Küresel ısınma, biyoçeşitlilik krizi, iklim krizi ve iklim adaleti üzerine dijital tasarımlar yapan, çevre aktivisti Yasemin Sayıbaş Akyüz'le iklim adaletine farklı bir perspektiften bakıyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Birden fazla krizin olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Mesela bir sağlık acil durumumuz var. Konutla ilgili acil bir durumumuz var. Eşitsizlikler üzerine bir acil durumumuz var. İklim acil durumumuz var. Ekonomi acil durumumuz var ve bu acil durumlar birbirleriyle ilişkili. Bu yüzden bunları teker teker ele almaya çalışırsak hiçbir yere varamayız. Gerçekten kesişen yanıtlara ihtiyacımız var. Öyleyse, karbondan arındırırken ve daha az kirli bir dünya yaratırken, birden çok cephede çok daha adil bir toplum inşa etmeye ihtiyacımız var. Bu noktada iklim adaletini ilk sıraya taşımak belki de bu krizlerin çözülmesine yardımcı olacak. Öyleyse “iklim adaleti” üzerine bu dönem ne kadar çok konuşursak konu hakkında farkındalık yaratabilir ve yol alabiliriz.
Utku Perktaş: Merhaba, iyi akşamlar herkese. Bugün Antroposen Sohbetlerde iklim adaleti üzerine konuşacağız. Konuğum Yasemin Sayıbaş Akyüz. Yasemin Hanım’la yakın zaman önce tanıştım, kendisi iklim krizine dikkat çeken değerli çizimler yapıyor ve bu çizimlerle iklim krizine sosyal medya üzerinden dikkat çekiyor. Paylaşımları bilgi yüklü ve çok değerli. Kendisini iklim aktivisti ve grafik tasarımcı olarak tanıtacağım. Bu dönemde her birimiz ne yapabilirim demeliyiz ve Yasemin Hanım bunu çok güzel bir şekilde yapıyor. Evet bu girişten anlayacağınız gibi bugün konuğum Yasemin Hanım ve kendisiyle “iklim adaleti” üzerine konuşacağız. Yasemin Hanım hoş geldiniz! Davetimi kabul ettiniz, çok teşekkür ederim size… Nasılsınız?
Yasemin Sayıbaş Akyüz: Utku Bey ben teşekkür ederim, gerçekten çok memnun oldum program davetiniz için. İyiyim, teşekkürler, siz nasılsınız?
U.P.: Ben de çok iyiyim. Çok mutlu oldum, güzel bir tesadüf oldu essında… Benim son Bodrum seyahatim sırasında şekillendi bir takım şeyler ve sizi tanıdığıma da çok mutlu oldum.
Y.S.A.: Ben de aynı şekilde.
U.P.: Eksik olmayın! Bugünlerde umut kelimesiyle ikircikli bir ilişkim var. Pek çok insan için çok zor bir geleceğe kilitlendiğimiz gerçeği konusunda gerçekçi olmalıyız. İşleri o kadar berbat ettik ki, şu andan itibaren her şeyi doğru yapsak bile, hâlâ iklim felaketlerine ilişkin geleceğin ne kadar kötü olabileceğini öngöremiyoruz. Kötüye doğru gidiyoruz. 2050, 2060, 2080 nasıl olacak bilemiyorum. Ama elimizi kaldırıp "Sonumuz geldi, hadi bu konuda Mad Max senaryolarındaki gibi davranalım” deme lüksümüz yok. Bence bu şoklara hazırlanmanın, birbirimize sahip olduklarımız anlamında adil davranmaktan geçtiğini ve birbirimizle yaşama biçimini oluşturan yollar olduğunu düşünüyorum. Bu, barınma, gıda ve temiz su hakkı gibi temel ekonomik hakları garanti etmeyi gerektirir. Bu alt yapıyı inşa edersek, şokları çok daha büyük bir başarıyla savuşturabiliriz. Bu konuda, ben umudumu tam bu noktaya yerleştiriyorum, ümitsiz olmak istemiyorum. Bugün sizin çizimlerinizden de etkilenerek iklim adaletini programa taşımak istedim. Yavaş yavaş programa başlayabiliriz ve ben ilk sorumu size yöneltmek istiyorum. İklim adaleti bildiğim kadarıyla iklim değişiminin getirdiği yükün adil bir şekilde paylaşılması, hafifletilmesi anlamına geliyor. Sizin çizimleriniz hem şu sıralar yaşadığımız güncel aşırı hava olaylarını dikkat çekiyor hem de bazı paylaşımlarınızda tarihsel bir perspektif var. Siz kendi perspektifinizden iklim adaletini nasıl tanımlıyorsunuz? Ve bir de bu çizimler nasıl başladı? Bunun insanlara ulaşmak için iyi bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Biraz bu konuda bilgi verir misiniz?
İklim adaleti iklim değişiminin getirdiği yükün adil bir şekilde paylaşılması, hafifletilmesi anlamına geliyor.
Y.S.A.: Yaşadığımız iklim krizinin nedenlerine baktığımızda, evet, insan ilk kez toprağa çapayı vurduğunda atmosferde başlayan bir bozulma var. Ama bunun ötesinde temel olarak Sanayi Devrimi dönemini görüyoruz. Sanayi Devrimiyle fosil yakıtların kullanılmaya başlamasıyla günümüze kadar gelmiş olan insan kaynaklı bir iklim değişimi yaşıyoruz. Bunun yanında neoliberal sistemin kendi politikalarıyla bütün ekosistemler üzerinde kurmuş olduğu bir baskı unsuru var. Bunun sebebi de bütün dünyayı kaynak olarak görmesi. Biz tüm bunları göz önüne alıp iklim krizinin bu noktaya gelmesinde en çok kimlerin payı var diye düşündüğümüzde tarihsel olarak ilk önce gelişmiş ülkeleri görüyoruz ve sosyo-ekonomik olarak da bugün zengin dediğimiz kesimin daha çok karbon salınımından sorumlu olduğunu görüyoruz. Ayrıca iklim krizinin bugünkü etkilerinden en çok kimin etkilendiğine bakarsak da tam tersi olarak az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerin sosyo-ekonomik olarak daha kısıtlı imkanlara sahip grupları, toplumsal cinsiyet açısından kadınları, yaşlıları, çocukları, engelli bireyleri, yani toplumdaki kırılgan kesimleri görüyoruz. Ortada ciddi bir adaletsizlik durumu var ve iklim adaleti kavramı bunun üzerie gitmesi gereken bir kavram. Bunun yanında bence önemli olan başka bir konu daha var; iklim adaleti aslında insan merkezli bir kavram ve bizim yaşadığımız sorunların büyük bir kısmı da aslında dünyaya insan merkezli bir bakış açısıyla yaklaşmamızdan kaynaklanıyor. Bu nedenle ben iklim adaleti kavramına diğer tüm canlıları da dahil etmek istiyorum. Bir de Prof. Dr. Nesrin Algan’dan duyduğum bir tanımlama vardı; o mesela tüm canlıların dışında dünya üzerindeki tüm tarihi eserlerin, sanat eserlerinin, binlerce yıldır ayakta duran bir tarihi eserin de iklim adaleti içerisine alınması gerektiğini düşünüyor. Çünkü yaşanan iklim felaketinden onlar da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorlar.
U.P.: Bu noktada tarihi yok ederek kültürü de tehdit ediyoruz.
Y.S.A.:Son 200 yıldır var olan bir etki sebebiyle bizler binlerce yıllık bir kültürü de kaybetmenin eşiğindeyiz. Bunun dışında bir de çizimlere nasıl başladığımı sormuştunuz.
U.P.: Evet, insanlara ulaşmak için sosyal medyayı kullanmanın çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Ve her birimiz, esasında bu söyleyeceğimi Gündüz Vassaf’dan edindim, her birimiz ne yapabilirim demeli, sonuçta yapacak çok şeyimiz var. Siz de kalemin ucundan tutuyorsunuz, dijital çizimler yapıyorsunuz. Nasıl başladınız, merak ediyorum…
Y.S.A.: Çok teşekkürler. Aslında ben iklim krizi çalışmalarına dijital tasarımlar yapmak niyetiyle başlamadım. Biz Bodrum’da beş kadın ve çocuklarımız bir grup kurduk, 2019 yılında 12 hafta boyunca her Cuma günü iklim krizi konusunda farkındalık eylemleri düzenledik. Sonrasında kent konseyiyle çalışmaya başladık, belediyeyle projeler yaptık ve araya pandemi girdi. Pandemi girdiği zaman hepimiz evlere kapandık. Ben iklim aktivistliğini nasıl devam ettirebilirim diye düşünürken, zaten mesleğim grafik tasarım, dijital tasarımlar yaparak sosyal medyayı kullanmayı düşündüm ve sosyal medyayı da o dönemde kullanmaya başladım. Bu şekilde devam etti, iyi ki de başlamışım.
İklim krizi, kuraklık ve iklim adaleti üzerine. Tasarım: Yasemin Sayıbaş Akyüz, Gazhane İklim Müzesi’ndeki tasarımlardan biri.
U.P.: Ben de öyle düşünüyorum. İyi ki de başlamışsınız, pandemi vesile olmuş ama çok güzel bir şeye vesile olmuş. İkinci sorum şöyle, sizce gezegeni karbondan arındırırken ve daha az kirli bir dünya yaratmaya çalışırken, birden çok cephede çok daha adil bir toplum inşa etmek mümkün mü?
Y.S.A.: İklim adaletini merkezine alan adil politikalarla çözümler üretilirse olabileceğini düşünüyorum, çünkü bu küresel bir kriz ve çözümü de küresel olacaktır. İklim krizinden en çok etkilenen kırılgan grupların durumunu düzeltmek üzere üretilen politikalar mutlaka dünyanın şu an içinde bulunduğu adaletsiz, eşitsiz düzene katkıda bulunacaktır. Mesela göçmen sorunu. İklim mültecileri hala hukuk alanında mülteci statüsünde değiller. Bu konuda iyi politikalar, adil çözümler ortaya konursa bunun genel olarak dünyadaki göçmen sorununa da faydası olabileceğini düşünüyorum. Ya da su hakkı konusu… Bu da dünyada çok ciddi bir problem. İklim krizi nedeniyle çok uzak mesafelerden su getirmek zorunda kalan özellikle Afrika bölgesindeki insanlar gibi ya da suya ulaşımı gitgide zorlaşan topluluklara yönelik politikalar geliştirmesi genel olarak dünyadaki su hakkı konusundaki adaletsizliğin düzeltmesi için bir yöntem olabilir diye düşünüyorum. Kadın hakları konusu… İklim afetlerinde biliyorsunuz en çok etkilenenler kadınlar. Bunun sebeplerinden biri çok ilginç, kadınların toplum içindeki rollerinin daha çok ev içinde olması, yaşlı ve çocuk bakımından sorumlu olmaları nedeniyle iklim afetleriyle ilgili uyarıları zamanında duyamıyorlar. Duysalar dahi bakmakla yükümlü oldukları insanlarla ilgilenmek zorunda oldukları için zamanında kaçamıyorlar. Bu noktadan hareketle iklim adaletini merkeze alarak kadının toplumdaki yeri konusunda bir çalışma yapılırsa kadın hakları konusunda bir ilerleme sağlanır diye düşünüyorum. Örnekleri bu şekilde artırabiliriz ama tüm bunları gerçekleştirmek için farklı bir anlayış, bir sistem değişikliği gerekiyor.
3 Temmuz 2023: İnsanlık tarihinde yaşanan en yüksek küresel ortalama sıcaklık ölçüldü. Tasarım: Yasemin Sayıbaş Akyüz
U.P.: Evet, ben de katılıyorum. Kadınların yükü özellikle taşrada iklimin değişmesiyle beraber daha da artıyor. 11 Temmuz 2023 tarihinde yaptığımız programda Prof. Dr. Aksu Bora ile biraz bu konuya değinmiştik. Kadınlar bulundukları toprakları korumak istiyorlar ve erkeklere göre her zaman daha önde yer alıyorlar. Ben bu noktada Akbelen Ormanına dikkat çekmek istiyorum. Akbelen Ormanı farklı zamanlarda programın konusu olmuştu ve gördüğüm kadarıyla orada da kadınlar hep ön plandaydı. Dolayısıyla umarım Akbelen Ormanının başına bir şey gelmez ve yapılması planlanan faaliyetler durdurulur. Biyoçeşitlilik krizini yaşadığımız bu dönemde kızılçam ormanlarını kaybetmek ve o bölgeye zarar vermek hiç doğru olmayacak.
Y.S.A.: Evet, bence de kesinlikle çok önemli orada verilen mücadele, orada ön planda olan kadınların verdiği mücadele… Yöre halkının ve çevre örgütlerinin desteğiyle yapılan müdahale çok kıymetli. Umarım Akbelen Ormanını kaybetmeyiz. Akbelen Ormanı içindeki zeytinlikler, su kaynakları, bunlar çok kıymetli.
U.P.: Şunu söylemekte fayda var: Akbelen Türkiye’nin farklı yerlerindeki önemli alanlar gibi çok önemli bir yer.
Y.S.A.: Bir de üstüne üstlük burada kömüre karşı bir mücadele veriliyor. İklim krizi konusunda da çok önemli bir mücadele; umarım kaybetmeyiz.
U.P.: Yasemin Hanım Bodrum’da yaşıyorsunuz sanırım. Batı Anadolu’yu Bodrum üzerinden örneklersek iklim değişiminin yarattığı durumu sizce bölgenin canlı bileşenleri nasıl deneyimliyor? Bodrum ciddi anlamda göç alan bir yer. Özellikle yaz aylarında yazlık ziyaretçiler çok fazla tercih ediyor. Yapılaşma oldukça fazla, kendi gözlemlerime göre su bölgede problem olabilir. Kimse bunları öngörmeden Bodrum’a akın akın geliyor. Bodrum taşıma kapasitesini katbekat aşmış gibi. Yani, adalet dediğimizde sadece insan değil doğadaki tüm bileşenleri düşünürsek Bodrum ve çevresi özelinde bir gözleminiz var mı?
Y.S.A.: Biz 18 yıl önce İstanbul’dan Bodrum’a geldik. Aslında Bodrum’a gelip burayı kalabalıklaştıran ailelerden biriyiz ve o zamanlar Bodrum çok farklı bir yerdi. Nüfus çok azdı ve yapılaşma bu kadar çok değildi. Ben iklimle ilgili konuşursam, kendi gözlemlerime göre mevsimlerin inanılmaz değiştiğini görüyorum. 18 yıl öncesine göre mevsimler kaymış durumda. Yağış rejimleri tamamen değişti. Yazları biz çok sert hava dalgaları yaşıyoruz. Biz bir dönem bir mandalina bahçesi içinde yaşadık. Mandalinada iklim değişimi sebebiyle verimin düştüğünü biliyorum. Çevrede çok daha az böcek görüyoruz, kelebek görüyoruz. Benzer şekilde çok daha az çeşit kuş görüyoruz. Bunların iklim değişikliğiyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Su kaynaklarımız çok azaldı ve Bodrum’da şu anda da çok ciddi bir su sorunu var. Bütün bu söylediklerimde buradaki yapılaşma baskısının da bir etkisi var. Denizlerde sorunlarımız var. İstilacı türler… Suyun ısınması nedeniyle ortamın daha bakteriye müsait olması, deniz canlılarının bundan zarar görmesi durumu var bildiğim kadarıyla.
U.P.: Peki siz 18 yıl önce geldiniz, Bodrum’un o dönemlerini biliyorsunuz. 18 yıl önce olupta şimdi olmayan, özlediğiniz bir şey var mı?
Y.S.A.: Özledim mi bilmiyorum ama ilk senelerde Şubat ayları, Şubat ve Mart ayları Bodrum’da sürekli yağmur yağardı. İstanbul’dan geldikten sonra bu benim çok dikkatimi çekmişti. Kasım ayında baharı yaşıyorsunuz ve Aralık ayının ilk günü gibi kış başlardı ve Şubat aylarında artık bitsin derdik, sürekli yağmur yağardı. Artık onu kaybettik. Şubat ayında pırıl pırıl güneşli bir hava oluyor. Bazı insanlar hava ne güzel diyorlar ama ben bunun acısını sürekli hissediyorum. Bu kadar kıymetli yağmurlu dönemleri kaybettik. Bunun etkilerini şimdi görüyoruz.
U.P.: Küresel ısınmaya bağlı iklim değişimine dikkat çekmek adına bu çok değerli bir gözlem. Peki, paylaşımlarınıza tekrar dönüyorum. Paylaşımlarınız iklim değişimine ve bu değişimin sonuçlarına dikkat çekmek için çok etkileyici, bir kez daha altını çizmek istedim. Bu konuda geri bildirimler alıyorsunuz?
Y.S.A.: İklim krizi popüler bir konu değil, biliyorsunuz. Medyanın bunda çok etkisi var. Bunun dışında iklim krizi hoş bir konu da değil. Ben insanların içini açacak güzel şeyler ara sıra yapmaya çalışıyorum ama yapmıyorum. Buna rağmen ben gerçekten iyi tepkiler alıyorum. Bence çok kıymetli bir şey, insanların bu konuda duyarlı olduğunu görüyorum. Ben bunu 2021 yılında Gümüşlük’te açtığım ilk sergimde fark etmiştim. Hem ziyaretçiler hem de basında çıkan haberler anlamında düşünmediğim kadar ilgi oldu. Ben o zaman gördüm ki iklim krizi konusunu daha çok gündeme getirmemiz gerekiyor. İnsanlar bu konuda bilgilenmek istiyorlar, insanlar bu konuyla ilgilenmek istiyorlar. Bizim bunu yaratıcı yöntemlerle gündeme getirmemiz gerekiyor ki toplum olarak bir mücadeleye girişebilelim.
U.P.: Ben buna çok katılıyorum. İklim değişimi herkesin aklına pelesenk olmuş moda bir terim. Ne olduğunu bilmiyoruz. Dolayısıyla bu tür aktiviteler, sizin yaptığınız gibi paylaşımlar iklim değişiminin nelere sebep olacağını ve ne tür bedeller ödeteceğini göstermesi açısından önemli. Yavaş yavaş programın sonuna geliyoruz. Son soru olarak iklim krizi konusunda umutlu olmalı mıyız diye sormak istiyorum size. Umut bazen çok acı veren bir şey de olabiliyor ve sürekli umutlu olmak bir şeyleri başarmak anlamına gelmiyor, hep hayal kırıklığı yaşıyoruz. Neler düşünürsünüz bu konuda?
Y.S.A.: Teknik olarak 1.5 santigrat derece eşiğini her şekilde geçeceğimizi biliyoruz, bilimsel raporlar bunu söylüyor. Ama hala önümüzde açık bir pencere var, insan kaynaklı iklim krizinin durdurulması ihtimali var. Ama bu konuda hükümetlerin verdiği taahhütleri ve bunları ne kadar uygulandığına baktığımızda durum aslında pek iç açıcı değil. Ama ben yine de ümitliyim, çünkü ciddi bir farkındalık artışı var. Bunu her geçen gün biraz daha görüyorum. Bir de ben ne zaman bütün olayların içine gömülüp ümitsizliğe kapılsam hep dışarı çıkıp daha geniş bir çerçeveden bakmaya çalışırım. 200 ila 300 bin yıllık Homo sapiens tarihinde ya da 4.5 milyar yıllık gezegen tarihinde 200 ila 300 yıl telafi edebilir diye düşünüyorum. Sonuçta gezegende hayat devam edecek, insanlı ya da insansız bir şekilde devam edecek.
U.P.: Gezegen bizden büyük, kesinlikle hayatta kalmayı başaracak ama burada zarar gören biyoçeşitliliğin talihsiz bileşenleri olacak. Ben insana ne yazık ki diyemeyeceğim, çünkü biz bazı şeyleri kendi elimizle yaratıyoruz. Dolayısıyla dediğiniz gibi, ben de inanıyorum ki gezegen kendini rejenere edecek, ama umarım bu çok fazla biyoçeşitlilik kaybıyla olmaz. Peki, ben çok teşekkür ederim size.
Y.S.A.: Ben de çok teşekkür ederim, çok keyifli bir sohbet oldu.
U.P.: Hoşçakalın.