Hayata Destek Derneği Deprem Bölgesi Koordinatörü Gökhan Erkutlu ile afet bölgesindeki son durumu konuştuk.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertür: Bugün konuğumuz Hayata Destek Derneği Deprem Bölgesi Koordinatörü Gökhan Erkutlu. Onunla birlikte bölgenin son durumunu ve Hayata Destek Derneği’nin yürüttüğü faaliyetleri konuşacağız. Gökhan, hoşgeldin programımıza merhabalar.
Gökhan Erkutlu: Merhaba Gürhan Bey. Hoşbulduk. Herkese iyi akşamlar.
G.E.: İyi akşamlar. Evet Nuray Hocam siz de hoşgeldiniz. Siz de bölgedeydiniz hafta sonu. Onun da bilgilerini bu programda ve yarın almaya çalışacağız. Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ, sizler de programa hoşgeldiniz.
Elvan Cantekin: Merhabalar.
Muzaffer Tunçağ: Hoşbulduk.
G.E.: Evet. Gökhani, biraz bize bölgeye ilişkin bilgileri verebilir misin? Ne durumdasınız, neler oluyor, ne bitiyor? Biraz genel bilgilerle başlayalım lütfen.
Gökhan Erkutlu: Tabii ki. Yani herkes bir noktada takip ediyor ama bu depremlerin akabinde, özellikle Hatay ve Adıyaman, ciddi anlamda iki depremden de etkilendi. Üçüncü sıraya aslında Maraş'ı da koyabiliriz bu noktada. İnsani yardım faaliyetleri açısından baktığımızda sivil toplum olarak, bence zorlandığımız noktalar var. Belki buradan başlamak lazım. Hem Adıyaman hem Hatay, altyapısal olarak da çöktüğü için, yani orada sadece üst yapıda bir çökmeden bahsediyoruz ama aynı zamanda altyapılarda da ciddi zarar olduğu için, elektrik, su ve kanalizasyon altyapısı, sivil toplum kuruluşlarının oraya gidip operasyon almasıyla ilgili de ciddi sorunlar baş gösterdi. Sahada aslında yardım faaliyetleri yapabilecek sivil toplum kuruluşları, orada bir alan bulmakta zorlandılar. Biz de bunlardan biriydik. Önce arabalarda yatarak bu işi kurtarmaya çalıştık, derken çadıra geçtik. Şimdi yavaş yavaş yaşam alanlarımızı oluşturmaya başladık ve daha da operasyonel olmaya çalışıyoruz ama belki en temelde bunu söylemek lazım. Yardım faaliyetlerini yürütmek de aslında başlı başına bir operasyonel güçlük içeriyor kendi içinde. Daha evvel çok da karşılaştığımız bir durum değildi bu. Yani afetlere gittiğimizde, nispeten sivil toplum kuruluşlarının çalışabileceği bir altyapı, bir zemin oluyordu. Ancak şu karşılaştığımız afette gerçekten elektriğe ulaşmak, tuvalete ulaşmak depremden etkilenmiş topluluklar için olduğu kadar yardıma giden insanlar için de ciddi bir sıkıntı teşkil etti ve etmeye devam ediyor. Şu anda baktığımızda belki biraz acı olacak ama yani ilk günlerde ki ihtiyaçlarla bugünkü ihtiyaçlar arasında çok büyük bir fark yok maalesef. Ve en büyük ihtiyaç hala ‘su sanitasyonu’ üzerinde yoğunlaşıyor. Su sanitasyonundan ne kastediyoruz? Burada özellikle birincisi içme suyu. Bu, gün ve gün bazen gündem oluyor. Sosyal medyada da görüyorsunuz. Herkes su ihtiyacından bahsediyor ama bu çok kendini tekrar eden bir şey. Herkes kendi açısından günde ne kadar su tükettiğini düşünse, orada çeşmelerden su içilmediğini, hatta çeşmenin çoğundan su akmadığını düşünürseniz, orada ciddi bir ihtiyaç var ve bu devamlı tekrar edecek gibi gözüküyor, özellikle yaz ayları yaklaştıkça. Diğer bir taraftan kullanım suyu ki bu hijyen açısından çok önemli. Elimizi, yüzümüzü yıkadığımız, bulaşımızı yıkadığımız sular. Bunların olmaması büyük bir sıkıntı. Bunları şu anda su depoları kurarak aşmaya çalışıyoruz. Belli noktalarda insanların yaşadığı alanlara su deposu yerleştirmek, bunun bir çözümü şu anda. Tuvalet, duş ihtiyacı keza ciddi miktarda var. Aynı şekilde insanların çamaşırlarını yıkaması gerekiyor. Mobil bir çamaşırhanemiz var ama düşündüğünüz zaman insanlar şimdi elde çamaşırlarını yıkamaya çalışıyor. Dolayısıyla bir hijyen malzemesi ihtiyacı var. Yani bir yandan baktığınızda böyle toplu bir şey var. Yani sisteme tek başına bir şey götürdüğünüzde yetmiyor aslında. Ben hep şu örneği veriyorum. İçerisinde yedi tane duşun olduğu bir duş konteyneri koyduk. Kampta yerini belirledik, koyacağız. Bunun su bağlantısını yapmak lazım. Ama çeşmede var olan su kaynağından inanılmaz az su geliyor. Dolayısıyla orayı bir depoya bağlamanız lazım. Ama depoya suyu basmak için hidrofor lazım. Önce depoyu getiriyorsunuz, hidroforu getiriyorsunuz. Hidroforu elektriğe bağlamanız lazım ama elektrik yok. Yerden elektrik çekiyorsunuz. Onun amperi yetmiyor, elektrikçi bulmanız lazım. Elektrikçi geliyor, amperi değiştiriyor. Onları bağladınız, koydunuz. Bu sefer suyun gideri için kanalizasyona bağlantı yapmanız lazım ve kanalizasyonda problem var, kanalizasyon tıkalı. Dolayısıyla bir iş makinesinin gelip size kanalizasyon açması lazım ya da bir foseptik açması lazım. Bu sadece bir duş koymak için yaptığınız enerji. Bazı şeyler çok basit gözüküyor. Ama bu ihtiyacı karşılamaya çalıştığınızda, bütün altyapısal sorunlarıyla birlikte geldiği için inanılmaz bir zorlanma oluyor sahada. Dolayısıyla daha bütünsel yaklaşmak gerekiyor birçok açıdan. Su sanitasyonuyla ilgili kısım bu. Buna ek olarak aslında iç çamaşırı şu anda acil ihtiyaçlardan biri. İlk günden beri devam ediyor açıkçası. Barınma altında ihtiyaçlar var. Bir yandan çadır dağıtmaya devam ediyoruz. Çadır ihtiyaçları hala var. Bir yandan da çadırda olan insanlar konteynere geçmek istiyorlar. Çünkü özellikle son zamanlardaki yağmur, Adıyaman inanılmazdı. O sel zamanı ben de oradaydım. Yani biz kafamızı çıkaramadık kendi çadırımızdan ve konteynerlarımızdan ki biz bile o şartlarda mücadele etmek zorunda kaldık. Ve biliyorsunuz Tut’da ciddi bir hasar oldu. Aynı zamanda buradaki kampların bir kısmı gene iptal oldu. Dolayısıyla bir yandan onlarla uğraşıyorsunuz. Şimdi tekrar başa dönmek gibi oluyor Adıyaman'da. İnsanların gene çadır ihtiyacı var sellerden sonra. Bir yandan bir sonraki yağmuru biliyorsunuz, gene yağacak. Dolayısıyla çadırlarda iyileştirme yapmanız lazım. Palet koymanız gerekiyor, yerden bir şekilde yükseltmeniz gerekiyor. Bunun gibi çalışmalar var. Bunların ötesine geçtiğiniz an itibariyle de aslında bizim ruh sağlığı ve psiko-sosyal destek dediğimiz konular baş gösteriyor. Yani çok ciddi toplumsal travmalar var. Her bir insana temas ettiğinizde size inanılmaz hikayeler anlatıyor ve bence anlayabileceğimiz nitelikte değil. Yani empati kurmak bile zor, idrak etmesi zor güçlükte hikayeler, kayıplar. Bir aileyle konuşuyorsunuz, ailesinden yirmi kişiyi kaybettiğini anlatıyor. Sayılar bir anlamda anlamsızlaşıyor sizin için. Yani yirmi, bir aileden, akrabalarla birlikte inanılmaz bir sayı. Dolayısıyla bu insanların bir noktada konuşmaya, daha ciddi anlamda sıkıntılar yaşayan insanların uzmanlara erişimlerinin sağlanması gerekiyor. Hayata Destek Derneği olarak sahalarda ekiplerimiz çalışmaya başladılar. Bunu giderek arttırıyoruz. Özellikle ruh sağlığı ve psiko-sosyal anlamında ihtiyaç duyulan kişileri tespit etmek, bunları yönlendirmek. Bir noktada kadınlarla, çocuklarla çalışmalar yapabilmek; onları bir araya getirebilmek, konuşmalarını, paylaşımlarını sağlamak. Bu bile insanlara inanılmaz iyi geliyor, bir şeyleri anlatabilmek, konuşabilmek. Ama tahmin edeceğiniz gibi sayılar o kadar yüksek ki. Yani inanılmaz bir ihtiyaç var. Ne kadar barınmada konteyner sayıları havada uçuşuyor ya da vermeniz gereken gıda kiti, hijyen kiti sayılır ama bir yandan da o kadar psikolog, sosyal hizmet uzmanlarının sahada çalışmalar yapıyor olması lazım. Ama bu biraz evvel dediğim noktaya geliyor. Bu kadar insanı sahaya indirip yardım götürebilmeniz için onların da kalacak yerlere, yaşam alanlarına ihtiyacı var ve böyle mekanlarımız maalesef yok. Dolayısıyla sınırlı sayıda insan gelip gidebiliyor sahaya. Ama yapmaya çalıştığımız bir yerde hem kadınlar hem çocuklar için güvenli alanlar inşa etmek, çadır alanları ya da ortaklaşacakları alanlar kurmaya çalışıyoruz ki aslında oralarda yaptığımız çalışmalar sırasında varsa eğer bizim sağlayabileceğimiz yardımların ötesinde ihtiyaç sahipleri, bunları bir noktada uzmanlara, psikologlar derneği olur, sahaya gelen birçok hasta üniversite var, üniversiteden hocalarımız var gelen, onlarla yakın temasta çalışıyoruz. Dolayısıyla onlara yönlendirebiliyoruz. Bir yandan da tabii şimdi bütün yapı, sosyal yapı da değişti. Yani insanlar bir anda, birçok aile aynı çadırda kalmaya başladı. Hatta bazen bize haberleri geliyor aynı çadırda birbirini tanımayan aileler de yaşamaya başlıyor. Dolayısıyla özel alan dediğimiz şey ortadan kalkıyor. Burada da gerek çocuklar anlamında, gerekse kadınlar anlamında onların korunmasına yönelik belli tespitler yapmak, onların bilgiye erişimini sağlamak ya da ilgili kurumlara erişimini sağlamak, bunlar çok önem kazanıyor. Diğer tarafta hukuki bazı sıkıntılar var. Yani insanlar evlerini kaybettiler. Şimdi onların başında durmaya çalışıyorlar. Hasar tespitler yapılıyor. e-Devlet'ten bazı çalışmalar yapılması gerekiyor. Dolayısıyla orada hukuki destek ihtiyaçları doğuyor. İnsanları oraya yönlendirmek gerekiyor.
Baktığımız zaman hayat normale dönmeye çalışıyor. Hem bunu Hatay hem Adıyaman için söyleyebilirim. Maraş nispeten daha iyi durumda ve orada işleyen bir sistem oluştu. Ama Hatay'da ufak ufak restoranlar kendilerine ufak alanlar açıyor. Birkaç tane manav açıldı. Benzin istasyonları işler hale geldi. Keza Adıyaman'da da öyle. Ama toplamdaki ekonomik kayba ve ihtiyaca baktığınızda, çok ciddi anlamda bir geçim kaynağı kaybı var. Aslında bu iki depremin olduğu bölge, bir yandan ciddi tarım ve hayvancılıkla uğraşan ve üretim yapan yerler ve bu üretimlerin sekteye uğraması söz konusu. Biz mesela kadın kooperatifleriyle şu anda bir şekilde çalışmayı yürüteceğiz. Onların tespitlerini yaptık. Buradaki hedefler şunlar. Kadın kooperatiflerin ürettiği ürünler var. Ama bunlar, deprem sırasında zayi olmamış, kurtarabildikleri ürünler. Öncelikle bunları satın almak, yerelden satın almak çok önemli. Bir noktada her şey dışarıdan geliyor ama yavaş yavaş esnaf ayağa kalktıkça, onları güçlendirmek adına, onlar aracılığıyla bir şeyler almaya çalışıyoruz ki onlar da kendi geçim kaynaklarını oluşturup aslında normale dönmeye başlayabilirler belki. En azından geçim kaynağı açısından. Diğer bir nokta da, bizim can suyu dediğimiz, kaybettikleri ufak tefek ekipmanlarını yerine koymak, ham madde ihtiyaçlarını karşılamak, tekrar üretime geçmelerini sağlamak. Özellikle Hatay, biliyorsunuz hem zeytinyağı, salçasıyla diğer birçok aslında yerel ürünüyle gıdaya dair birçok katkı sağlıyor ve yerelde küçük üreticilerimiz var. Bunları tespit edip, bunlara destek olmak belki çok önemli bu süreçte, onların hayatta kalması önemli. Diğer bir noktada gene çiftçiler ve hayvancılıkla uğraşanlar var. Bir örnek vardı. Ulaşmaya çalıştığımız, hayvancılık yapan birisiyle bir gün konuştuk. Ertesi gün çoktan hayvanlarını yarı fiyatına satmıştı olması gerekenden. Çünkü hayvanlarına bakacak bir yemi yok, alanı yok ve o imkansızlık içerisinde aslında belki de daha iyi bir şekilde geçimini sağlayacağı hayvanlarını hem satıyor hem de aslında yarı fiyatına satarak büyük bir kayıp yaşıyor orada. Dolayısıyla geçim kaynaklarıyla ilgili de bu anlamda ciddi sıkıntılar var. Belki bu noktada durabilirim. Sizlerin de soruları varsa oradan da ilerleyebiliriz.
G.E.: Elvan’ın herhalde var.
E.C.: Evet esasında var. Yani sen sırasıyla gittin de ben ilk başa geri döneceğim. Bu barınma konusu ve barınmayla ilgili sorunlar ve bunun da getirdiği ek şeyler, işte sanitasyon, su filan gibi. Benim dikkatimi çeken bir nokta var. Bilmiyorum sen katılacak mısın? Bu düzensiz barınma diye adlandırdığımız yapılaşma nedir? Çadır öbeklerinin daha önce yaşadığımız afetlere oranla çok daha fazla sayıda olduğu gibi bir izlenim edindim ben. Bu doğru mu? Bir kere onu soracağım. Ben mi yanılıyorum? İkincisi kırk küsur gün geçti depremin üzerinden. Bu kırk günün ardından hala su ve kanalizasyon konusunda, basit de olsa bir altyapı ve temel sorunu. Yani sıfırdan yapılmayacak bu, tamir edilecek önemli bölümü. Bunun oluşturulamamış olması nasıl izah edilebilir? O konuda gerçekten ben anlayamıyorum. Bunlarla başlayalım ondan sonra esasında zamanımız olmayacak ama gene de ben söyleyeyim. Belki ikinci bölümde yaparız. Bu afette özellikle kadın ve çocukların kırılganlığı ve onların yaşadıkları üzerinde çok olumlu bir şekilde, çok daha fazla durulmaya başlandığını gözlemliyorum. Bütün bu yaptığımız konuşmalarda da bunu izleme olanağım oldu. Bu, kırılganlığın çok aşırı bir noktaya gelmiş olmasından mı yoksa genel bir duyarlılığın toplumda oluşmuş olmasından mı? Bu konuda senin görüşlerini de almak isterim.
Gökhan Erkutlu: İlk sorudan başlayayım. Hem Hatay hem Adıyaman'da yıkım çok yüksek olduğu için, aslında şehrin tamamı bundan etkilenmiş ve şehirde kalanlar gidip kalabilecekleri bir yer bulamadıkları an itibariyle de aslında bu düzensiz çadır alanları oluşmaya başladı. Yapılan çadır kentler, konteyner kentler de var ciddi miktarda. Ama bu ihtiyaca, yani ihtiyaç yüz binler olduğu için, bu ihtiyacı karşılayacak noktaya gelebilmesi için çok ciddi bir zaman ve emek gerekiyor. Aslında sayılarla karşılaştığınızda görüyorsunuz farkı. Yani beş bin tane konteyner koymuşsunuz ama öteki tarafta ihtiyacınız zaten on binlerin üzerinde. Dolayısıyla bu çadırların ya da konteynerlerin tedarik edilmesiyle ihtiyaç arasında bir fark var. Ama tabii burada şunu da ayrıştırmak lazım. şehirler var. Şehirlerde formal - informal yerleşkeler var. Şehirlerin içerisinde köyler var. Bunların hepsinin ihtiyacı birbirinden farklı, farklılaşıyor. Düzensiz çadır alanlarında insanların kalmayı tercih etmesinin sebepleri de var. Bir kere çadır kentlere giriş yapabilmeniz için e-Devlet üzerinden bir sürecin işlemesi gerekiyor. Ama insanlar mahallesinde kalmayı, bildikleri mahalleliyle birlikte... Aslında ‘kaderdaşlık’ da oluşuyor. Şimdi böyle bir travma sonrasında siz, ait olduğunuz yere ve oradaki insanlara yakın kalmayı tercih ediyorsunuz. Çünkü güvende hissettiğiniz yer o insanlar, o çevre oluyor. Ve size ilk günden beri aslında destek olan da onlar. Yani onları bırakıp, tanımadıkları bir noktada başka bir çadır alanına geçmeyi, başkalarıyla yaşamayı tercih etmediğini görüyoruz daha çok insanların. Diğer taraftan insanlar tabii ki yaşam alanlarını korumaya yöneliyor. O binaların içerisindeki, yani görüyorsunuz o yıkık binanın içerisine girip, içeriden bir tane bir şey alıp çıkıyor insanlar ve ne alıp çıktıklarına bakıyorsunuz; fotoğraf alıp çıkmış. Çünkü onun için en değerli şeylerden biri o. İnsanlar bunun başında bekliyorlar. O enkaz kaldırılırken değerli neyi varsa, fotoğrafı olur, başka bir şey olur, onu almaya çalışıyor. Bir diğer taraftan enkazla birlikte hasar tespit yapılıyor. Orada hukuki bir şey işliyor. Onun başında durup, haklarını korumaya çalışıyorlar. Köyde deseniz aslında tarlası var, hayvanı var, onları bırakmak istemiyorlar. Bir şekilde aslında insanları o yaşam alanlarına bağlayan bir sürü sebep var. Dolayısıyla çok yüksek miktarda dediğiniz gibi düzensiz çadır alanı var ve bunların bazısı gerçekten böyle derme çatma dediğimiz yani bildiğiniz, aslında naylonu germiş tahta çıtalar içerisinde yaşıyorlar aslında. Yer tamamen toprak. Dolayısıyla oradaki yaşam şartları, konteyner kente ya da çadır kente göre çok daha sorunlu ve sıkıntılı bir nokta. Ama bunu değiştirmek de şu aşamada bahsettiğim sebeplerden dolayı mümkün gözükmüyor. Bir yandan da insanlarla konuşmak lazım, onların ihtiyaçlarını anlamak lazım. Nereye, nasıl geçmek isteyeceklerini de görmek gerekiyor.
E.C.: Peki enkazlar kalktıkça düzensiz barınma alanlarının daha azalacağını bekliyoruz değil mi?
Ve bu aynı zamanda enkazlar kalktıkça birtakım bölge insanı da, depremden etkilenen kişiler de belki bölgeden ayrılacaklar ve başka yerlere geçecekler. Bu şekilde bu düzensiz ve de hijyenik olmayan ve hakikaten yönetimi çok zor olan barınma alanlarının bir kısmının ortadan kalkacağı gibi bir umudumuz var mı, bir beklentimiz olabilir mi?
Gökhan Erkutlu: Keşke var diyebilsem ama iki tane konu var. Bir tanesi, son zamanlarda Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) yaptığı bir çalışmada, farklı bütün çadır alanlarındaki kişilerle görüşmelerinden çıkan bir nokta. Yani %80’ine yakını var olduğu yerde kalmayı tercih ediyor, yerini değiştirmek gibi bir niyeti yok diye anlaşılıyor. Tabii bu zaman içerisinde değişebilir ama en azından şu anda sanki yönelim o tarafa doğru. Diğer bir nokta ise, depremle birlikte ciddi anlamda bir boşalma yaşadı şehirler. Bir sürü insan akrabalarına ya da farklı alanlara gitti. Ama şimdi birincisi geçim derdi, kiralar, yani uygun yaşam alanlarının bulunamamasından dolayı insanların geri geldiğini görüyoruz. Diğer bir nokta ise tarım zamanı geliyor ve dediğim gibi Hatay tarımcılıkla geçinen bir yer. Dolayısıyla ekim zamanı, dikim zamanı. İnsanların aslında gelip tarlalarında durması gerekiyor, işlerine dönmesi gerekiyor. Böyle bir geri dönüş de düşünülüyor. Yani Adıyaman da bunun içerisinde. Burada da ciddi bir tarım faaliyeti var. Hani insanların buraya gelmesi söz konusu, tekrardan geri dönmesi söz konusu. Böyle de bir öngörü var açıkçası. Bu düzensiz çadır alanlarının bir süre daha en azından devam edeceğine dair bir öngörümüz var. Tabii burada yerel hükümetlerin ya da merkez hükümetin alacağı kararlar ne yönde olacak? Buraları nasıl destekleyecekler ya da buraları nasıl yönlendirecekler? Orası önemli.
E.C.: Bir de Gökhan aklıma şu soru geldi sen bunu anlatırken. Hatay, en azından bildiğim kadarıyla, çok fazla geçici tarım işçisi çalıştıran bir alandı. Yani o bölgeye hasat dönemi Güneydoğu'nun çeşitli yerlerinden önemli miktarda geçici tarım işçisi gelirdi. Bu durumda zaten azalmış olan bir insan kaynağı var. Geçici tarım işçilerinin de gelme olasılığı belki geçmiş yıllara oranla daha az. Orada bir öyle bir insan kaynağı problemi katmerli olarak diyeyim, yaşanacak mı?
Gökhan Erkutlu: Yaşanacak. Hatta bizim duyduğumuz, ürünlerini toplayamama noktasındalar şimdiden aslında. Yani insanların sıkıştığı bir yer. Ciddi bir insan kaynağı problemi var tarlada çalıştıracak, ürününü toplatacak, yani bu işlerde çalışacak insan kaynağı. Bir de dediğim gibi zaten halihazırda insanlar çadırlarda yaşıyor. Böyle mevsimlik tarım için gelecek olan kişilerin kalacağı yerler ve yaşam şartlarını düşünürseniz, çok fazla insanın tercih etmeyeceği bir nokta. Bu arada bu bütün olumsuzlukları konuşurken şunu da söylemek lazım. Aslında her bir olumsuzluğa karşı benim sahada gözlemim çok güzel projeler, çok güzel çalışmalar da bir yandan çıkıyor. Çok güzel fikirler doğuyor. Yani bütün bu olumsuzluğun tezatında da bir anda çalışmalar var. Biraya gelen çok güzel insanlar var, gönüllüler var, ciddi çalışmalar yapan insanlar var. Dolayısıyla belki de bu noktada da onu söylemek lazım. Yani çok olumsuzluktan bahsediyoruz ama her şey kendi dengesini buluyor hayatta. Bir noktada onun karşılığı da var.
G.E.: Bu konuda bir iki örnek verebilir misin?
Gökhan Erkutlu: Şöyle mesela, tarımla ilgili olarak gönüllüler ağı kurulup desteklenmesi planları var. Gönüllülerin gelip desteklemesi ve ihtiyaç noktasında tarlalara gönüllerin, gençlerin gelip el atması söz konusu.
İhtiyacın yereldeki doğal malzemelerle üretilerek yapılmasının sağlanması gibi projeler var
Bu konteynerlerin gelmemesi ya da işte o konteyner kentlerinin yetişmemesi noktasında, yerelden üretimle aslında bir proje başlatmaya çalışıyoruz şu anda. Daha doğal yapılarla diyeyim, ahşap üzerinden ya da toprak üzerinden yapıların üretilmesi ve insanlara aslında bu meslek olarak da öğretilmesi ve oradaki ahşap atölyelerinin, demir atölyelerinin tekrardan canlandırılarak bu üretimleri yerelde yapıp, oradaki insanlara bağışlar yoluyla belki iletilmesi, oradaki bu ihtiyacın yereldeki doğal malzemelerle üretilerek yapılmasının sağlanması gibi projeler var. Bu önümüzdeki hafta başlıyor olacak muhtemelen. En azından bir pilot denemesi olacak. Hem bir yandan meslek eğitimleri yürürken bir yandan da yörenin ihtiyacını karşılamak o da önemli. Diğer taraftan mesleki eğitimler planlanıyor oradaki ihtiyacı karşılamak için. Yani dediğim gibi bir karşılığı var. Bu arada mesela su dağıtımlarının artık önüne geçmek için filtre sistemleri üzerinden destek olan çok güzel insanlar var yerelde. Hem firmalar hem de buna aracılık yapan gönüllüler var. Yani bir yandan çok ciddi bir afet geçirdik ama bir yandan da toplumsal olarak destek mekanizmalarının ne kadar güçlü olduğunu görüyoruz ve bu şu anda da devam ediyor arka planda. Belki o ilk günün yardım kampanyaları insanların gündeminden düşmüş, birkaç şey olabilir ama gerçekten uzmanlığını da bu işe vakfedecek gönüllüler var. Onlar sahaya gelip gidiyor. Biz de dernek olarak alan açmaya çalışıyoruz aslında. Çünkü başta da bahsettiğim gibi oraya gelip operasyonel olmak çok zor. Yemeğiniz problem, tuvaletiniz problem, duş problem, yatacak kalkacak yerler problem. Ama biz alanı açtığımız zaman farklı uzmanlıkları olan, su sanitasyonu uzmanı olan, mimarı olan gibi insanlar var. Onlar gelip alabiliyor. Güzel bir örnek şunu verebilirim. Aslında depremin ilk zamanlarında tanıştığımız, biz onlara ‘Michelin yıldızı şeflerimiz’ diyoruz. Çok güzel yemekler çıkardılar ve biz onları dağıttık. Şunun önemini vurguluyorduk o zaman. Yani sadece yemek değil, iyi yemek dağıtalım ki insanların morali düzelsin ve sahada biz hakikaten bunu görmüştük o zaman. Şimdi onlarla birlikte ‘bu kooperatifleri gıda anlamında nasıl destekleriz?’ düşüncemiz var. Onlar bir yandan ciddi emeklerini mentoring [akıl hocalığı] yapacakları kadın kooperatifleri bulup, onların üzerine eğilip, onların bir şeyler üretmesini, tekrardan canlanması ve daha iyi olmalarını sağlamaya yönelik bir çalışmamız da var. Diğer taraftan sahada gene tanıştığımız başka bir kurum, bir derneğimiz var. Onlar inanılmaz bize destek oldular. Yemeğimizi onlar yapıyor şu anda. Yaklaşık her gün seksen tane insanı, yardım çalışanını besliyorlar ki biz işimizi iyi yapabilelim diye. Türkiye Aşçılar Federasyonu (TAFED) vardı. Onlar hala sahadalar. Onlar inanılmaz. Yani o kadar çok kurum kendi uzmanlığıyla gelip bir boşluk dolduruyor ve sizin orada yaptığınız işlerin etkisini arttırıyor ki onu görmek çok güzel. Belki o çok yansımıyor sosyal medyaya da, dışarıya da. Ama arkada yürüyen çok fazla proje var. Topluluk oluşturma fikirleri çok fazla. Yani hepimiz bir topluluk oluşturalım. İnsanlar kendileri katılımcılık esasına dayalı karar versinler. Nerede ne yapmak istiyorlar, bunları çözsünler. Biz onlara destek olalım, yardımcı olalım. Bu yönde de gene fon yarattık. Bu fonları bu topluluklara aktarıp, onların ihtiyaçlarını kendilerinin karşılamasını sağlayacak sistemler kurmaya çalışıyoruz. Biraz daha insanların kendi kendilerini iyileştirmelerine fırsat vermeye çalışıyoruz. Esasen iyi tarafta olan birçok şey var. Yani devamlı inovatif [yenilikçi] dediğim benim, proje fikirleri de doğuyor bir yandan. Bu şekilde, Elvan Bey’in sorduğu birkaç soru daha vardı, hızlıca onlara da cevap vereyim, altyapının neden bir türlü toparlanamadığıyla ilgili. Bu bir noktada enkaz kaldırmalara da dayanıyor. Biz, Hatay Su ve Kanalizasyon İdaresi’ne (HATSU) çok yakın çalışıyoruz. Çünkü su tankerlerimizle su dağıtımları da yapıyoruz ve birçok yere tuvalet, duş kurduk. Dolayısıyla HATSU, özellikle yıkım olan yerlerdeki enkaz ancak kalktıktan sonra, oradaki belli vanalara, belli yerlere ulaşıp tam bir tespit ve işlem yapabiliyorlar. Şu anda yaptıkları şey, aslında bir noktada var olan sistemi bypass [köprüleme] edip, var olan sistem dışında bir sistem kurmaya çalışıyorlar. Bayağı bir noktaya içme suyu, sebil getirmeye çalışıyorlar. Yaptılar da bildiğim kadarıyla ama tabii herkesin kapasitesi bir yere kadar gidiyor açıkçası. Onların da ciddi anlamda ihtiyaçları var. Hatta Birleşmiş Milletler'in su sanitasyon toplantıları oluyor, oraya da katılıyorlar, taleplerini dile getiriyorlar. Yani sistemi en azından bir noktada ayağa kaldırabilmek için ciddi ihtiyaçları var, onları dile getiriyorlar. Uluslararası topluluktan da bunları karşılamaya yönelik niyetler var ama ne kadar sonuçlandı çok bilmiyorum. “Ama enkazlar tamamen kalkmadan,” HATSU’nun dediği, “Bizim o altyapıyı tamamen onarmamız ya da en azından hasar tespiti yapmamız, daha sonra da onarmamız çok uygun.” Çok ciddi şekilde yer altında hasar olduğu söyleniyor. Bir diğer nokta, siz, Elvan Bey sordunuz, “Kadın ve çocukların kırılganlığıyla ilgili daha fazla mı bir çalışma var ya da daha fazla mı ön plana çıkıyor?” diye. Bence o noktada toplumsal olarak daha duyarlıyız, duyarlılığımızın arttığını söyleyebilirim. Ama diğer taraftan da en basit analizlerde bile riskler ortaya çıkıyor. Biraz evvel söylediğim gibi, birkaç ailenin tek bir çadırda yaşıyor olması, birbirini tanımayan ailenin aynı çadırda yaşıyor olması ya da örneğin çocuklu bir annenin bir çadırda kalıyor olması ve etrafındaki çadırlarda sadece erkeklerin kalıyor olması, o kadın için çok ciddi bir risk ve endişe kaynağı. Bu dile getirilen bir nokta. Dolayısıyla çocukların ciddi yaşadığı travmalar var. Artık okul yok. Okulda öğretmenleriyle geçirdikleri, aile dışında geçirdikleri ve öğretmenlerin tespit yapabildiği, aile içi şiddete ya da istismara yönelik bir tespitte bulundukları alan yok. Yani yaşanan büyük bir travma sonrası kadının üzerine düşen çok büyük bir yük var. Kadının rolünde bir değişiklik yok. Hala yemek yapması gerekiyor ama bunu açık ateşte yapmak zorunda. Çamaşır yıkaması gerekiyor ama bunu elde yıkamak zorunda. Barınma deseniz herkes bir arada yaşadığı yeri düzenli tutmaya çalışması lazım. Kendini temizleyemiyor, yıkayamıyor, çocuğunu yıkayamıyor. Ciddi stres altında ve bu tabii onun iyi olma haline ciddi anlamda etkiliyor, onu kırılgan hale getiriyor.
G.E.: Gökhan, rapordan bir iki soru sormak istiyorum, acil durum raporundan. Belki sözünü kestim, kusura bakma. Önce sözünü tamamla, ondan sonra sorayım, bitirdikten sonra.
Gökhan Erkutlu: Belki sadece tek şey söyleyebilirim. Yani bizim koruma çalışması altında da kurumlar bir araya geliyor ve kadın ve çocuk kırılganlığı hep ortada; annesini babasını kaybetmiş çocuklar ya da travma yaşamış çocuklar... Bütün bu durumda en çok etkilenen iki grubumuz, onlar. Sadece erkeklerle ilgili şöyle bir noktaya vurgu yapmak istiyorum. Kadınlar gene kendi aralarında bir araya gelip konuşabiliyorlar ama erkekler biraz daha o konuda toplumsal olarak iyi olmadığımızdan, bence orada bir içe atma ve bir sıkışma durumu var. Erkekler için de farklı çalışmalar yapmak gerektiğini düşünüyoruz. Onları da bir yandan önceliklendiriyor olacağız deyip, ben sözü size bırakayım.
G.E.: Evet. Her hafta bir acil durum raporu yayınlıyor Hayata Destek Derneği ve sonuncusunu da 22 Mart tarihinde yayınladı. Burada çok dikkat edici bir durum var; nüfusun en çok azaldığı iki şehir, Hatay ve Malatya. Hatay %60, Malatya ise %58. Yani o da neredeyse %60. Hatay’ı anlamak mümkün fakat Malatya'da bir durum, bilmediğimiz bir şey mi var? Yani Malatya'da, Adıyaman ve Hatay'a göre hasarın çok yüksek olmadığını biliyoruz. Buna, Malatya'ya ilişkin bir açıklaman var mı acaba?
Gökhan Erkutlu: Malatya maalesef gündemde diğer iller kadar yer alamadı. Bence oradaki problem ölüm oranlarıyla ilgiliydi. Hasar noktasında aslında ciddi bir hasar var yani %75’e varan bir hasar var. Ama belki ölüm oranları ya da yıkılma o kadar yüksek değil. Ama gene de baktığın zaman insanlar o evlerde ve evlerin %75’inin hasarlı olması demek çok ciddi bir nüfusun şu an aslında evlerine giremediği, açıkta kaldığı anlamına geliyor. Bence orada öyle bir problem var. Yani benim gözlemim o yönde. Bir de herkes Hatay, Adıyaman ve Maraş’a öncelik verdi, ağırlık verdi. Ama Malatya’da mesela sivil toplum kuruluşlarının varlığı açısından da çok az sayıda organizasyonun olduğu bir yer. Birleşmiş Milletler'in de tam olarak orada kurulumunu yapamadı. Biz bunu bugünkü toplantıda da konuştuk. Yani Malatya'da daha fazla sivil toplum kuruluşuna ihtiyaç var, daha fazla Birleşmiş Milletler organizasyonunun orada olmasına ihtiyaç var. Çünkü bir noktada arka planda kaldı gözüküyor ve oradaki bilgi akışı bu kurumların orada varlığıyla söz konusu. Umarım önümüzdeki günlerde oradan daha fazla bilgi alıyor olacağız. Hayata Destek Derneği olarak maalesef henüz Malatya'da aktif olarak bir operasyonumuz yok ama önümüzdeki günler içerisinde böyle bir çabamız olacak. Dolayısıyla ileriye dönük böyle bir hedefimiz de var. Ama dediğim gibi Malatya’dan bilgi akışı için daha fazla kurumun orada olmasına ihtiyaç var.
G.E.: Evet. Bir de bu raporda dikkat çekici bir diğer bilgi de Milli Eğitim Bakanlığı, (MEB) depremden etkilenen on ilde hastanede tedavi görmekte olan öğrenciler için 104 hastane sınıfı kurmuş. Yani bunlar resmen hastanelerde özel sınıf mı oluşturuluyor, nasıl oluyor bu?
Gökhan Erkutlu: O konuda çok fazla bilgim yok açıkçası. O bilgi biraz benim dışımda toplandı muhtemelen, çok fazla hakim değilim bu konuya. Ama online eğitim üzerinden muhtemelen destekleniyordur diye düşünüyorum. Ama hayal ettiğimiz gibi büyük sınıflar olduğunu düşünmüyorum, en azından çocukların bir şekilde erişebileceği online sınıflar oluşturulmuştur.
E.C.: Bir şey sorabilir miyim? Ben şimdi sizin o son raporunuzda, sahada 71 tane STK’nın olduğu yazılı. Bu 71 STK’nın bir kısmı yerel ve ulusal sivil toplum kuruluşları, bir kısmı da uluslararası sivil toplum kuruluşlarıdır, doğru mudur? Hangi alanlarda ağırlıklı olarak çalışıyor STK’lar? Ve de demin bir sürü projeden bahsettin, çok olumlu bir takım girişimlerden bahsettin. Bunlar STK’lar tarafından da gündeme getiriliyor ve bütün bunların ötesinde STK’lar ile kamu kurumları arasındaki koordinasyon ve işbirliği, Birleşmiş Milletler'in buradaki rolü konusunda kısaca bahsedersen seviniriz.
Gökhan Erkutlu: Hatay belki o konuda en yüksek sayıda STK’nın olduğu yer diye bahsedebiliriz. Çok ciddi anlamda uluslararası sivil toplum kuruluşu, yerel sivil toplum kuruluşu ve Birleşmiş Milletler'in varlığı var sahada. Adıyaman'da da bu böyle, Maraş'ta da bu böyle ama bir tık daha azalıyor olabilir. STK’ların önceliklendirdiği şey, aslında hep listede çıkan, kendini tekrar eden, benim de programın başında bahsettiğim su sanitasyonu. Şu anda bütün kurumlar aslında su dağıtımına, tuvalet, duş, hijyen kiti, kadınlara özel ihtiyaçları karşılayacak tüplerin dağıtıldığı çalışmalar yapıyor. Diğer ikinci alanda daha çok shelter [barınma] üzerine eğiliyorlar ve nihayetinde gene herkesin yoğunlaştığı nokta, ruh sağlığı ve psiko-sosyal destek diyebilirim. Yani bu üç alanda yoğunlaşıyor bunlar.
STK’lar dışında sivil inisiyatiflerin de inanılmaz katkısı oldu
Önümüzdeki zamanda geçişin yapıldığı yer de şu anda benim görebildiğim, dediğim gibi geçim kaynağı üzerine yoğunlaşılacak ve burada insanları desteklemeye çalışacak STK’lar. Şunu vurgulamak lazım, STK’lar dışında bence sivil inisiyatiflerin de inanılmaz katkısı oldu. Biraz evvel bahsettiğim projelerin birçoğu aslında sivil inisiyatiflerden geldi. Michelin yıldızlı şefler dediğim ya da bu konteynerlara alternatif üretilecek yaşam alanlarının doğal malzemeleri gene hep böyle sivil inisiyatiflerle gelen hamleler. Onlar pilotladıkça aslında biz de alan açmaya çalışıyoruz yani sivil toplum bünyesine almaya çalışıyoruz. Sivildeki hareket, sivil inisiyatifin aldığı hareket bir noktada sivil toplumla bütünleşmeye başlıyor ve daha yaygın hale gelmeye başlıyor. Dolayısıyla bence hiç unutmayalım, yani ilk günden beri biz sivil inisiyatifin desteğiyle güçlüyüz, sahadayız diyebilirim. Onlar çok istatistiksel rakamlara girmiyorlar ama ciddi bir boşluk doldurduklarını söyleyebilirim sahada.
E.C.: Peki hemen bir soru soracağım Gökhan. Bu sivil inisiyatiflerin finansal olarak desteklenmesi konusunda bir çaba var mı?
Gökhan Erkutlu: Orada aslında Hayata Destek Derneği devreye giriyor. Sivil inisiyatiflerin çoğunun aslında hukuki bir temeli yok. Bir araya gelmiş, belli uzmanlıkları olan ve belli alanda katkı sağlayabileceklerine inandıkları için gönüllü olarak sahaya inen insanlar. Kafalarında belli proje fikirleriyle geliyorlar. Kendi network [ağ sistemi] ve kaynaklarıyla yaratabildikleri finansmanlar var. Ama gene de baktığımız zaman, yerelde bir hukuki zemine, legal zemine oturmaya başladı. Derneklerle bütünleşebiliyorlar. Yani biz Hayata Destek Derneği olarak bu güzel fikirlere, bu güzel çalışmalara aslında alan açmaya çalışıyoruz ve onlarla bütünleşiyoruz bir noktada diyebilirim.
E.C.: Evet, çünkü daha önce bir konuşmacımız da özellikle bahsetmişti; küçük girişimler, oradaki bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu birtakım çalışmalar esasında çok çok önemli ve çok büyük yarar getiriyor. Ama bunların finansmanı konusunda, bunlara kaynak aktarma konusunda bir takım sorunlar var.
O açıdan sizin, Hayata Destek Derneği’nin bunları projelendirme, bu projeleri destekleme gibi bir uygulaması da var, öyle mi anlıyorum?
Gökhan Erkutlu: Aslında bu biraz organik çıktı yani ihtiyaçtan çıktı diyebilirim. Çünkü o kadar fazla sahada ihtiyaç var ki. Ama bir yandan Hayata Destek Derneği olarak insani yardım alanında çalışan bir kurumuz ve biz kendi çalışma prensiplerimizle sahadayız, yaptığımız işler var. Bunları geçmişte öğrendiğimiz tecrübelerimizden sahaya aktarıyoruz ama sahada dediğim gibi uzmanlıklarıyla gelen kişilerin katma değerleri daha fazla oluyor. Çünkü farklı bir bakış açısıyla ve kendi uzmanlıklarıyla giriyorlar. Mimarlar var, aşçılar var, doğal yapılarla ilgilenen insanlar var, permakültürcüler var, tarım uzmanları var, veterinerler var... Birçok farklı alandan insan sahaya gelip kendi alanları ve uzmanlıklarıyla bir şey katmak istiyor ve bir yapıya, bir platforma ihtiyaç duyuyorlar aslında.
Hayata Destek Platformu diyemem ama şu anda, en azından bu insanları bağlayabildiği bir yerde duruyor. Onların kesiştiği güzel bir lokasyon oluyor diyebilirim. Onların yeşermesi, bu fikirlerin yeşerip, hayat bulması için kritik bir yerde duruyor dernek şu aşamada. Belki çok fazla vaktimiz kalmadı ama koordinasyonla ilgili hızlıca birkaç bir şey ekleyebilirim. Şu anda bir Birleşmiş Milletler'in yürüttüğü bir koordinasyon var. Ana koordinasyon merkezi Gaziantep'te. Ama il bazında Hatay, Maraş, Adıyaman ve Malatya'da da haftalık toplantılar oluyor. Koordinasyon, Birleşmiş Milletler ile birlikte STK’ların, uluslararası kuruluşların bir araya geldiği ve gene ihtiyaçlarını değerlendirdiği, kimin nerede ne yaptığını, bir yandan da yaşanan sorunların aktarıldığı bir yerde duruyor. Bu koordinasyon mekanizmalarına devletten yetkililer de katılıyor. Genelde illere atanmış elçiler var, onlar katılıyor, AFAD yetkilileri katılıyor. Farklı seviyeden temsilcilikler oluyor. İhtiyaç ve sorunlarla ilgili paylaşımlar var. Ancak bu toplantılar genelde hem İngilizce olması hem de uluslararası sistem şeklinde yürüdüğünden yerel yani Hataylı bir dernek, Adıyamanlı bir dernek ya da daha küçük derneklerin buralarda alan bulması biraz zor oluyor. Dolayısıyla biz de, Hayata Destek Derneği olarak da bu yereldeki sivil toplum kuruluşlarının koordinasyonuna önem veriyoruz kendi içimizdeki koordinasyona. Hem bir yandan ihtiyaçlarımız anlamında savunuculuk yapma fırsatı da veriyor bu bize. Adıyaman'da böyle bir girişim var. Özellikle Afet Platformu, İhtiyaç Haritası, biz ve daha birçok kurumun bir araya gelip başlattığı bir koordinasyon. Çok da güzel ilerliyor çünkü çok pratik alanlardan da ilerliyor. Benim tespit ettiğim bir eksiği ben karşılayamıyorsam, hızlıca bunu karşılayan bir kurum oluyor. Bir örneğini verebilirim; Maraş'ta daha çok Suriyelilerin yaşadığı bir spor salonunda ishal vakaları görülmeye başladı. Bu hemen bu gruba yazıldı. Sağlık alanında çalışan INARA (International Network for Aid, Relief and Assistance) oraya gitti, bize haber verdi. Biz hijyen kitlerimizle gittik, hijyen dağıttık. Onlar sağlık kontrollerini yaptılar. Daha sonra biz su depoları kurduk hemen oraya. Hızlı reaksiyon alabiliyoruz. Keza Tut’daki selde de böyle oldu. Yerel koordinasyon bir arada gidip, bir arada ihtiyaç tespiti yaptı ve ihtiyaç listesinde çıkanları farklı kurumlar karşılayıp, birbirimizi tamamladık aslında. Bu da etkimizi arttırdı. Bir yandan da tabii devlet tarafında da yürüyen çalışmalar var. Daha çok aslında her bir sektör için diyeceğim; su sanitasyonu için belirlenmiş bir vali, barınma için belirlenmiş bir vali var. Onlarla aslında iletişim içerisinde olmak gerekiyor ki yaptığımız işler o tarafta da aslında bilinsin ve o koordinasyon içine dahil olsun.
G.E.: Evet. Çok çok teşekkürler verdiğin bilgiler için Gökhan Erkutlu. Sağolasın. Daha ileride tekrar sana başvuracağız. Herhalde uzunca bir süre oralarda olacaksın diye düşünüyorum. Sağolasın. Evet, bugün Altın Saatler Deprem Özel yayınında konuğumuz Hayata Destek Derneği Deprem Bölgesi Koordinatörü Gökhan Erkut'lu arkadaşımız idi. Yarın tekrar görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.