Yazar Nurcan Baysal; Diyarbakır, Adıyaman ve Pazarcık’taki son durumu paylaşmak üzere konuğumuz oldu.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)
Gürhan Ertür: Telefon hattımızda Nurcan Baysal var. Yazar arkadaşımız, bize Diyarbakır, Adıyaman ve Pazarcık'tan bilgiler verecek. Nurcan merhaba. Şu anda Şahika Yüksel hocamız, Elvan Cantekin, Argun Yum, Nuray Aydınoğlu hocamız ve Muzaffer Tunçağ bizimle birlikte.
Nurcan Baysal: Merhaba Gürhan. Herkese selamlar. Şu anda İslahiye'deyim. Pazarcık’tan İslahiye'ye geçtim. Şu ana kadar gördüğüm yerler Adıyaman, Pazarcık, Diyarbakır, İslâhiye, Nurdağı. Buradan da Antep'e hareket edeceğiz. Her yer kötü ama Adıyaman bir felaket. Şehir neredeyse topyekûn yok olmuş. Şehirdeki binaların yüzde 50’si, yüzde 60’ı yıkılmış. Diğerleri de oturulmayacak halde. Adıyaman'da hâlâ bir kargaşa hali hâkim. Mesela görüştüğümüz birisi Meksika kurtarma ekibini, ondan sonra da madencileri enkazın başına getirmiş. Enkazda sevdikleri olan insanlar böyle bireysel çabalarla sevdiklerini kurtarmaya çalışıyorlar. Adıyaman'da gördüğümüz manzara çok korkunçtu. Pazarcık'ta yıkılan bina sayısı, Adıyaman kadar yoğun değil.
G.E.: İlk depremin merkezi olmasına rağmen Adıyaman gibi değil, öyle mi?
N.B.: Evet, Adıyaman gibi değil. Girilemeyecek bina sayısı çok yüksek olduğu için çok fazla insan dışarıda. Deprem özellikle Pazarcık'ın köylerini daha ağır vurmuş. Fakat köylerde şans mı diyeyim, ne diyeyim bilmiyorum, nüfus daha çok Almanya'da oturup yazın köylerine gelenlerden oluştuğu ve köylerdeki insan sayısı kış dolayısıyla az olduğu için, ölüm sayıları o kadar yüksek değil. Davutlar gibi gittiğimiz bazı köyler tamamen yıkılmıştı. Davutlar Köyü'nden 15-20 cenaze çıktı. Fakat deprem yazın olsaydı, muhtemelen Pazarcık’taki ölüm ve can kaybı sayısı çok yüksek olacaktı.
İslahiye’deyiz şu anda. İslahiye'de de epey yıkım var. Tabii asla Adıyaman gibi değil, orası distopya gibi bir şeydi, çok korkunçtu. Çok acayip bir yıkım bu, sesleri de çok sonra duyulmuş. İki üç gün boyunca seslerini bile duyuramamışlar. İslahiye’deki yıkımlar özellikle belli mahallelerde yoğunlaşmış. Türkiye’nin her yerinden bol bol gıda ve tekstil ürünü gelmiş durumda. Çoğu insan gelecek aylarda ihtiyacımız olabilir diye bol bol alıyor, paketliyor ve bir yerlere koymaya çalışıyor O yüzden artık gıda ve tekstil ürünleri istemiyorlar. Tekstil ürünlerinde iç çamaşırı ihtiyacı ve talebi çok fazla. İç çamaşırı, özellikle de kadın iç çamaşırı, çorap, ped ve hijyen ürünlerine çok fazla talep var. Bunun dışında da çadır, yani barınma sorunu var. Çadır ve sobanın olmaması temel sorunlar. Bir an önce uzun vadeli planlama yapmak lazım çünkü hava feci derecede soğuk. Biz de dün gece arabada yattık, birçok insan da ya arabaların içinde ya da çadırlarda yatıyorlar. Fakat çadırların içi çok soğuk ve içlerinde soba da yakılamıyor. Bölgede feci bir soğuk olduğu için barınma işine yoğunlaşmak lazım yavaş yavaş. Çünkü belli ki uzun yıllar konteyner kentlerde yaşayacaklar. Çadır ve konteyner kentlerin kurulması gerekiyor. Mobil tuvalet, mobil banyo ve bu tarz şeylere çok fazla ihtiyaç var.
Özellikle Adıyaman bir felaketti. Çocuklar yıkıntıların içerisinde oynuyordu. Bir yandan acı, bir yandan gözyaşı vardı. Adıyaman çok kalabalıktı da. Diğer yerlerin bir kısmı, Pazarcık mesela, hayalet kente dönüşmeye başlamıştı. Adıyaman'ın hâlâ kalabalık olmasının bir nedeni de çok ölüm olması. Neredeyse tüm binalar yıkıldığı için insanlar yıkıntılarının başında bekliyor, cenazelerini alırlarsa çıkacaklar Adıyaman'dan. O yıkıntının içerisinde çocuklar, yaşam, kargaşa, kaos, acı, hepsi iç içe.
G.E.: Yardımların organizasyonu konusunda herhangi bir tespitin, gözlemin var mı Nurcan?
N.B.: Tam bir felaket. Organizasyon ya da koordinasyon, bunların neredeyse hiçbiri yok. Büyük bir yardım var, bütün belediyeler burada. Karadeniz'in neredeyse bütün belediyelerini gördüm, örneğin Silopi Belediyesi burada. Bütün belediyeler burada. Herkes her şeyi kendisi örgütlüyor. Gelen yardım kamyonlarını bir yer bulunca boşalttırıyorlar, kendi kendilerine aşevleri kuruyorlar. Koordinasyon yok, neredeyse sıfır. İnsanlar sevdikleri enkaz altında ise gidip yardım ekiplerini kendileri bulmaya çalışıyor. Her şey çok yavaş ilerliyor. Halk daha hızlı.
Bölgede iş dünyasını çok gördüm. Buradaki şirketler acayip hızlı organize olduğu için, burada hep onların vinçlerini, kamyonlarını gördüm. Adıyaman'a mesela ilk onlar girmişler. Konuştuğum insanlar söyledi. Ama ilk girmelerinin bir faydası yok. Vinçle, kamyonla geliyorlar ama bir kurtarma ekibi lazım. İnsanlar epey uzun süre kurtarma ekiplerinin gelmesini beklemişler ama kurtarma ekipleri arasında tam bir koordinasyon var mı? O da henüz yok. Bir yandan enkazlar kaldırılıyor artık. İslâhiye ve Nurdağı’nı biraz daha sakin gördüm. Orada gerginlik, stres, o acele bitmişti, artık enkaz artık kaldırma aşamasına geçmişti orası. Mesela Adıyaman ve Pazarcık hâlâ kalabalık, insanlar stres içerisinde, acı ve ağlama sürüyor. Özellikle Adıyaman'da çok fazla.
Çocukların oyuncak eksikliği gözlemlediğim şeylerden bir tanesi. Dediğim gibi birçok yerde çocuklar enkazların içindeler. AFAD çadırları var ama henüz yeterli değil. Buralara geldiğinizde hadi kriz merkezine gidelim, bilgi alalım gibi şeylerin henüz karşılığı yok. Örneğin, kendi çabamızla Pazarcık’a gittiğimizde “Aa eski CHP'li belediye başkanı buradaymış,” deyip ona gidiyoruz. “Aa şuradaki cemevini HDP kullanıyormuş,” deyip oraya gidiyoruz. “Aa şu şehirde bilmem ne belediyesi şunu yapıyormuş,” deyip oraya gidiyoruz. Bu şekilde bilgi alıyoruz hâlâ. Yani bu illerde derli toplu bilgi alabileceğimiz yerler çok fazla yok.
G.E.: Gidip başvurabileceğiniz bir kriz masası veyahut sizi yönlendirecek bir merkez, bir masa, böyle bir şey yok, öyle mi?
N.B.: Valiliklerin içinde bir birim kurulmuş ama mesela gidiyor insanlar, kendi isimlerini yazdırıyorlar. Diyelim enkazda bir sevdiğiniz var ve ismini yazdırıyorsunuz. O isimle size dönecekler. O dönüş olmuyor ve herkes kendi başının çaresine bakıyor. Dün Pazarcık'ta kurulan çadır kent gibi bir yere gittik. Bu çadır kent nasıl kurulmuş? Üç tane cevval insan diğer insanları toparlamış, aramış kamyonları buraya indiriyorsunuz demiş. Çadırları kamyondan zorla indirtmiş. Elli tane gence, hadi bu yüz çadırı kuralım demiş. Gidip bir yerlerden sobaları getirmişler. Orada bir çadır kent var artık. Ama o çadır kentler hep böyle kurulmuş. Sonra yüz tane çadır da kurulamamış. O zaman biri gidip askerleri bulmuş, yüz taneyi de onlara kurdurtmuş. Anlayacağınız insanlar kendi çabalarıyla çadır kentler kurmaya uğraşıyorlar.
Bir de dediğim gibi tüm belediyeler buradalar. Türkiye'nin her yanından, neredeyse bütün belediyeler aşevi açmış. Kepçelerini, yardım tırlarını getirmişler. Bütün bunları görmek çok mümkün. Bir koordinasyon ya da düzen derseniz bunu maalesef biz görmedik. Mesela sen bugün şunu nereye ulaştırayım, kime yollayayım diye sorsan, bilmiyorum. Sana şurası var, şuraya yollayabilirsin diyebilir miyim? Emin değilim açıkçası. Mesela dün Pazarcık’taki büyük bir cemevi ve toplum merkezine gittik. O cemevi yakındaki köylere hizmet veriyordu. Orada gönüllü gençler vardı. HDP'den bazı insanlar vardı. Orada gittikleri köyde şu ihtiyaçlar vardı diye tık tık söylediler. Elli tane cevval genç bir şeyler yapmaya çalışıyor diyelim ama bunların tam bir koordinasyonu yok.
Mesela Diyarbakır'da sivil toplum örgütlerinin kurduğu acayip bir kriz masası koordinasyonu var. Bir Diyarbakırlı olarak buranın farkını çok hızlı bir şekilde gözlemleyebildim. Çünkü önce Diyarbakır'daki kriz merkezine gittim. Ticaret Odası'nın içerisinde Diyarbakır kriz merkezi vardı, doksan tane sivil toplum örgütü oradaydı. İşte şu lazım, buraya bu lazım diyebiliyorlardı. Sadece Diyarbakır için değil, Adıyaman'ın ihtiyaçlarını da biliyorlardı. Hadi doktorları örgütleyelim ya da karavan lazım çünkü Adıyaman köylerine gidilecek diyebiliyorlardı. Ortak, birlikte çalışma vardı. Her şeye rağmen sivil toplum var hâlâ. 2015-2016 yıllarında sivil toplum örgütlerinin kapatılmasına rağmen hâlâ bir örgütlenme var. Bu diğer bölgelerde çok az.
G.E.: Bu sivil örgütlenmeye özel sektör kuruluşları da dahil, değil mi?
N.B.: Yarı kamusal şeylerden de bahsediyorum, ticaret odaları gibi. Tabii onlar buralarda da var. Ama Adıyaman'da Ticaret Odası Başkanı da enkazda.
G.E.: Ben Diyarbakır için sordum Nurcan.
N.E.: Evet, evet, Diyarbakır'da acayip bir örgütlülük var. Diyarbakır'da yıkılan on veya da on iki bina vardı sanıyorum. Onlar da çok büyük binalar. İçlerinde üç yüze yakın insan vefat etti. Ama dışarıda yüz binler var. Çünkü insanlar hem korktukları hem de binalar hasarlı olduğu için evlerine girmiyorlar. Sivil toplum ve iş dünyası çok hızlı örgütlenmiş durumda. Adıyaman'a geldiğimde Van'dan Diyarbakır'dan iş dünyasını görüyorum örneğin. Kepçeler, arama kurtarma ekipleri getirmişler. Burada acayip bir sivil toplum gücü var. Diyarbakır'da ve sivil toplum gücünün yüksek olduğu illerde bunu bir şekilde görüyorsunuz. Daha hızlı organize oluyor her şey.
G.E.: Evet. Diyarbakır'daki birçok önemli kuruluşu kapatmış olmalarına rağmen.
N.B.: Tabii ki, ona rağmen, kalanlarla devam ediyorlar. Sivil toplum geleneğinin olduğunu böyle afet durumlarında görüyorsunuz. Hemen, hızlıca organize olabiliyor her şey. Mesela Adıyaman'da sivil toplum her zaman azdı. Olanlar da kapatılmıştı. Bunların yokluğunu ve tabii ki örgütlenmenin eksikliğini böyle afet dönemlerinde anlıyoruz.
G.E.: Sen bölgede ne kadar kalacaksın?
N.B.: Muhtemelen bu akşam Diyarbakır’a, eve döneceğim. Ondan sonraki günlerde Hatay'a gidebilir miyim tekrar, bir ona bakacağım. Belki birkaç gün İstanbul'a gidip tekrar bölgeye geçeceğim. Aslında şu anda uzun vadede neler yapılabileceğini planlamaya çalışıyoruz. Mobil hastanelere ihtiyaç var Gürhan, bu çok önemli. Özellikle köyler için çok önemli bu. Van depreminde böyle şeyler yapmıştık ve çok faydalı olmuştu. İçerisinde doktorların, belirli cihazların ve bir miktar ilacın olduğu mobil hastaneler, köyleri altı ay boyunca gezmişti. Şu anda çok geniş bir alanı kastediyoruz. Birçok şeyin mobil yapılması gerekecek gelecek aylarda, belki yıllarda.