerinden biri, görme engelli insanların bir müzedeki sergimde makro dünyayı dokunarak deneyimleme şansı bulmalarıydı yani dokunarak dokuyu hissedebiliyor ve o dünyayı görebiliyorlardı. Bu gerçekten ilginçti. Onların düşünceleri ve tepkileri, benim düşündüklerimden çok daha derin ve anlamlıydı. Bu tür işleri yaklaşık bir buçuk yıldır yapıyordum ve başkalarının bakış açılarını görmek beni çok etkiliyor.

U.P.: Ben de müzedeki örnekler üzerinde çalışıyorum ve senin örnekler için yaptığın tanımı çok beğendim. ‘Zaman kapsülü’ dedin. Evet, bu bir tür zaman makinesi gibi ve bu gerçekten çok ilginç, aynı şekilde düşünüyorum. 
Spencer, aslında sorularım bu kadardı ama son olarak şunu sormak istiyorum; doğa tarihi senin bakış açından nedir? Bu bence önemli bir soru, şu an aklıma geldi, planlamamıştım ama sormak istiyorum. Doğa tarihi nedir?

Doğa tarihini bir takvimden ziyade bir saat gibi görmeye başladım; baharın ne zaman geldiğini artık takvim değil, gökyüzünde gördüğüm kuşlar fısıldıyor.

S.T.: Her şeyi doğa tarihi olarak görüyorum. Bunu sadece bir müzeyle sınırlı görmüyorum. Bence doğa tarihiyle çevriliyiz; hayvanlar, bitkiler ve organizmalar zaman ve çevreye tepki veriyor. Çevremde yerde, gökyüzünde, ağaçlarda olan her şeyi gözlemlemeye, takdir etmeye ve öğrenmeye çalışıyorum. Bitkiler ya da hayvanlar, fark etmez, doğa tarihini bir saat gibi görmeye başladım. Takvimin bana baharın ne zaman başladığını söylemesi yerine, kuşlar bana bunu söylüyor. Mesela kahkahacı martıları gökyüzünde çağrışlarını duyduğumda, bu benim için baharın ilk işareti. Doğanın, takvimlerimize koyduğumuz saatlerden daha iyi bir saat olabileceği ilginç, değil mi?

U.P.: Çok teşekkür ederim. Tüm tanımlarını çok beğendim. 
Bu program için ‘Kanatlar ve Ahşap Nasıl Konuşur’ başlıklı bir isim düşündüm. 


S.T.: Bence bu güzel bir başlık. 


U.P.: Pekâlâ, aslında bu son kısmımızdı. Zamanımızı neredeyse tamamladık, iki-üç dakikada bitirdik. Çok teşekkür ederim.

S.T.: Ben teşekkür ederim.

U.P.: Ne kadar teşekkür etsem az. Ayrıca Anne’e de teşekkür ederim çünkü seni bana o tanıttı.
Bu harikaydı. Gerçekten seni yüz yüze görmek isterim, belki Virginia’da, belki New York’ta… American Museum of Natural History’e gelmeyi planlıyor musun?

S.T.: Bu yaz bir ara gelmeyi umuyorum, belki Temmuz ya da Ağustos gibi...

U.P.: Harika. Temmuz ayında oralarda olacağım ama Virginia’yı da birkaç günlüğüne ziyaret etmeyi planlıyorum.

S.T.: Tamam.

U.P.: Seni orada yakalayabilirim ya da New York’a gelirsen American Museum of Natural History’ye her zaman bekleriz.

S.T.: Evet, harika olurdu.

U.P.: Her şeyi senin için ayarlayacağım.

S.T.: Teşekkür ederim, bunu çok isterim.

U.P.: Bu yaz seni bir şekilde görmeyi ve kuşlar, ornitoloji hakkında konuşmayı dört gözle bekliyorum. Bu sohbetten gerçekten keyif aldım ve yakında daha uzun bir sohbet yapmayı umuyorum.